“Nefsimle beraber dinle.” hitabında peşinden sürüklemenin, harekete geçirici olmanın en tesirli / en etkin gücü ortaya konuyor. Neler hatırlatmıyor ki bu ses, bu hitap, bu çağrı insana. Önümüzde tarih canlanıyor. Bu hitabın gönülleri nasıl tutuşturduğunun misalleri canlanıyor. Önümüzde şanlı tarih resmi geçit yapıyor.

     “Nefsimle beraber dinle.” seslenişi, yüksele yüksele bir haykırış oluyor. Tarihin somut örnekleriyle zihnimiz dolup taşıyor. Bu çağrıda rehber oluşun, kumanda edişin, eser ortaya koyuşun insanlarla bir ve beraber oluşun; kısaca “Nefsimle beraber dinle.” hitabında İslâm Medeniyetini ortaya koyan hamurun mayası var. 

     Bu sihirli sözde neler saklı neler. “Nefsimle beraber dinle.” haykırışında İslâmın özü, sözü ve rûhu saklı. Birkaç somut örnekle buna temas edelim. Çünkü bu sözün arkası bir umman, bir okyanus. Onu lâyıkıyla açmaya ne bende güç var, ne de sizde okumaya tâkat. En iyisi damla denizden haber verir hükmünce, bu söze kısaca değinelim.

     Evet “Nefsimle beraber dinle.” çağrısında; önder olacak kişilere başarı yolları gösteriliyor. Onlara demek isteniyor ki, yapılmasını istediğiniz işe, önce siz bizzat başlayın. Sefere çıkmasını istediğiniz ordunun başında, önce siz bulunun. Yapılmasını istediğiniz ibadeti, önce siz yapın. Uyulmasını istediğiniz emirler için, önce siz, Allah’ın ve Peygamberin emirlerine uyun.

     Velhasıl her şeyde önce ve önde siz olun. Her yerde önce ve önde siz yer alın. Her zaman önce ve önde siz başı çekin. Bina yapılacaksa, ilk harcı siz koyun. Köprü kurulacaksa ilk taşı siz taşıyın. Yardım yapılacaksa, cebinize ilk önce siz el atın.

     Nitekim Kuba mescidinin yapımında Peygamberi zîşan efendimiz bir işçi gibi çalışmadı mı? Rumeli Hisarı’nın inşasında, Fâtih Sultan Mehmed Han yapımına katılmadı mı? Vezirleri bu işte başı çekmedi mi? Yavuz Sultan Selim, Çaldıran seferinde, kritik bir anda tek başına yürüyüşe geçmedi mi?

     Böyle önderlerin başbuğluğunda hangi iş başarılmaz? Böyle rehberlerin arkasından kim gitmez? İşte ancak böyle gecelerin sabahından hayır umulur.

     Çünkü “Nefsimle beraber dinle.” diyen zâtlar: “Ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum.” demek istiyorlar. Çünkü:

     İnsan kendi yapmadığı bir şey için, başkasına “Yap!” dese,

     İnsan kendi uymadığı bir şey için, başkasına “Uy!” dese, 

     İnsan kendi istemediği bir şey için, başkasına “İste!” dese,

     Hiç, o iş yapılır mı? 

     Hiç, o şeye uyulur mu? 

     Hiç, o şey istenir mi?

     Elbette insanın, kendi yaptığını “Yap!” demeye hakkı var. 

     Elbette insanın, kendi uyduğuna “Uy!” demeye hakkı var.

     Elbette insanın, kendi istediğini “iste!” demeye hakkı var.

     Yoksa ters anlaşılır.

     Soğuk karşılanır.

     Karşı çıkılmasa da, sonuç hayırlı olmaz.

     Ne diyordu mânevi zatlar: “Ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum.” 

     Demek istiyorlardı ki: “Söylediklerim öncelikle benim kabul ettiğim, inandığım ve yaptığım hususlardır. Kendi nefsim ise, sana söylediklerime çok daha muhtaç. Ben bunları nefsime kabul ettirdim, nefsimi onlara inandırdım. Nefsime istediklerimi yaptırdım. Bundan maddî - manevî faydalar gördüm. 

     Nefsimin yararlandığı, kabul ettiği gerçekleri; sen de kabul eder, sen de gerekeni yerine getirirsen, benim gibi sen de, her iki dünyanı düzene sokmuş, sonsuz hayattaki güzel yerini şimdiden almış olursun.

     “Neden başkası için çırpınıyor, başkası için kendini paralıyorsun? Başkalarından sana ne be adam?” Diyenlere ise, o büyük zâtlar derler ki: “İnsan kendisi için istediğini, kardeşleri için

de istemeli. Kendisi için istemediğini kardeşleri için de istememeli.” Çünkü, insan olmanın şartı bunu gerektirir.

     Çünkü İslâm’da “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” düşüncesi yok.

     Çünkü İslâm’da “Adam sendecilik!” yok.

     Çünkü İslâm’da “Gemisini kurtaran kaptan!” anlayışı yok.

     Çünkü İslâm’da “Senden başka düşünen yok mu? Boş ver!” zihniyeti yok.

     Çünkü İslâm’da “El için yanma nâra, yak çubuğunu bak safanı ara!” bencilliği yok.

     Çünkü İslâm herkesi, herkesi düşünmeye yönlendiriyor.

     Çünkü İslâm herkesi, herkese el uzatmaya sevk ediyor.

     Çünkü İslâm herkesi, herkesle bir olmaya dâvet ediyor.

     Çünkü İslâm herkesi, iri ve diri olmaya çağırıyor.

     Kısaca herkes; İslâma, Kur’an’a, devlete, millete, vatana, bayrağa hizmette kendisinden başka kimse yok bilecek.

     Herkes diyecek ki, “Ben olmasam bu dâva çöker.” Herkes, kendisini dâvanın ana direği bilecek. “Ben olmasam bu dâva söner.” diyecek. İşte ancak bu düşünce tarzı; herkesin dâvayı omuzlamasını sağlar. Herkes, başkasının varlığından dolayı kendisine lüzum yok, “Ben olmasam da olur.” derse, işte o zaman, o dâva  yürümez. O dâva ayaklar altında kalır.

     Demek ki dâvayı herkes, kendisiyle var, kendisiyle ayakta, kendisiyle yürüyor bilecek. Aksi takdirde, herkesin göstereceği ihmal, dâvanın yerlerde sürünmesi sonucunu doğurur ki, bundan da herkes tamamen sorumlu olur.