Kaht-i Ricâl, adam kıtlığı, yetişmiş devlet adamı azlığı demektir. Başta ABD olmak üzere, ileri demokrasi ile idare edilen memleketlerde, önceki Başkanlar, Cumhurbaşkanları, Devlet Başkan’ları ve Başbakan’lar, hâlen iktidarda olan Başkan’ın, Cumhurbaşkanı, Devlet Başkanı ve Başbakan’ların en üst seviye’den müsteşarları, yakın danışmanları olarak hizmet verirler. Bu ülkelerde, devlet adamları, aslâ “Unumu eledim, eleğimi astım.” diyerek köşelerine çekilip oturamazlar. Amerikan, eski Başkan’ları, başka partilerden seçilmiş olsalar bile, yeni Başkan’a, en üst seviyede müsteşarlık yaparlar, tecrübelerini aktarırlar, ihtiyaç duyulduğunda, Amerikan Başkanlarına tahsis edilen, 1 numaralı uçağa binip Başkan adına, diğer devletlerin Başkan’ları, Cumhurbaşkanları, Devlet Başkanlarıyla en üst seviyede temaslar kurarlar, anlaşmalar için ön çalışma ve etüdlerde bulunurlar. ABD ile Çin, kanlı bıçaklı düşman idiler, ABD eski Başkanlarından, fıstıkçı lakabıyla ma’ruf, Jimi Carter, ABD Başkanı’nın, uçan beyaz sarayı, 1 numaralı ile Çin’e uçmuş, Çin yetkilileri, komünist parti ileri gelenleriyle uzun görüşmeler yapmış ve ABD ile Çin arasındaki buzları çözmüş, iki devlet arasında barışın sağlanmasında çok önemli roller oynamıştı. Günümüzde, Osmanlı coğrafyası dahilindeki ülkeler’de, Rumeli’de, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Körfez ülkelerinde, komşularımız Suriye’de Irak’da, İran’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin basit müdahaleleriyle halledilecek pek çok mes’ele vardır. Komşularımızla alakalı ba’zı mes’eleler vardır ki, uluslararası antlaşmalar, devletler hukuku gereğince, mevcut statükoların korunması bakımından, hâlen, vazife başında bulunan, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın, devletler hukuku ve mevcut statükolar bakımından müdahale edemedikleri, ba’zı hususlar’da, eski Cumhurbaşkanları, Başbakan’lar ve uluslararası şöhreti ve i’tibarı olan, Dışişleri Bakan’ları memleketimiz adına pekâlâ ba’zı temaslar yapabilirler, taraflar arasında arabulucuk yapabilirler. Fakat, memleketimizde, uzun süren bir tek parti iktidarından sonra kısa süren bir demokrasi ilkbaharının ardından gelen, bir Darbe-i Hükümet sonrası, Başbakan’ın, Dışişleri ve Maliye Bakanı’nın idam edilmesi, Cumhurbaşkanı’nın hapse mahkûm edilmesi, memleketimizde siyaseti, vatan’a millet’e hizmet vasıtası olmaktan çıkarmış, düşmanlık ve intikâm fırsatı haline getirmiştir. Bunun için de, ileri demokrasiyle idare edilen ba’zı batılı memleketlerde oluşan bu lüzumlu ve çok faydalı gelenek memleketimizde oluşmamıştır. Hâlen hayatta olan Cumhurbaşkan’larımız 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’dir. Hafızam beni yanıltmıyorsa, T.C. eski Başkan’ları, görev sırasına göre, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’dir. 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, normal seçimle gelmiş, politik orijinli birisi olmadığı, bir Darbe-i Hükûmet sonrası, metazori bir oylama neticesi, kendi kendisini Cumhurbaşkanı ilân ettiği için, bahsi diğer... 10. Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer, bir kasaba hâkimi iken her nasılsa, birinci sınıf hâkim seçilmiş ve yine her nasılsa, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na seçilmiş, yine her nasılsa, çok parçalı bir Meclis’te, üç partiden oluşmuş aciz bir koalisyonun çaresizlik içinde, Cumhurbaşkanlığı’na seçmeye mecbur kaldığı birisidir. Emekliliğinde, tam siper inzivaya çekilmiştir. Kendisinden herhangi bir hizmet beklemek abes’le iştigaldir. Eski Başbakan’lar’dan, Yıldırım Akbulut, aslen Erzincanlı olup, İstanbul Hukuk Fakültesi’nden me’zun olduktan sonra, memleketi Erzincan’da bir müddet serbest avukatlık yapmıştır. Adalet Partisi İl Başkanlığı yapmıştır. Bir müddet, Erzincan Hal Müdürlüğü vazifesini de deruhte etmişti. Onun için 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Sayın Akbulut’un, İçişleri Bakanlığı, TBMM’si Başkanlığı ve Başbakanlığı sırasında, kendisini tahfif ve tazyif için “Hâ! Şu bizim hal müdürü mü?” dediği zattır. Talihsizliği, Türk Siyâset ve Devlet Tarihinde, kuyruklu bir yıldız gibi gelip-geçen, dünya siyasetinin hayranlıkla ve gıpta ile seyrettikleri, büyük devlet adamı, eski Başbakanlarımızdan 8. Cumhurbaşkanımız Merhum Turgut Özal’dan sonra, onun boşalttığı makama gelmiş olmasıdır. Dahiliye Vekâleti, TBMM’si Başkanlığını fevkalâde başarılı geçirmiştir. Başbakanlığı sırasında, gerek muhalefet partilerinin gerekse parti içi muhalefetin bütün tahripkâr davranışlarına karşın, yine de Devlet adamlığı vasfını korumasını bilmiştir. Muhaliflerinin ve müterâke matbuatının hakkında acımasızca uydurdukları çok rahatsız edici fıkralara rağmen, Muhterem Yıldırım Akbulut, siyâset labirentlerinden tertemiz çıkmıştır. Ne kendisi hakkında ne de yakınları için, görevi kötüye kullanma, menfaat sağlama iddiası varittir. Anavatan Partisi’ndeki dört eğilimden, dördüncülerin, yaylacıların, cesed’leri ile Anavatan’da, ruhları ve gönülleriyle başka mahfiller’de olanların desteğiyle gidilen Kurultay’da, Adalet Partisi Genel Başkanlığı’na, dolaysiyle Başbakanlığa tırmanan, eski Başbakan’lar’dan, Mesut Yılmaz, kısa süren Başbakanlıktan sonra, yapılan ilk seçimde (1991), partisi muhalefete düştüğü için Başbakanlığa veda etti. Tâ ki, 28 Şubat döneminde, post-modern darbe’nin üniformasız Başkomutanı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Hüsamettin Cindoruk’un sayesinde, bir süre daha ara dönem, ara rejim Başbakanı olarak vazife yaptı. 28 Şubat post-modern hükûmet darbesinin mimarlarından, Deniz Kuvvetleri Komutanı, bilahare emekli, Güven Erkaya, darbe’nin üniformasız Başkomutanı, Süleyman Demirel ile birlikte, İmam-Hatip Okullarının orta kısmının kaldırılması, sekiz yıllık ilköğretim, İmam-Hatip me’zunlarının, üniversitelere alınmaması için önlerine katsayı engeli gibi engeller çıkarılması, İmam-Hatip me’zunlarının polislik mesleğine kabul edilmemesi ve daha pek çok, 28 Şubat hukukunun veya hukuksuzluğun, mimarlarından, uygulayıcılarından birisi olarak, tıpkı kendisinden önceki, darbe hükûmetlerinde, hükûmet Başkanlığı yapan diğer zevât gibi, Türk Demokrasi Tarihine bir kara leke olarak geçmiştir. Mesut Yılmaz, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı sırasında, Devletin en mühim işlerinin müzâkere edildiği mahfiller’de, sabırla bekleyip, Devletimizin Âlî Menfaatlerini gözeteceği yerde, Avrupa ve Balkan’ları gezen ve bu uğurda “Burnu kırılan Başbakan” olarak da tarihe geçmiştir. Kadîm CHP’li bir aile’den gelme, Robert Koleji me’zunu, Boğaziçi Üniversitesinde kariyer yapmış, ismini ilk def’a, kocası Özer Uçuran Çiller’in, Batık Bankalar Mezarlığı’nın önemli isimlerinden, İstanbul Bankası’nın Genel Müdürü olduğu sıralarda duyurdu. Ülke, 1991 milletvekiliği genel seçimlerine gidiyordu. Siyâsî yasakları, halkoyu ile kaldırılmış Demirel, kırmızı görmüş boğalar gibi meydanlarda... Kendisinin ve yakın çalışma arkadaşlarının siyâsî yasaklı oldukları yıllarda, kendi ta’biriyle, “Tapulu arazisine kurulan gecekonduları” yerle bir edecekti. Bunun için her yol mübahtı. Kendisine, iflah olmaz emânetçisi ve diğerleri, İstanbul’dan rey alabilmemiz için, Robert Koleji me’zunu, Boğaziçi Üniversitesinde İktisad Profesörü, üstüne üstlük Sarışın Güzel Kadın... Partimize da’vet edelim, kendisini aday gösterelim. Âlây-i Vâlâ ile, Sarışın Güzel Kadın partiye katıldı. Seçim propaganda döneminde, “Herkese iki anahtar va’ad etti, birisi ev anahtarı, diğeri araba anahtarı...” Acımasız, insafsız, izansız bir şekilde yapılan seçim propagandasında, meydanlarda olmayan, artık tarafsız, Çankaya’nın dört duvarı arasında ağzı-dili bağlı, Merhûm Turgut Özal, bütün geçmişiyle, ailesiyle, kardeşleriyle seçim meydanlarının mezesi yapıldı. Şu Ümmet-i Merhûme’nin, Azîz Türk Milleti’nin talihsizliğine bakınız ki, 1991 seçimlerinin neticesinde Demirel’in Doğru Yol Partisi tek başına iktidar olamasa da, birinci parti oldu, İnönü’nün oğlu Erdal İnönü’nün partisi CHP’nin redifi SHP ile koalisyon yaptı ve Sarışın Güzel Kadın, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na getirildi. Bu dönem, 1965-1971 arası ta’kip edilen doğru politikalar, 1970’de yapılan ağır acılara ve ıstıraplara sebep olan devalüasyon sayesinde oluşan, bütün dengelerin alt-üst olmasına, başta Sosyal Güvenlik Sistemimiz olmak üzere bütün ekonomik dengelerin bir daha toparlanamayacak bir düzeyde sarsılmasına, ekonomide telafisi imkânsız hasarlara şahid olduğumuz bir dönemdir. Felâketin de felâketi olurmuş! Takdir-i İlâhî, 8. Cumhurbaşkanımızın ânî ufulü, Süleyman Demirel’i Çankaya’ya, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, hattâ Büyük Selçuklu, Selçuklu ve Osmanlı Tarihi de dâhil, devletler tarihimizde ilk def’a olarak, bir kadın Sadrazam, Başbakan oluyordu. Anlı-şanlı, müterâke matbuatı, kırk gün kırk gece tamtam’lar çalarak, bütün memleket sathını bir bayram, panayır sahnesine çevirmişlerdi. Sarışın Güzel Kadın’ın, alt yapısı yoktu. Millî ve manevi değerlere de yabancıydı. İktisadî kariyerini bilimum iktisatçılara bırakıyordu. Demem odur ki, Cumhurbaşkanımız Muhterem Abdullah Gül’ün, Muhterem Başbakanımız R.Tayyip Erdoğan’ın, memleket mes’elelerini müzakere edebilecekleri, ne bir eski Başbakan vardır, ne de bir eski Cumhurbaşkanı...