İSLAM ALEMİ'Nİ DE,
AKDENİZ'İ DE KAN GÖLÜNE ÇEVİRDİLER

Kurban Bayramı, İslam'ın, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma duygularının gelişmesini hedefleyen, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'i hayırla anmamıza vesile olan bir mübarek gündür. Adettendir, bu mübarek günde eşin dostun hatırı sorulur, bayramı kutlanır. İslam coğrafyasının ve Akdeniz'in emperyalist oyunlarla kan gölüne dönüştürüldüğü, İslam Alemi'nin emperyalistlerin çıkarlarına kurban edildiği bir dönemde, Kurban Bayramı hangi sözcüklerle kutlanabilir, bilemiyorum. Yine de hayırlara vesile olmasını diliyorum: KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN..
Kurban Bayramı, İslam'ın, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma duygularının gelişmesini hedefleyen, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'i hayırla anmamıza vesile olan bir mübarek gündür. Adettendir, bu mübarek günde eşin dostun hatırı sorulur, bayramı kutlanır. İslam coğrafyasının ve Akdeniz'in emperyalist oyunlarla kan gölüne dönüştürüldüğü, İslam Alemi'nin emperyalistlerin çıkarlarına kurban edildiği bir dönemde, Kurban Bayramı hangi sözcüklerle kutlanabilir, bilemiyorum. Yine de hayırlara vesile olmasını diliyorum: KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN..
Bayramlarımızı karartan bu günlere nasıl geldik? Bu soru, bütün İslam Alemi'nin sorgulaması gereken bir sorudur. Fakat, geleceklerini emperyalistlerinin çıkarlarıyla bütünleştirmiş bazı Arap ülkelerinin tavrı nedeniyle, İslam Alemi'ni kan gölünde yaşamaya mahkum eden bu gelişmelerin nedenleri, niçinleri sorgulanmıyor, sorgulanamıyor.
Bu noktada, emperyalizme savaş açmış ve bu savaşını zaferle taçlandırmış Türkiye'nin duruşu, dün olduğu gibi, bugün de önemlidir. Hem İslam Alemi, hem de Türk Dünyası'nın geleceği, tarihin bu önemli dönemecinde, Türkiye'nin duruşuna bağlıdır.
Bu duruşun önemini kavrayabilecek miyiz, olması gereken duruşu sergileyebilecek miyiz? Bütün mesele budur..

İSLAM COĞRAFYASI KAN AĞLIYOR
Ne demek istediğimizi daha net anlatabilmek açısından, İslam Alemi'nin Kuzey Afrikadan Afganistan'a uzanan coğrafyasına bir göz atalım..
Küresel liderliğini sürdürmek isteyen ABD Kuzey Afrika, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kafkasya  enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrolü altına alabilmek  ve İsrail'i Ortadoğu'nun enerji terminali yapabilmek adına Akdeniz'i bir "Batı Gölü"ne dönüştürmek istiyordu. Doları saygınlığını koruması, dolayısıyla küresel liderlik iddiası da buna bağlıydı. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi' (GOP)ni hayata geçirme operasyonları bu amaçla başlatıldı. Spontane gelişen ayaklanmalarla Kuzey Afrika'dan Pakistan'a uzanan engin coğrafyadaki insanlar, sihirli değnek değmişcesine demokrasiye kavuşacaklardı; ülkelerinde biranda evrensel değerler egemen olacaktı. Çoğu Müslüman olan ülkelerin halkları da, dünya kamuoyu da bu masallarla uyutuldu.
Gelinen noktada, bir "Batı Gölü"ne dönüştürülmek istenen Akdeniz, Genişletilmiş Ortadoğu Projesine (GOP)konu olan coğrafyadaki ülkelerin birer Cehennem'e dönüşmesi sonucunda, bu ülkelerde yaşayan zavallı insanların, son bir umut olarak, kendilerini attıkları bir  kan gölüne dönüştü!
"Arap Baharı" estirilerek dalgalandırılan Müslüman coğrafyada toplumlar  önce kaosa, sonra da iç savaşa sürüklenerek değişime, dönüşüme uğratıldılar; ayrıştırıldılar, parçalandılar. Ülkeleri yıllarca sürecek iç savaşlara sürüklenmiş oldu. Irak'ta, Libya'da, Mısır'da, Suriye'de olduğu gibi, kaos ortamına, iç savaşa sürüklelenen coğrafyalarda insanlar, ülkelerini Cehenneme çeviren emperyal güçleri bir kurtarıcı olarak bekler duruma düştüler.
"Beklenenler", göklerden kurtarıcı melekler olarak değil, bombardıman uçakları ve işgal orduları olarak geldiler. Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan engin coğrafyadaki ülkeler, bugün, ne zaman duracağı kestirilemeyen iç savaşlarla paramparça.. Ülkeleri birer Cehennem. Son bir umut olarak kendilerini attıkları Akdeniz, bir kan girdabına dönüşmüş; koynuna atlayan insanları bir karadelik gibi yutup yokediyor.
Batılı emperyalistlerin estirdikleri "Arap Baharı" rüzgarları eşliğinde isyana sürüklelenen bu insanlara demokrasi ve özgürlük vaad edildi. Ayağa kalkıp başlarındaki diktatörleri devirdiklerinde özgür olacaklardı. Ülkelerine demokrasi gelecekti. Partiler kurulacak, seçimler yapılacak, kendi kaderlerini kendileri yazacaklardı. Çağdaş bir ülkede çağdaş insanlar olarak yaşayacaklardı.
Yerli ve yabancı medyada dünya kamuoyuna bu masallar anlatıldı. "Arap Baharı" estirilen ülkelerde insanlar spontane olarak ayaklanarak demokrasi ve insan hakları mücadelesi başlatmışlardı! Ortadoğu tarihinin bu ray değişiminde dış etkilerin kesinlikle bir rolü yoktu. Tersini savunanlar, 'tarihin bu önlenemez akışını göremeyen dinazorlardı'. Demir yumruklu diktatörler gidecek, dönemin ABD dışişleri Bakanı G. Rice'ın işaret ettiği ülkelerde demokrasi çiçekleri açıverecekti.
O günlerde "Arap Baharı" estirilen  ülkelerde yaşanan hareketlenmeri, 'insanların demokrasi özleminden kaynaklanan spontane gelişmiş tarihi başkaldırı' olarak taçlandıran yazar çizer takımına sormak isteriz: "İçiniz rahat mı? Geceleri başınızı yastığa koyduğunuzda ülkeleri Cehenneme dönmüş o insanların çığlıkları kulaklarınızı tırmalamıyor mu? İnsanların son bir umut olarak kendini attıkları Akdeniz'de, bindikleri derme çatma teknelerde kundaktaki çocuklarıyla birlikte boğulup gittiklerini okuduğunuzda rahat uyuyabiliyor musunuz?
"Arap Baharı" rüzgarlarının estirildiği, ülkelerin kaosa sürüklendiği günlerde yazdığınız yazılarla yarattığınız beklentilerin hayata geçirilmesinin, laiklik deneyimi yaşamamış, demokrasi için gerekli siyasi, sosyal ve kültürel altyapısı olmayan  toplumlarda, akşamdan sabaha demokrasi çiçeklerinin açmayacağı gerçeğini neden gözardı ettiğinizi açıklayabilir misiniz?
Irak, Afganistan, Tunus, Libya, Suriye ve Mısır'da yaşananların anlamı nedir? G. Rice'ın "Ortadoğu'da 22 ülkenin sınırları değişecek" müjdesi adım adım hayata geçerken, bu değişim ve dönüşüm rüzgarının ana hedefi ve ülkemizi ne yönde, nasıl etkileceyeciği konusunda neler düşünüyorsunuz?

"ARAP BAHARI" YAŞANAN ÜLKELERDE
ŞİMDİ CEHENNEM RÜZGARLARI ESİYOR

"Arap Baharı" olarak adlandırılan değişim ve dönüşüm hareketlerinin yaşandığı Ortadoğu ülkelerinde, şimdi Cehennem rüzgarları esiyor. Sondan başa doğru gidelim.. İki yılı aşkın süredir iç savaş yaşanmakta olan Suriye'de, Esad kimyasal silahları teslim etmiş olsa da, demokrasi çiçeklerinin açması mümkün mü? Suriye parselindeki çatışmaya el atan aktörlerin gücü ve çokluğu dikkate alındığında, bu kargaşanın kısa zamanda sona ermesi beklenir mi? Ülkede çarpışan çeşitli radikal İslamcu grupların ele geçirdikleri bölgeleri sahiplenmeleri, Suriye'deki iç savaşı derinleştirecek en büyük etkenlerden biri. Üstelik bu gruplar, Suriye konusunda hesapları olan çeşitli ülkeler tarafından destekleniyorlar..
Mısır, Suriye'den farklı mı? Halk ayaklanması ile devrilen Hüsnü Mübarek'ten sonra seçimle iktidara gelen Müslüman Kardeşler'in, iktidarlarının birinci yılı dolmadan bir askeri darbe ile devrilmesiyle, Mısır'da da demokrasi çiçeklerinin açmasına bağlanan umutlar, kısa sürede söndü, gitti.. Mısr'da etnik ve mezhepsel eksende sürdürülen çatışmaların ülkeyi kaçınılmaz olarak bölünme noktasına getireceği konuşuluyor. G. Rice'ın kulakları çınlasın..

ÜLKELER, YILLARCA SÜRECEK İÇ SAVAŞLARLA
PARAMPARÇA EDİLİYOR

Libya'nın, Osmalı yönetim sisteminde olduğu gibi, Trablus, Fizan ve Sirenayka (Barka) olarak üçe bölüneceği Libya işgal edilmeden önce konuşulmaya başlanmıştı. İşgalcilerin, ellerde çiçeklerle karşılandığı Ömer Muhtar'ın ülkesinde,  Libya'nın tatlı petrollerinin bugün kimin cebine aktığını bilen yok. Ne tatlı petrollerin kimin cebine aktığının ne de Kaddafi'nin Avrupa banklarına yatırdığı 4 milyar doların akibetini sorabilecek bir otorite de yok ülkede.. Bildiğiniz gibi, ülkenin Başbakanı Ali Zeydan, bir sabah, kaldığı otelini basan teröristler tarafından kaçırıldı. Sonra, bir takım pazarlıklar sonunda serbest bırakıldı.
Libyalıların  özgürlük ve demokrasi istekleriyle ayağa kalktıkları ilk günlerde yazdığımız bir yazıda, hem Batılıların "Kıvırcık Kafa" olarak andıkları Kaddafi'yi hem de ülkeyi bir iç savaşa sürüklemek üzere hazırlanmış işgal planını ve nedenlerini açıklayarak, tuzağa düşmemeleri çağrısında bulunmuştuk. Sesimizi duyurmamız elbette mümkün değildi. Bizim vurgulamak istediğimiz şey, bizim kilometrelerce öteden gördüğümüz tuzağı, Libya Lideri Kaddafi'nin ve Libya halkının nasıl olup da göremediğini sorgulamaktı. Osmanlı'nın varisi olarak, düne kadar egemen olduğumuz bir ülkede oynanan emperyal oyundan dersler çıkarmaktı.
Acıdır, ama gerçektir; bugün Libya halkı bin pişmandır; evlenirken 10 bin dolar, ev ve araba alırken 10 bin dolar destek aldığı Kaddafi'li günleri aramaktadır.
"Kıvırcık Kafa"nın bir tünelde fare gibi öldürülmesinden bu görüntülerin internette yayınlanmasından sonra Libya'da seçimler de yapıldı. Demokrasicilik müsameresi düzenlendi. Fakat, dünyanın en kaliteli petrolerine sahip çıkacak, Kaddafi'nin Avrupa banklarındaki 4 milyar doların hesabını soracak bir devlet otoritesi oluşturulamadı. Çünkü, seçim yasalarını, seçim sürecini  hazırlayıp yönetenler, ülkeyi işgal eden koalisyon güçleriydi. Ülkenin kontrollü bir kaos içinde olması arzulanıyordu. Öyle de oldu. Ülkenin otoriteyi sağlayacak polis ve ordu gücü henüz yok, kurulamadı.. Bu gün Libya üç parça. Her parselde işgal öncesi silahlandırılan kabileler, kendi çıkarları doğrultusunda bir yönetim düzeni oluşturmuşlar. Libya'nın genelinde bir aşiret düzeni hüküm sürüyor. Libya'nın toplumsal yapısı bilindiği halde insanlar, demokrasi ve özgürlük vaadi ile Kaddafi'ye karşı silahlandırıldılar. Savaştılar. Şimdi, yaşamlarını herhangi bir Avrupa ülkesinde sürdürebilmek için derme çatma teknelerle Akdeniz'e açılıyorlar ve kundaktaki bebeleriyle birlikte dev dalgaların kurbanı oluyorlar..

BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN
Biliyorum, bir bayram yazısı olmadı bu. İslam Alemi'nin kan ağladığı bir dönemde, televizyon kanallarımızın yaptığı gibi, "vur patlasın, çal oynasın" tipinden bir yazı yazmayı, bayram şekeri yerine okurlarımıza afyon sunmayı kendimize yakıştıramadık.
Emperyalist oyun kurucuların küresel krizin narkoz etkisiyle kurguladıkları oyunların kurbanı olmayalım. Kurban Bayramınız mübarek olsun; hayırlara vesile olsun..