Bölge haritasının yeniden dizayn edildiği bir dönemde her zamankinden daha bilinçli olmamız gereken bir süreç yaşamaktayız. Gezi Parkı eylemcileri isteklerini demokratik bir şekilde dile getirmeli, yöneticiler de kışkırtıcı davranış ve söylemlere son vermelidir. Bu aşamada eylemcilerin de hükümetin de, atacağı her adımında çok dikkatli olmaları gerekir. Ortadoğu merkezli bir küresel savaş yaşadığımızı hiçbir zaman unutmayalım..
Çarşamba günü Taksim Platformu ile hükümet arasında yapılacak görüşmelerden ne sonuç çıkacağını bilemiyoruz, ama Gezi Parkı’ndan, Taksim Meydanı’ndan tüm dünyaya yansıtılan çeşitli görüşte insanların yan yana, kol kola olabildikleri, görüş ve düşüncelerini haykırabildikleri “güler yüzlü Türkiye” imajı, bölgemizin içinde bulunduğu kaos ortamında,Türkiye’nin en önemli kazancı olmuştur. Bu sosyal barışı korumak hepimizin görevi olmalıdır.
Gezi olaylarını değerlendirirken siyasal sezgi eksikliği yaşamaktayız. Gezi olaylarının siyasi anlamını ve toplumsal tanımını yapmakta zorlanıyoruz. "Arap Baharı" ya da "Occupy Wall Street" benzetmeleri Gezi olaylarını değerlendirmede yetersiz kalıyor. Direnişçilerin Gezi Parkı’nı eylem çadırları ile donatmalarını Paris halkının 1789’da Bastille Hapishanesi’ni ele geçirmesine benzeterek, “Bilişim Devrimi’nin Türkiye’deki patlama noktası” olarak değerlendirenler de var. “Arap Baharı”nı izleyen yabancı televizyonlar ise, Gezi olaylarını dünya kamuoyuna duyururlarken, “dünyada benzeri görülmemiş bir direniş örneği” olarak değerlendirdiler.
Fakat, görünen o ki, "Her yer Taksim, her yer direniş" sloganları ile ülke geneline yayılma eğiliminde olan, buna karşılık “Başbakan’ı yedirtmeyiz” sloganı ile düzenlenen Ak Parti mitigleriyle dengelenmeye çalışılan Gezi Parkı olayları, bir direniş, bir protesto eylemi olmaktan çıkıp, ülkeyi bir anda kaosa götürebilecek bir tehlikeye dönüşebilir. Sosyal, ekolojik duyarlılık ve buna bağlı isteklerle başlayan Gezi direnişi, katılımcıların çeşitlenmesine parallel olarak toplumun çeşitli kesimlerinin isteklerini dillendirmesiyle giderek siyasallaşmıştır. Pazar günü Taksim Meydanı’ndan tüm dünyaya yansıtılan çok renkli demokratik toplum görüntüsü Türkiye’nin kazancı olmuştur. Bu barış tablosuna gölge düşmesine izin vermemeliyiz. Hiç gereği yokken kaosa davetiye çıkarmayalım.
Aman dikkat!
Toplumsal tarihimiz açısından, benzersiz olmasından dolayı, Bilişim Devrimi’nin Türkiye’ye yansıması olarak nitelenen Gezi Parkı olayları üzerinden ülkemizi kaosa sürükleyebilecek bu tehlikenin ne olduğunu, Taksim Platformu tarafından Gezi Parkı eylemlerinin 13. gününde Taksim Meydanı'nda düzenlediği ve toplumun her kesiminden binlerce kişinin katıldığı mitingte çektiğim fotoğraflar gayet açık bir şekilde anlatmaktadır.
Mitingin ortak sloganı şuydu: "Bu isteklere somut sonuç almadan bir yere gitmiyoruz!"
Peki, neydi bu istekler?
"Yönetim istifa"dan, "Genel grev" çağrısına, "Kürt halkına siyasi statü, kolektif kimlik, anadilde eğitim”den, “Gezi Parkı park olarak kalmalıdır”, “Evime, komşuma dokunma”, “Demokratik, ekolojik,cinsiyet özgürlükçüsü bir toplum”, “Riskli alan yasası,sermayenin kasası”, “Eşitlik, özgürlük, kardeşlik”, “Sendikalar göreve genel grev”, “Bizdeki bu ağaç sevgisi astığımız fidanlar için”, “Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılsın”, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni”, “Mülk Allah’ındır”, “Yaratan ve geliştiren halktır”, "Bedenime dokunma, kürtaja özgürlük”e uzanan çok geniş yelpaze oluşturan istekler.
Bu kadar geniş yelpazede dile getirilen ve bir ortak paydası bulunmayan bu isteklerin kısa bir zaman içinde çözümlenmesi mümkün değildir. O nedenle, Gezi Parkı olaylarının bir süre sonra kontrolden çıkması ya da çıkarılması olasılığı büyüktür. Bu sayfadaki fotoğraflarda gördüğünüz sloganların çeşitliliği, kaygılarımızı yoruma gerek bırakmayacak şekilde anlatmaktadır. Bu fotoğraflar, her tür dış yönlendirmeye açık istekler yelpazesi sergilemektedir.
Eylemciler, "Somut sonuç almadan bir yere gitmeyiz" diyorlar. Başbakan Erdoğan ise, “Böyle devam ederseniz, anladığınız dilde konuşuruz” kararlılığında.. Bu zıtlaşmanın kimseye bir yararı olmayacktır Hiç gereği yokken ülkeyi kaosa sürüklemenin hiç kimseye bir yararı yoktur. Hükümetin zıtlaşma değil, diyalog yolunu tercih etmesi tansiyonun düşmesini sağlayabilir. Çarşamba günü Taksim Platformu temsilcileri ile hükümeti temsilen Bülent Arınç arasında yapılacak görüşmelerin bir anlaşmayla sonuçlanmasını diliyoruz.
İDEOLOGLARI VE LİDER KADROSU OLMAYAN HAREKETLER TEHLİKELİDİR
Eylemcilerin Gezi Parkı'nı bir çadır kente dönüştürerek “ele geçirmelerini” Paris halkının Bastil Hapishanesi'ni ele geçirmesine benzeterek, Fransız Devrimi ile, dolayısıyla Endüstri Devrimi'yle paralellikler kurmak gurur okşayıcı bir benzetmedir, ama bu, olası tehlikeleri görmemize engel olmamalıdır. Unutmamamız gerekir ki, devrim niteliğinde istekler içeren toplumsal olaylar, hiçbir zaman spontane hareketlenmeler olarak doğmamışlardır.
Devrim olarak nitelenen orjinal toplumsal hareketlerin uzun bir planlama aşaması, hepsinden önemlisi ideologları ve lider kadrosu vardır. İdeologları ve lider kadrosu olmayan hareketler, dış etkenlere ve yönlendirmelere açık olduklarından, ülkenin geleceği açısından çok tehlikeli gelişmelerdir; ya saman alevi gibi sönüp giderler ya da ülkeyi kaosa sürüklerleyip amacının çok aksi yönünde sonuçlar verebilirler. O nedenle, Gezi Parkı’nın provakasyonlara açık bir alana dönüştürülmesine izin vermemeliyiz. Bu konuda kriz yönetiminin çok önemli sorumluluğu vardır. Başbakan’ın, “Gösteriler sona ermezse anladığınız dilde konuşuruz” yaklaşımı yerine diyalog yolunu tercih etmesinin çok daha doğru olacağı düşüncesindeyiz.
Gezi olayları gibi orjinal bir toplumsal olayı, bilimsel olarak değerlendirirken, olası provakasyon senaryolarını ciddi olarak değerlendirmemiz gerekir. Son zamanlarda Türkiye hakkındaki hiçbir haber, Gezi Parkı haberleri kadar, yabancı medyada yer bulamamıştı. Bir “Türk baharı” beklentisi içinde olanlar Pazar günkü mitingte çok çeşitli görüşlerin yanyana sergiledikleri çoğulcu demokrasi tablosu ile şoke olmuşlardır. Ortadoğu haritasının yeniden dizayn edildiği bir dönemde Türkiye’nin, bölge ülkeleri ve küresel güçler tarafından yakından izlendiğinin bilincinde olmalıyız. Vatandaş olarak isteklerimizi demokratik yollardan dile getirme konusunda Paris’ten, Atina’dan bir adım önde olduğumuzu göstermek için ele geçirdiğimiz fırsatı çok akıllıca değerlendirmek durumundayız.
Aman dikkat!
Gezi Parkı olaylarını, "İktidara tepki olarak ortaya çıkan spontane bir direniş" ya da "Tarım ve Endüstri Devrimi'nden sonra ortaya çıkan Bilişim Devrimi'nin Türkiye'deki tohumlarının tomurcuklanması, çiçek açması" şeklinde de tanımlamak mümkündür. Fakat, bu hoş tanımlamalar gerçekleri görmemize engel olmamalıdır; kendi enerjimizi bize karşı kullanmak isteyebileceklere, Türkiye’yi bir kaosa sürüklemek isteyeceklere asla fırsat vermemeliyiz.
Gezi Parkı eylemlerine katılanların coşkusu, Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrasında renkli çiçekli devrimlerle, işgallerle, "Arap Baharı" rüzgarlarıyla Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan bir coğrafyanın yeniden dizayn edildiği bir dönemde, küresel aktörlerin Gezi Parkı olaylarını kendi çıkarları doğrultusunda manüple edebilecekleri yönünde uyarı yapmamıza engel değildir.
GEZİ PARKI OLAYLARI BİR MANGAL PARTİSİ DE DEĞİLDİR
Gezi Parkı olayları, 7/24 hizmet veren köftecileriyle spontane oluşmuş bir mangal partisi de değildir; Gezi Parkı olayları, “Arap baharı”nı izleyen yabancı televizyoncuların da belirttikleri gibi, toplumsal tarihimiz açısından barışçılığı ile, dayanışmasıyla, çevreciliği ile, demokratikliği ile incelenmesi gereken örnek bir olaydır. Önemli olan, bu tarihi hareketlenmeden insanlarımızın da, ülkemizin de zarar görmemesidir.
Gezi Parkı, belli bir aşamadan sonra, buradaki enerjiyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen küresel aktörlerin odaklanacakları bir nokta olabilir. O nedenle, Gezi Parkı'nda eylem yapan insanlarımızın provakasyonlara karşı çok uyanık olmaları gerekiyor. Barışçıl, çevreci demokratik bir eylem olarak başlayan Gezi Parkı hareketinin aynı doğrultuda sürdürülmesi hepimizin çıkarına olacaktır.
Toplumumuzun yeni bir Taksim olayına şans tanımayacak derecede bilinçlendiğine inanıyoruz. Bölgemiz ülkelerinin içine düştükleri kaos ortamında nasıl perişan olduklarını görüyoruz. Her zamankinden daha bilinçli olmamız gereken bir süreç yaşamaktayız. Gezi Parkı eylemcileri isteklerini demokratik bir şekilde dile getirmeli, yöneticiler de kışkırtıcı davranış ve söylemlere son vermelidir. Bu aşamada eylemcilerin de hükümetin de her adımında çok dikkatli olması gerekir. Ortadoğu merkezli bir küresel savaş yaşadığımızı hiçbir zaman unutmayalım..
Çarşamba günü Taksim Platformu ile hükümet arasında yapılacak görüşmelerden ne sonuç çıkacağını bilemiyoruz, ama Gezi Parkı’ndan, Taksim Meydanı’ndan tüm dünyaya yansıtılan çeşitli görüşte insanların yan yana, kol kola olabildikleri, görüş ve düşüncelerini haykırabildikleri “güler yüzlü Türkiye” imajı, bölgemizin içinde bulunduğu kaos ortamında,Türkiye’nin en önemli kazancı olmuştur. Bu sosyal barışı korumak hepimizin görevi olmalıdır.
Aman dikkat!