Saray bahçıvanı, sarayın bahçesinde rahatça, istediği gibi gezer tozar. Kimse de bir şey demez. Çünkü saraya intisabı ve bağlanışı vardır. Çünkü o sarayın adamı. Çünkü o, saraya mensup. O bağı koruduğu sürece, saray bahçesinde istediği gibi dolaşabilir. Herkes onun mensubiyetini bilir. Ona ses çıkarmazlar. Ona engel olmazlar. Hatta ona görünmezler bile. Yok gibi davranırlar. Bahçıvan, bahçe kendininmiş gibi hissedebilir, rahat hareket eder. Üstelik bahçıvan sarayda tasarruf sahibidir. Bahçeyi istediği şekilde tanzim eder, düzenler. Çünkü bu yetkisi vardır.

     İşte insan da dünya sarayında, saray sahibini tanıdığı, ona bağlı, ona mensup olduğu takdirde, o bahçıvan gibi hür ve serbesttir. Sarayda söz ve tasarruf sahibidir. Demek ki, kulluğunda sultanlığı, sultanlığında kulluğu gizli. Evet Allah’a kul olan, dünyada sultandır. Âhirette de sultan olacak.

     Allah’a kul olmayan, mahlûkata kul ve esir olmak zorunda. Görünüşte kendini sultan da sansa ne yazar? Çünkü kendine cephe alan, kendine yabancı tüm varlık karşısında, korkak ve hiç hükmündedir. Her şey onu korkutur. Her şey onu üzer. Her şey ona düşmandır. Bütün mahlûkatı karşısına alanın sultanlığı, köleliğin ta kendisi olup, avunmaktan başka bir şey değildir.

     Allah hakkıyla mâbuddur. Kendisine tapılmaya lâyık tek İlâhtır. İşte sırf bu yüzden, Allah zâtı için sevilir. Ve sevilmeli. Çünkü kalbler, ancak Allahı anmakla mutmain olur / gönlü kanmış olup doygunluğa ulaşır. İşte “Bismillah” demenin, Allah adına harekete geçmenin sebebi budur.

     Cenabı Hakk, kâinatın kapısını “Bismillah”la açıyor. İnsanları kâinatı gözlemlemeye çağırıyor. Yine “Bismillah” ile kâinatın kapısını kapatacak. “Bismillah” ile Darüsselâm  / Selâmet Yeri olan Cennet yurdunu açacak. Nitekim insanları ebediyyen / sonsuz olarak kalmak ve mutlu kılmak üzere Cennet’e davet ediyor.

     “ ‘Besmele’nin önemini anlamak için ‘Beyanı mu’ciz olan Kur’an’ın yüzondört surelerinin başlarına bak. Hem bütün mübarek kitapların başlangıçlarına bak. Hem bütün mübarek işlerin başlarına bak. Besmelenin değerinin büyüklüğüne en kesin bir delil şudur ki: İmam-ı Şafii hazretleri gibi çok büyük müçtehitler / din âlimleri demişler: ‘Besmele tek bir âyet olduğu hâlde, Kur’an’da 114 defa inmiştir.’

     “ ‘Bismillah’ güneş gibidir. Başkalarını aydınlattığı gibi, kendini de gösteriyor. Her nefes ve her dakika ruhlar ona hava ve su gibi muhtaç olduklarından, onun hakikatini herkesin ruhu hisseder. Kalb ve hayal bilmese de önemi yok. Onun için beyan ve tarife ihtiyaç duymaz.” (İslâm Prensipleri Ansiklopedisi)

     İnsanın ihtiyaçları sonsuz. Çünkü istekleri ebede kadar uzanıyor. Yani insanın her şeyi olsa da ebediyet olmasa, elde ettikleri bir gün elinden çıkacaksa, kendisi de pılını pırtısını toplayıp çekip gidecekse, hiçbir şeyin kıymeti yok. Gerçekten insanın düşmanları sayısız. Bir mikroptan tutun,  düşecek olan bir gök taşı, bir meteora kadar her şeyden korkar. Her şeyden titrer. 

     Buna rağmen, insanın ihtiyaçları sayısız. Çünkü gördüğü her şey, insan için artık bir ihtiyaçtır.

     Hakikaten öyle değil mi? Başını kaldırdığında yıldızları gören insan, oraya gitmenin hesaplarını yapmış, oraya gitmenin çarelerini aramaya başlamış. Nitekim uzayın derinliklerine doğru fırlattığı roketler bunun kanıtı.

     Zaten ihtiyaçlarının sonsuz ufuklarına açılan ve açılmaya da hep devam edecek olan, iki büyük kapısı var insanoğlunun. Biri, ilmin hocası ve en büyük teşvikçisi olan merak unsuru. Diğeri, teknik ve medeniyetin her çeşit ilerlemesini sağlayan ihtiyaç unsuru. Evet “Merak ilmin, ihtiyaç; terakki ve ilerlemenin hocasıdır.”

     Değerli okur! Gâfil bir nefis boş bir gurur içindedir. Nasıl ki bir insanın işi yolunda, sağlığı yerindedir. Değmeyin keyfine. Hani aç biri, kendini doymaz sanır ya! Hani tok kişi kendini acıkmaz sanır ya! İşte böyle bir insan; işi tıkırında, sağlığı yerindeyken; mağrur ve boş bir gurur içindedir!

     Çünkü bu hâlin hep süreceğine inanır. Bu gurur, onu kul olarak asıl yapması gereken şeylerden alıkoyar. En azından gevşekliğe iter, ilgisiz yapar. Kısaca gaflette bırakır. Yersiz bir gururun pençesinde kendini rahat sanır! Zaten insan bir yolcu değil mi? Ruhlar âleminden çıkmış. Düşmüş yola. Sonra konmuş ana rahmine. Sonra gelmiş dünyaya. Oradan kabre, berzaha, haşre doğru yol almıyor mu? Velhasıl ebedülâbâd / ebedî / sonsuz hayat yolunda değil mi? Hem zaten Allah’tan geldi, Allah’a dönüş yolculuğunda değil mi?

     Yüce Allah’ın her şeyi kapsayan ilminden, şehadet / görünür âleme getirilmedi mi? Ete kemiğe büründürülerek dünyada Ayşeler, Fatmalar, Ahmetler, Mehmetler olarak yerini almadı mı? Kısa kâinat / evren yolculuğundan dönmek üzere değil mi? Ayrıca dünyada iken de, yolcu değil mi? Oradan oraya koşuşturup durmuyor mu? Evet herkes seyyah / gezgin hükmünde.