İkaz etmek / uyarmak istenilen birine: “Ey kardeş!” hitabı ve sözüyle başlamalı. Çünkü böyle sesleniş; iki kişi arasında köprü kurmaya yarar. Bu hitapla karşılaşan kimsenin kalbi yumuşar. İki kişi arasında yakınlaşmayı sağlar. Bu hitapla seslenen, karşısındakine: “Sana seslenmeye hakkım  var. Çünkü biz kardeşiz..” demek ister.

     “Ey kardeş!” seslenişi, karşısındakinden kendisini bir kardeş olarak kabul etmesini istemektir. Aynı zamanda “Ey kardeş!” hitabı, hitap edenin, hitap ettiği kimseyi kardeş olarak görüp kabul ettiğini bildirir. “Ey kardeş!” tarzında sesleniş, seslenene, seslenme hakkı verir.

     “Ey kardeş!” şeklindeki sesleniş, iki tarafı da hukuk sahibi kılar. Bu durumda artık seslenen seslendiği üzerinde hak sahibidir. Bunun gibi kendisine seslenilen de seslenen üzerinde hak sahibidir. 

     Çünkü kardeştirler.

     Çünkü artık kardeşlik hukuku içindedirler. 

     Çünkü artık birbirleriyle söyleşmeye, hakları vardır.

     Çünkü artık birbirleriyle bilişmeye hakları vardır. 

     Çünkü artık birbirlerini sevmeye hakları vardır. 

     Çünkü artık Hakk’ın hatırı söz konusudur. 

     Çünkü artık Hakk’ın hatırı her şeyin üstündedir. 

     Çünkü artık Hakk’ın hatırı hiçbir şeye feda edilmez.

     Evet bu hitap tarzı yani “Ey kardeş!” seslenişi, aynı zamanda bir âyetin de gereğinin yerine getirilmesidir.

     Çünkü bizzat âyet mealen: “Mü’minler / İnananlar, ancak kardeştir.” (Hucurât: 10) demiyor mu? O hâlde kardeşler birbirlerine lâkayt / kayıtsız kalamazlar. Kardeşler birbirlerine sırt çeviremezler.

     Bir göz hatırı için, çok gözler sevilir. Öyleyse Yaratan’ın hatırı için yaratılanlar da sevilir. Yaratan’ın hatırı için yaratılanlar da birbirlerini sevmekle mükellef ve yükümlüdürler. Yaratan’ın hatırı için yaratılanlar da birbirlerini kollamakla, birbirlerini yalnız bırakmamakla yükümlüdürler.

     Nitekim Yunus Emre: “Yatatılanı severiz Yaratandan ötürü.” derken bu gerçeği çok güzel bir şekilde ifade etmiştir. Çünkü Hz. Ali’nin cihanşümul / evrensel mesajından şüphesiz haberdardı. Ne demişti Hz. Ali, tayin yerlerine uğurlarken yeni kadı, hâkim ve yargıçlara: “Müslümanlara âdil / adaletli davranın. Çünkü onlar sizin din kardeşleriniz. Müslüman olmayanlara da âdil davranın. Çünkü onlar da sizin insan olarak kardeşlerinizdir.”

     Bir zamanlar, İsrailoğulları Fir’avun ve kavminin zulmü altında inim inim inliyorlardı. Erkek çocukları öldürülüyor, kadınları sağ bırakılıyordu. İsrailoğulları Mısır’da bu çok kötü durumdayken Hz. Musa onlara bir vaatte bulunmuştu. Allah, düşmanlarını helâk ederse kendilerine bir kitap getirecekti. Yüce Allah İsrailoğullarını denizden geçirerek onları esenliğe çıkarmış, düşmanlarını da sulara garketmiş / gömmüştü.

     Vakta ki, Hz. Musa, kardeşi Hz. Harun’u yerine halef / vekil olarak bırakmış. Güzel hareket etmesini, fesat ve bozgunculuk çıkaranlardan olmamasını hatırlatmış. Tâyin edilen zamanda da istenen yere gelmişti. Böylece Yüce Rab, kelâmiyle onu muradına erdirmişti.

     Ne yazık ki, İsrailoğulları, Hz. Musa’nın arkasından; süs takılarının eritilmesiyle yapılan ve içine girip çıkan hava akımından dolayı, böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykelini put edinmişler, ona tapmaya başlamışlardı. Bu durumu Yüce Allah, Hz. Musa’ya bildirmişti. Bundan dolayı Hz. Musa çok büyük bir öfkeyle geri dönmüş. Gelir gelmez kavmine şu yolda seslenmişti:

     Sizi ben şirk ve küfürden uzaklaştırmamış mıydım? Sizi ben tek Allah inancına bağlamamış mıydım? Sizi ben Allah’a nasıl ibadet edileceği hakkında aydınlatmamış mıydım? Bütün bunlara rağmen benim yokluğumda, benim ahdime riayet etmeyerek arkamdan ne fena şeyler yaptınız, buzağıya taptınız! 

     Sonra da Hz. Musa levhaları yere bırakmış. Öfkeyle kardeşi Hz. Harun’un saçından sakalından tutup, şiddetle sarsmaya başlamıştı. Bunun üzerine kardeşi, yumuşak bir sesle: 

     -Ey anamın oğlu (yani ey kardeşim)! dedi.

     Ona böyle seslenmekle şefkat ve merhamet damarlarını kabartmıştı. Yani demek istemişti ki:

     -Ey, anam gibi merhametli olman gereken sevgili kardeşim. Gerçekten bu kavim, neredeyse beni öldürecekti! Öyleyse bana, düşmanları sevindirecek bir şey yapma. Beni o zalimlerle bir tutma. Çünkü ben onlardan da, yaptıkları işlerden de uzağım. Yaptıklarına katılmadım. Onları önlemeye çalıştım. Fakat ne çare, onlara söz geçiremedim. Velhasıl onların hak ettikleri hesaba çekilmeyi, ben müstehak olmuş / hak etmiş değilim.

     İşte Hz. Harun’un kardeşine, kardeşçe davranması, kardeşçe seslenmesi; Hz. Musa’nın öfkesinin sönmesine, dinmesine en büyük etken olmuştur. Hz. Harun’un kardeşliğe yakışır şekildeki hitap tarzı, Hz. Musa’nın sâkinleşmesine yetmiştir.