100. kuruluş yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti, binlerce yıllık geçmişe sahip bir devlettir. Gerektiğinde ve yeri geldiğinde de, “Nasıl devlet olunur?” dersi verebilecek birikimine sahip bir devlettir. “Fikir özgürlüğü” kamuflajı altında edepsizce kurgulanmış Kur’an-ı Kerim yakma eylemleriyle ve eylem sonrası yapılan sorumsuz açıklamalarla Türkiye’nin sabrı sınanmaktadır.
Türkiye, insanların kutsal değerlerini hedef alan bu gibi eylemin ne anlama geldiğini ve üretebileceği olumsuzlukların bir devleti ne yönde nasıl hırpalayabileceğini, İsveç gibi taze devletlere uygulamalı olarak öğretmek durumunda bırakılmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “...Finlandiya ile ilgili farklı mesj verdiğimiz zaman İsveç şok olacak. Fakat Finlandiya’nın da aynı yanlışı yapmaması lazım” derken, bu dersin İsveç’e nasıl ve ne ölçüde can yakıcı olarak uygulanacağının ipuçlarını vermiş oldu.
Bir devlet olarak utanıp özür dilemeleri gerekirken, İsveç Hükümeti’nin aşırı sağcı İsveç Demokratları Partisi Genel Sekreteri Richard Jomshof, Türkiye’nin, Kuran yakma eylemine gösterdiği tepkiyi abartılı bulduğunu söylemiş ve bir devlet adamına hiç yakışmayan bir ifadeyle, “Türkiye üzülürse 100 adet daha yakın” buyurmuş.
Türkiye’nin “olur” vermesiyle NATO’ya üye olmaya hazırlanan ve ancak XVIII. Yüzyıl’da Avrupa devletleri arasına katılan İsveç’in, devlet olmayı henüz içselleştiremediğinin en somut örneklerinden birini izlemekteyiz.
Vikingler üzerinden, Batılıların “runik” dedikleri Ön-Türk Alfabesi üzerinden olan kültürel bağlarımız nedeniyle daha fazlasını söylemeye dilimiz varmıyor. Yalnız şunu belirtmek isteriz; terör örgütlerinin ülkelerinde yuvalanmasına, başbakanlarını sokak ortasında öldürmelerine tepki gösteremeyen İsveç’ten, İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’in yakılma eylemini bir devlet ciddiyetiyle değerlendirmesini beklemiyoruz; “fikir özgürlüğü” kamuflajı altında oynanmak istenen oyunun hedeflerini görmeye çalışıyoruz.
100. kuruluş yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti, binlerce yıllık geçmişe sahip bir devlettir. Gerektiğinde ve yeri geldiğinde de, “Nasıl devlet olunur?” dersi verebilecek birikimine sahip bir devlettir. “Fikir özgürlüğü” kamuflajı altında acemice ve şımarıkça kurgulanmış Kur’an-ı Kerim yakma eylemleriyleve eylem sonrası yapılan açıklamalarla Türkiye’nin sabrı sınanmaktadır.
Türkiye, insanların kutsal değerlerini hedef alan bu gibi eylemin ne anlama geldiğini ve üretebileceği olumsuzlukların bir devleti ne yönde nasıl hırpalayabileceğini, İsveç gibi taze devletlere uygulamalı olarak öğretmek durumunda bırakılmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “...Finlandiya ile ilgili farklı mesj verdiğimiz zaman İsveç şok olacak. Fakat Finlandiya’nın da aynı yanlışı yapmaması lazım”derken, bu dersin İsveç’e nasıl ve ne ölçüde can yakıcı olarak uygulanacağının ipuçlarını vermiş oldu..
BU GARİPLERİN HEDEFİ NEDİR?
Hem Danimarka hem de İsveç vatandaşı olan ve “aşırı sağcıbir politikacı” olarak tanımlanan Rasmus Paludan’ın, Türkiye’nin İsveç ve Danimarka büyükelçilikleri önlerinde Hazreti Muhammed’e dil uzatmayave kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’i yakmaya kalkışmasına tepkiler sürerken, İsveç Demokratları Partisi (SD) Lideri Jimmie Akesson’un, koalisyon ortağı olduğu hükümetin Başbakanı Ulf Kristersson’u “Müslümanlara duyduğu sempatiden dolayı” eleştirmesi, ancak bir Haçlı Seferi özlemi olarak değerlendirilebilir.
İsveç Demokratları Partisi, yalnızca Başbakanı eleştirmekle kalmadı, aynı partinin Genel Sekreteri ve İsveç Adalet Komisyonu Başkanı R. Jomshof, “Kuran yakmak ifade özgürlüğünün yanlış kullanılmasıdır, ama Türkiye’nin tepkisi abartılı. Fazla üzülürlerse 100 tane daha yakın” deyiverdi.
Avrupa’nın Haçlı Seferleri aşkıyla yanıp tutuştuğu Ortaçağ’da olsa, belki bir anlamıolabilecek bu söylemin günümüzdeki insanlık anlayışında bir karşılığı yoktur ve olamaz. Bu güdümlü provokatör yaptığı terbiyesizliği, “İfade özgürlüğü NATO üyeliğinden önemlidir” diyerek savunmaya çalışıyor.
İnanı ya da alıcısı olur mu gerçekdışı bu savunmanın?
Zavallı Jomshof, Ukrayna’yı yakıp yıkan ateşin yakın bir gelecekte ülkesini de hedef alabileceğinin farkında bile değil. Kutsal değerlere dil uzatmanın ne gibi üzücü sonuçlar üretebileceğini,dün kadar yakın bir geçmişte Paris’te, Charlie Hebdo olayında yaşadık, gördük..Jomshof, bu edepsizce eylemleri karşılığında hafızasını kör edecek bir “ödül” almış olmalı.
İsveç Dışişleri Bakanı Tobles Biliström, ifade özgürlüğü adına İslam karşıtı eylemler sergileyen Rasmus Paludan’ın densizliklerinin, İsveç’in NATO’ya üyelik sürecini duraklattığını söylemiş. Paludan bu müjdeden büyük mutluluk duymuş olmalı; çünkü ona göre “İfade özgürlüğü, İsveç’in NATO üyeliğinden çok daha önemli”. Yarınlarda, bir dış tehditle karşı karşıya kaldığında, ülkesini “ifade özgürlüğü” silahıyla mı koruyacak bu muhterem?
Yalnız şunu da hemen not etmek isteriz; Paludan’ın sergilediği densizliklerden, bu zavallı kadar, bu densizliklerin sergilenmesine izin veren İsveç makamları da sorumludur.
BATILI ÜLKELER NE DİYOR?
Paludan densizinin, “ifade özgürlüğü” kamuflajı altında gerçekleştirdiği bu otomatiğe bağlanmış eylemleri Batılı ülkelerde nasıl yankı buldu?
Hemen söyleyelim; ABD, Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya Türkiye konusunda “terör” uyarısında bulundular. ABD Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamada, “Avrupa’da yaşanan Kur’an yakma olaylarından sonra ABD Hükümeti vatandaşlarını, teröristlerin ibadethaneleri hedef alan olası misilleme saldırılarına karşı uyarıyor” deniyordu.
Bir anlam verebildiniz mi bu açıklamaya? Biz teröristlerin kutsal değerlerine bir saldırıda mı bulunduk ki,ibadethanelerimizi hedef alan misilleme saldırıları yapsınlar?
KİMLER NELER YAPMAK İSTİYORLAR?
Kategorik olarak Batı düşmanlığı yapak istemeyiz, ama olan bitenin arka planında Batı’nın kolektif şuurunun, yüzyıllar boyunca İslam’ın sancaktarlığını yapmış, İslamiyet’in Avrupa içlerine kadar yayılmasına vesile olmuş Türkiye’yi hedef aldığını görmemek mümkün müdür?
ABD Büyükelçiliği’nin terör örgütlerinin Türkiye’deki ibadethaneleri hedef alabileceğine ilişkin yaptığı açıklamayı, Başkan Biden’ın geçtiğimiz yılın Ocak ayı başlarından sürekli yinelediği “Rusya Ukrayna’yı işgal edecek” müjdesiyle birlikte değerlendirdiğimizde, son günlerde peşpeşe gerçekleşen Kur’an yakma eylemlerinin arka planında hangi dinamiklerin olduğunu görmemek mümkün müdür?
“Bunca İslam ülkesi dururken, Kur’an yakma eylemleri neden Türkiye’nin büyükelçilikleri önünde yapılmaktadır?” sorusu, gerçek yanıtının bulunması gereken bir sorudur.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Kur’an Yakma eylemini, bir taraftan “ifade özgürlüğü” diyerek savunurken, diğer taraftan çok başka şeyler söylüyor:
“Bu olay, özel bir provokatörün, iki yakın ortağımız Türkiye ile İsveç arasına kasten mesafe koymaya çalışan, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımıyla ilgili olarak süren müzakereleri etkilemeye çalışan bir kişinin işi..”
Peki, “ifade özgürlüğü” kamuflajı altında, Türkiye’nin İsveç ve Hollanda’daki büyükelçilikleri önlerinde Kur’an yama eylemleri gerçekleştiren meczup, bütün bu eylemlerini yalnız başına mı gerçekleştirmektedir? Meczubun arkasına gizlenerek bu eylemleri kurgulayan ve destekleyen güçler neyi hedeflemektedirler?
Sorunun yanıtı, artık herkesin bildiği bir sırdır. Hedef, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliklerini, “Terör örgütlerine destek vermekten vazgeçeceksiniz” koşuluna bağlayan Türkiye’nin olası vetosuna karşı, küresel çapta bir kamuoyu oluşturmaktır. Çünkü, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin bu konudaki tavrını, tutumunu net olarak ortaya koymuştur:
“Böyle bir kepazeliğin yaşanmasına sebebiyet verenlerin NATO’ya başvuru konusunda artık bizden herhangi bir hayırhahlık beklemeyeceği açıktır. Terör örgütlerine sokaklarınızda, caddelerinizde cirit attıracaksınız, ondan sonra bizden NATO’ya girmek için destek bekleyeceksiniz.. Yok böyle bir şey..”
SORGULAMAK TÜRKİYE’NİN HAKKIDIR
Türkiye’nin, sicili provokatif eylemler yapmakla, küçük çocuklara yönelik suçlarlabezeli ırkçı, faşist bir meczubun hangi cesaretle, İsveç ve Hollanda’daki büyükelçilkleri önünde Kur’an yakma eylemi gerçekleştirebildiğini sorgulama hakkı vardır. Bu eylemler, geçtiğimiz Haziran ayında Madrid’de gerçekleştirilen NATO zirvesinde, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç ile imzaladıkları “Terör örgütlerini ülkelerinizde barındırmayacaksınız” koşuluna ilişkin mutabakatı dinamitlemeye yönelik planlı, programlı kurgulardır.
Türkiye’nin,geçen yıl Haziran ayında Madrid’te yapılan NATO zirvesinde, İsveç ve Finlandiya ile imzaladığı mutabakat metninde, bu iki ülke, milli güvenliğine yönelik herhangi bir tehdit karşısında Türkiye’ye tam destek vereceklerini taahhüt ederek şöyle diyorlar:
“Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG’ye ve Türkiye’de FETÖ adıyla tanımlanan örgüte destek sağlamayacaktır. Türkiye de, milli güvenliklerine yönelik tüm tehditlerekarşı Finlandiya ve İsveç’e tam destek verir. Finlandiya ve İsveç, terörizmi tüm biçim ve tezahürleriyle en kuvvetli şekilde reddeder ve kınar. Finlandiya ve İsveç, tüm terör örgütlerinin Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri saldırıları açık ve net biçimde kınar..”
Bu mutabakatın altında, ülkesinde kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in sicili belli bir meczup tarafından yakılmasına izin veren İsveç yönetiminin imzası var. “Terörizmi tüm biçim ve tezahürleriyle en kuvvetli şekilde reddeden ve kınayan” bu mutabakata rağmen kutsal kitabımızın yakılmasına izin veren İsveç yönetimi, “fikir özgürlüğü” kamuflajı arkasına sığınarak kendini savunmaya çalışıyor.
Peki, dostum ve müttefikim dediğin bir ülkenin kutsal değerlerine karşı yapılan saldırı bir terör eylemi değilse, özelde Türkiye’yi genelde tüm İslam Alemi’ni hedef alan bir nefret suçu değilse, ABD Büyükelçiliği, olaylara ilişkin yayınladığı bildiride neden terörden söz ediyor?
HEDEF, TÜRKİYE’NİN KONTROL ALTINA ALINMASI
Hedeflerine paralı vekalet savaşçılarını kullanarak ulaşmaya alışmış küresel güç odakları, bir taraftan ellerindeki teröristleri kaçırmamaya, diğer taraftan da kurguladıkları çeşitli provokatif eylemlerle yanlış adımlar atmaya zorladıkları Türkiye’yi kontrolleri altına almaya çalışıyorlar.
NATO üyesi olabilmek için onayını almak istedikleri Türkiye ile imzaladıkları mutabakatta “ülkelerinde terörist örgüt barındırmayacaklarına” ilişkin söz veren Finlandiya ve İsveç ile terör örgütlerini hedefine ulaşmak için bir maşa olarak kullanmakta olan okyanus ötesi dostumuz, müttefikimiz, NATO ortağımız Türkiye’nin sabrını test etmekten artık vazgeçmelidirler. Türkiye devleti, sınırlarının hemen ötesindeki terör yuvalarını kurutma ve ülkesini güney sınırları boyunca kuşatacak bir terör kuşağının oluşturulmasını engelleme konusunda kesin kararlıdır.
Finlandiya Dışişleri Bakanı Pekko Haavisto, Kur’an yakma eylemlerinin arka planında, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyesi yapılmalarını istemeyen Rusya’nın olabileceğini ima ediyor. Meczup Paludan’ın eylemi gerçekleştirmesi için gerekli izin parasını Rus yanlısı bir gazeteci ödemiş. Türkiye bütün olasılıkları değerlendirmektedir.
Çünkü Türkiye, yalnızca Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi yapılmasına vereceği onay nedeniyle değil, jeostratejik konumunun, tarih ve kültürel coğrafyasının kazandırdığı stratejik derinlik nedeniyle herkesin yanında görmek istediği bir ülkedir.
Türkiye hala, kurulmakta olan yeni dünya düzeninin en önemli coğrafyasında tarihin akışına yön veren bir devlet konumundadır. Tarihte olduğu gibi günümüzde de, bölgesel ya da küresel aktör olmanın bir bedeli var. Bu nedenle, Kur’an-ı Kerim yakma gibi alçakça tahriklere karşı çok dikkatli ve soğukkanlı olmamız gerekiyor.