3 Nisan - 9 Mayıs 2004 tarihleri arasında İngiltere’deydim.

Yine Cambridge şehri yakınlarında kaldım.

Bu ikinci gidişimdi İngiltere’ye.

Geçenki gidişimde olduğu gibi yine dört göz oldum.

Bakmaya değil, görmeye çalıştım.

Bilmeye değil, anlamaya gayret ettim.

Her konuya eğildim. Her hususa meylettim.

Bir kitaba bakar gibi eğilmedim. Bir kitabı okumak için çaba sarfettim.

Bu arada televizyon programlarına da dikkat ettim.

Bizdeki kadın programlarının onlardan örnek alındığını düşündüm.

Bu programlarda genç, güzel ve sıhhatli kadın ve erkeklerin birbirlerini nasıl suçladıklarına ve yekdiğerini nasıl itham edip töhmet altında bıraktıklarına esefle, üzülerek şahit ve tanık oldum.

Hem üzüldüm hem şaşırdım.

Çünkü diğer Avrupa ülkeleri gibi İngiltere de sosyal içerikli konuları aşmış. Problemleri geride bırakmış. Kendi halkının sosyal, toplumsal tüm ihtiyaç ve gereksinimlerini karşılar hâle gelmişti. Genellikle işsizlik sorunları -özellikle kendi halkı için- yok denecek durumda.

Ev ihtiyaçları karşılanır vaziyette. Şehirlerde ve çevre yerleşim yerlerinde -köy demek soğuk kaçacak çünkü buralarda şehirde ne varsa her yerde o var. Mahrumiyet söz konusu değil; kalkınmışlık farkı yok gibi bir şey- sosyal her türlü ihtiyaçlar yerine getirilmiş.

Maddî, görünür bir aksaklığa ne şehirde ne şehir dışında rastlanmıyor. Âdeta ülkenin taşına toprağına devlet veya belediyelerin elleri değmediği bir yer kalmamış.

Fakat bütün bunlara rağmen, insanların birbirlerinden bu denli müşteki ve şikayetçi olmaları. Hele mutsuz genç çiftlerin bu kadar büyük yekün tutmaları, bizi derin derin düşündürdü.

Cevabını ise ancak şu hükümde bulabildim:

“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür.”

Zahirde ve görünüşte mutlu bir hayat sergilemeleri gereken bunca insanın buhran içinde kıvranmaları, gözlerinden mutsuzluk içeren yaşlar dökmeleri, birbirlerini şiddetle suçlamaları ne yazık ki bir gerçekti ve bunun mantıklı bir cevabı olmalıydı.

Evet beden midesi doyanların, maddî bedenin isteklerini yerine getirenlerin, manâ mideleri aç kalıyorsa, manevî bedenlerinin istekleri karşılanmıyor, ihmal ediliyorsa ve bunun da farkına ve ayırdına varılamıyorsa; bu insanların sıhhatli bir bütün teşkil etmeleri imkânsız ve olası değil.

Çünkü kâinat ve evrende her şey çift yaratılmış. Her şey iki kanatlı kuş gibi dengede bırakılmış. Bunlardan biri ihmal edildiği takdirde, dengesizlik hemen kendini gösteriyor.

Madde ve manâ el ele vermedikçe; maddî ve manevî vücud ve beden birbirini tamamlamadıkça, akıl ve kalb işbirliği yapmadıkça yani baş gözü; basiret, gönül ve kalb gözü ile işbirliğine gitmedikçe insanın dengeli bir şahsiyet sahibi olması zor.

Var gibi görünenler, meşguliyet ve uğraşlarından fırsat bulup da, durumlarının henüz farkında olmayanlardır. Yoksa bu denge sağlanmadıkça, sağlam bir yapı mümkün değildir.

İşte bu ülkenin maddeten ihtiyaçları karşılanan insanları; kalbleri, ruhları maneviyatları -istemeyerek- ihmal edilip, boş bırakıldıkları için mutlu olamıyorlar.

Hayata gülümseyemiyorlar. Birbirlerine gülücükler yağdıramıyorlar. Varlık içinde yokluk çeker gibi, durumlarını bir türlü düzeltemiyorlar.

Ta çocukluktan beri, ilkokuldan itibaren çocukları meşgul edecek, her şey mevcut; her yaşta onların ilgisini çekecek, kendisine celbettirecek her türlü maddî oyuncak, eğlence kitap vesaire hepsi var.

Ama bu arada ihtiyaç olarak kendini gösteren ve gösterecek olan manevî ihtiyaçları; bir türlü karşılanamıyor.