Sayın Cumhurbaşkanım,
Son günlerde Kıbrıs’ta toplumlararası görüşmelerin gidişatına ilişkin haberleri kaygıyla izlemekteyiz. Gelişmelerin, Kıbrıs Türkü’nün geleceğini Rumların insafına bırakan kaportası cilalanmış yeni bir Annan Planı çerçevesinde ilerliyor izlenimi yansıtması, Kıbrıs Türkü’nü olduğu kadar Anadolu Türkü’nü de kaygılandırmaktadır. 
Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında, 22 İslam ülkesinin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında eski Osmanlı coğrafyasında yaşanmakta olan gelişmeler Kırım Savaşı’nda (1853-56) emperyal güçler arasında yarım kalmış paylaşım savaşının günümüze yansımalarıdır ve Anadolu Türkü’nü olduğu kadar, Kıbrıs Türkü’nü yakından ilgilendirmektedir
Benimsediğiniz sol görüşle ne ölçüde bağdaşır, bilemeyiz ama, siz orada yalnızca Kıbrıs Türkü’nün değil, Türk Dünyası’nın, Ortadoğu’daki 22 İslam devletini parçalamayı hedefleyen son Haçlı Seferi karşısında İslam Alemi’nin de geleceğini savunmak durumundasınız.
Önümüzde gittikçe netleşmekte olan bir gerçek var: Türkiye’nin yakın gelecekteki gerçek gündemi, Irak- Suriye “Kürt Koridoru” bağlamında Kıbrıs/Akdeniz odaklı gelişmeler olacaktır. O nedenle Kıbrıs’taki toplumlararası görüşmeleri yakından ve ilgiyle izlemekteyiz; izlemek zorundayız. Sizin de hak vereceğiniz gibi, 47 yıldır sürdürülmekte olan görüşmelerde atılacak yanlış bir adım, onarılması mümkün olmayan kayıplara neden olabilir. Kıbrıs’taki görüşmelerin Türkiye ile iletişim ve dayanışma içinde sürdürülmesi hayati önemdedir.
Sayın Cumhurbaşkanım, 
11 Ağustos’ta yaptığınız açıklamada, “Rum liderle 7 kez görüştük. 6 başlıkta yürütülen müzakerelerde tarafların uzlaştıkları konular siyah kalemle, uzlaşamadıkları konularda, Türklerin tutumu mavi kalemle, Rumların tutumu kırmızı kalemle yazıldı. Siyah yerler daha fazla. (…) Mayıs ayında Rum yönetiminde seçimler var. Bu zamana kadar çözüm ve referandum hedefliyoruz” diyorsunuz. Görüşmelere ilişkin ayrıntıları Rum basınından öğrenebildiğimiz için merak ediyoruz, bu güne kadar 6 başlık altında neler konuşuldu? 
Yıllardır bütün çabalara, Türk tarafının bütün fedakarlıklarına rağmen çözüme kavuşturulamayan yönetim, toprak, güç paylaşımı, yasama, yürütme, mülkiyet, AB konuları, ekonomi, garantörlük hakları… gibi konular, Mayıs ayına kadar, Kıbrıs Türkü’nü Rumların insafına bırakmayacak şekilde nasıl çözülecek? 2004’te, AB Anayası’na, BM onaylı garantörlük anlaşmalarına rağmen, Kıbrıs'ın tamamını temsilen AB üyesi yapılan Rumların, bırakın ödün vermeyi, Türklerin haklarına saygı göstermelerini bekliyor musunuz? 
“Kıbrıs konusunda 47 yıldır konuşulmayan konu kalmadı. Çözüm Federal Kıbrıs’ı AB’ye taşıyacak. Böylece Türkçe, AB’de resmi dil olacak” diyorsunuz. Bu söylem kulağa çok hoş geliyor, ama AB’nin bugüne kadar Kıbrıs Türkü’ne verdiği hangi sözü tuttuğunu söyler misiniz? 
Seçime katılan yüzde 60 seçmenin yüzde 60’ının oyunu alarak cumhurbaşkanı seçildiniz. Toplumlararası görüşmelere,  KKTC’nin varlığını koruyacağınıza yemin etmiş bir cumhurbaşkanı olarak oturdunuz. KKTC’nin ilan edildiği gece ağladığını itiraf eden M. Ali Talat da, Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın yolundan yürüyen Derviş Eroğlu da, katıldıkları müzakerelerde, KKTC cumhurbaşkanlığı makamının omuzlarına yüklediği sorumlulukları hiçbir zaman unutmadılar. Sizin de KKTC’nin varlığını koruma konusunda aynı duyarlılığı paylaştığınıza inanıyoruz, ama bunu sizden açıkça duymak istiyoruz. Siz, “Ortak devletin adı Birleşik Federal Kıbrıs” diyorsunuz, ama Anastiadis,”Kıbrıs Birleşik Devletleri”nde ısrar ediyor. Henüz adında bile anlaşamadığınız bir ortak devlet yapısının, ilerde, Kıbrıs Türkü’ne “Kanlı Noel”ler yaşatmayacağından emin misiniz?
Sayın Cumhurbaşkanım,
Cumhurbaşkanı seçildiğinizde, “Garantörlük meselesi önemli. Bunlar masada görüşeceğimiz konular değil” demiş olmanıza karşılık, sözcünüz Barış Burcu’nun, KKTC Meclis kararına rağmen, “Garantiler tabu değildir. Akıncı garantiler konusunda da öneriler sunacak” demesi, diyebilmesi nasıl bir çelişkidir?
Rum Lider Anatiadis, Rum Ortodoks Kilisesi’nde yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin garantörlüğü kalkacak, Türk askerleri Anadolu’ya dönecek ve Türkiye’den gelip yerleşenler de geri gidecek. Bunun garantisini BM’den ve AB’den aldık” deme cesaretini kimlerden almaktadır? 
 İlk yurtdışı ziyaretini KKTC’ye yaparak, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki duruşunu bütün dünyaya hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Pakistan dönüşü uçakta, gazetecilerle Kıbrıs konusunda yaptığı sohbette, “Anne-yavru ilişkisi değil, kardeş ilişkisi istiyoruz. Türkiye Kıbrıs’ta garantör devlettir; görüşmeleri kafana göre götüremezsin” demesi hangi kaygıların ifadesidir?  
Ulusal Birlik Partisi (UBP) Genel Başkan adayı Ersin Tatar, toprak ve mülkiyet konusundaki açıklamalarınızı yetersiz olduğunu savunurken, “Neden önce kriterlerin belirlenmesi yoluna gidilmeden Rum tarafının ana isteklerine ‘evet’ denildi? (…) Rum tarafı bundan yaklaşık bir yıl önce masaya koyduğu toprakla ilgili ilkelerinde yani kriterlerinde 100 bin Rum’un alınacak topraklara, 60 bin Rum’un da Türk tarafına kalacak topraklara yerleşeceğini belirtmişti. Birçok yerleşim birimimizin ismini vererek buraları istediğini ortaya koymuştu. Şimdi durum nedir? Rum tarafının tutumunda bir yumuşama görüyor mu? Görmüyorsa, halkımızın mağdur değil memnun olacağı Rum tarafının onay vereceği bir antlaşma nasıl olacak?” demesi hangi kaygıların ifadesidir?
Sayın Cumhurbaşkanım, 
Anastisiadis, “Mülkiyet ve ortak devletlerin toprak oranı en önemli sorun” derken, BM’nin son elli yılda geliştirdiği müktesebatına uygun olarak ve BM ve Güvenlik Konseyi raporlarında kayıtlı olduğu gibi, iki bölgeli, iki toplumlu, siyaseten eşit ve eşit politik haklara sahip iki kurucu devletten söz etmemesini içinize sindirebiliyor musunuz?
Kıbrıs’ta yüzyıllardır var olan iki halkın kendi kurucu devletlerinin kimliğini ve varlığını koruması ve iki devletin topraklarının da, sınırları içinde yaşayan insanların ekonomik varlıklarını sürdürebilecek boyutta olacağı 1977’de, Cennetmekan Rauf Denktaş ile Makarios’un imzaladıkları I. Doruk Anlaşması’nın 3. Maddesi’nde yazılı değil midir? Bu anlaşma, dönemin BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim tarafından, “BM Kıbrıs İlkeleri” olarak kayda geçirilmemiş midir?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2010 yılında,  Demopulos ve Türkiye konulu davada, 35 yıldır KKTC sınırları içindeki Rum mallarını kullanan kişilerin, kullandıkları mülk ile manevi bağ kurmalarını gerekçe göstererek, eski sahibinden daha fazla hak sahibi olduklarına ilişkin bir karar almamış mıdır? AİHM’in bu kararı, masadaki toprak değişimi konusunun esasını belirlemiş olmuyor mu? 
Toplumlararası görüşmelerin en önemli konularından biri olan mülkiyet konusunun, Anastasiadis tarafından komiteye devredildiği doğru mudur? Bu devir KKTC’deki bir taşınmazı 41 yıl kullanan kişinin malın eski sahibi ile eşit hakka sahip olması anlamına gelmez mi; bu durum AİHM karalarına aykırı değil midir? 
Bu soruya bağlı olarak, Anastasiadis’in “Türk tarafının global takas, yani toplu mal değişimi ve tazminat tezini değiştirerek iki bölgelilik anlayışından vazgeçtikleri” söylemi doğru mudur? Bu durum, Rumların KKTC’deki mallarına geri dönmeleri anlamına gelmez mi? Yıllardır takas ve tazminat esasına dayandırılan mülkiyet konusu kaosa dönüşmez mi? 
Anastasiadis’in bu açıklaması sizin, “Bireysel mülk hakkı Rauf Denktaş döneminde kabul edilmiş bir konu. Bireysel mülkiyet hakkı başka, bu hakkın nasıl kullanılacağı başka. Hakkın nasıl kullanılacağıyla ilgili kriterleri müzakere ediyoruz” şeklindeki açıklamanızla ilişkili midir? Avrupa İnsan Hakları Mahkesi’nin kararları ortadayken, bireysel mülkiyet konusunu tartışmaya açmaya gerek var mıdır?
Sayın Cumhurbaşkanım,
BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide,’nin “AB müktesebatına uyumlu bir çözüm” konusunda ısrar etmesi, BM ilkesine dönüşmüş iki kesimli, “iki toplumlu bir Kıbrıs” formülünü dinamitlemek, AB’yi, görüşmelere müdahil olarak katmak anlamına gelmiyor mu? Toplumlararası görüşmelere AB temsilcisi olarak katılması planlanan Peter Van Nuffel, Kıbrıs Türkü’nün kazanılmış haklarını sağlama alacak olan kalıcı deregasyonların AB’nin Birincil Hukuku olmasına karşı çıkmış kişi değil midir?
Bu kaygıların dile getirilmesinde, Rum Lider Anastasiadis’in Türk tarafının nüfus oranında (yüzde 20) temsil edilmeleri gerektiğine ilişkin tutumunun ve söylemlerinin etkisi var mıdır?
Rumların Yakındoğu Üniversitesi kadın basketbol takımının maçlarını KKTC’de yapmalarına karşı çıkarak FIBA’ya başvurmasını, KKTC Cumhurbaşkanı olarak içinize sindiriyor musunuz? 
Son bir soru: Kıbrıs Türkü’nün geleceğinin karara bağlanacağı masada Türk ekibinde neden bir hukuk uluslararası hukuk uzmanı yoktur? 
Saygılarımla..
*******************
KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı’ya yönelttiğimiz soruları hazırlarken Ata Atun Hoca’mın görüşmelerin gidişatına ilişkin yazılarından yararlandım. Kendisine teşekkür ediyorum. 
Mektubu yazmamızın nedenini de şöyle özetleyebiliriz:
Türkiye, Sovyeler Birliği'nin dağılmasından bu yana, Akdeniz'de ve özellikle de Kıbrıs'ta dengelerin kendi aleyhine gelişmekte olduğunun farkındadır. Sovyetler Birliği'nin 1991'de dağılması sonrasında tek kutuplu kalan dünyamızda Akdeniz giderek bir "Batı gölü"ne dönüşürken, Ortadoğu’da BOP’u hayata geçirme bağlamında gerçekleştirilen operasyonlarla, Türkiye'yi, tarihi ve kültürel bağları olan ülkelerden ve coğrafyalardan uzak tutmayı hedefleyen bir politika izlemektedir. 
Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (GBOP)’nin kapsama alanında yaşanmakta olan hareketlenmeler eşliğinde Akdeniz havzasında, özellikle de Doğu Akdeniz’de, Türkiye'yi geri plana iterek İsrail'i öne çıkarmayı hedefleyen radikal bir jeopolitik değişim yaşanmaktadır. 
Ortadoğu’da enerji merkezli paylaşım kavgası eşliğinde yaşanmakta olan gelişmeler, “Kürt Koridoru”nu Akdeniz’e ulaştırma çabaları ve Akdeniz’in giderek bir “Batı Gölü”ne dönüştürülmesi çalışmaları Türkiye’nin, çok uzak olmayan bir gelecekte, güneyinden yükselmekte olan tsunami dalgaları ile boğuşmak durumunda kalabileceğine ilişkin ciddi işaret fişekleri olarak değerlendirilmelidir. Bu tsunami dalgalarının başlangıç noktası, “Kürt Koridoru” ve “Kürt Koridoru”nun Akdeniz’e ulaştığı nokta olan Kıbrıs olacaktır.