Israİl’in Hizbullah Lideri Nasrullah’ın öldürüldüğünü duyurması, Ortadoğu yangının boyut değiştirdiğinin habercisidir. Rusya’nın 2022’ün Şubat’ında Ukrayna’yı işgal etmesine ve 7 Ekim 2024 sonrasında İsrail’in Gazze’yi haritadan silmesine göz yuman ABD’nin, tarihin akışına yön veren bu gelişmeler karşısında benimsediği “kuzuların sessizliği” rolünü daha ne kadar devam ettireceği merak ediliyor. Anlaşılan o ki, ABD’nin, Doğu Avrupa’daki ve Ortadoğu’daki gelişmeler karşısındaki sessizliği, hem AB

Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ın Beyrut’ta 18 Hizbullah yöneticisiyle birlikte  öldürüldüğünün duyurulması,Ortadoğu yangınının boyut değiştirdiğinin habercisidir.  “7 Ekim Ortadoğu’nun 11 Eylülüdür” diyenler haklı çıktı; “Aksa Tufanı”nı gerekçe olarak kullanan İsrail’in, Gazze’ye yönelik saldrılarında onbinlerce masum insan hayatını kaybetti, Gazze haritadan silindi. Geçtiğimiz gün gazeteler, “Netanyahu, İsrail bayrağını dikebilmek için, Gazze’de ayakta kalmış bir bina arıyor” diyorlardı. 7 Ekim’den bugüne Gazze’de yaşananların çok güzel bir özetiydi bu  saptama..
İsrail, Lübnan’da konuşlanmış Hizbullah elemanlarının ceplerindeki önceden tuzaklanmış çağrı cihazlarını, uzaktan gönderdiği sinyallerle eşzamanlı olarak patlatarak başlattığı saldırılar genişleyerek devam ediyor. İsrail’in, Hizbullah’ın Lideri Hasan Nasrullah’ı, yönetim kadrosunu ve elemenlarını hedef alan saldırıyla Lübnan’da, Gazze’deki  insanlık dramının devamı yaşanıyor. İsrail’in Lübnan’ın güney bölgelerindeki Hıristiyan yerleşim birimlerini vurmayacağı düşünülüyordu, ama oralardaki insanlar da evlerini terk ederek, otobüslerle Suriye’ye kaçıyorlar.
İsrail, başta ABD olmak üzere, çeşitli ülkelerden aldığı bombaları, füzeleri hedeflediği bölgelerdeki insanların üzerine ayırım yapmaksızın yağdırarak, “kutlu hedefine” doğru yürüyüşüne devam ediyor.
İsrail’in ne zaman, nerede duracağınıya da kimlerin durdurabileceğini bilen yok. Çünkü Ortadoğu’da İsrail merkezli yaşanmakta olan bu gelişmeler, yalnızca İsrail ile, İsrail’in “kutlu hedefine yürüyüşü”yle sınırlı değil; perde arkasında, gelişmeleri yönlendiren mezhep çatışmaları gibi, Çin’in Avrupa ile elele vererek hayata geçirmeye çalıştığı Kuşak ve Yol Projesi gibi, küresel liderlik mücadelesi gibi çok başka dinamikler var.
“LÜBNAN’A DİKKAT!” DEMİŞTİK..
  19 Nisan 2023 ve 23 Ağustos 2024 tarihli “Lübnan’a Dikkat” başlıklı yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, İsrail, açıktan ABD’nin gizliden Rusya’nın da desteğini yanına alarak, aslında soykırıma yönelik birer katliam olan operasyonlarını “kutlu hedefe yürüyüş” olarak maskeliyor. Böylece, operasyonlarına ruhani bir boyut da kazandırdığından, başta ABD’li Evanjelikler olmak üzere, bazı güçlerin de örtülü desteğini sağlamış oluyor.
Bunun yanı sıra İsrail, Trump döneminde Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) imzaladığı “Yüzyılın Anlaşması” olarak nitelenen “İbrahim Anlaşması” kapsamında, Irak’tan Lübnan’a uzanan bir Şii Kuşağı oluşturma peşinde olan İran’ı ortak düşman olarak gören bazı Arap ülkelerinin de, açıktan desteklerini almasa da, sessiz kalmalarını sağlamış oluyor. İbrahim Anlaşması bölgedeki Sünni Arap ülkeleri tarafından da onaylanmış olduğundan, İsrail’in saldırılarına karşı çıkabilecek güçlü bir cephe oluşturulamıyor.
“LÜBNAN’A DİKKAT!” ÇEKMİŞTİK
7 Ekim’den bu yana Ortadoğu’da, İsrail merkezli olarak yaşanan gelişmelerin küresel çapta yaşanan gelişmelerle olan ilişkilerini irdelediğimizde, karşımıza ABD ile Çin-Avrupa Birliği (AB)-İngiltere cephesi arasında yaşanmakta olan küresel liderlik mücadelesi çıkıyor. Ortadoğu’da İsrail merkezli yaşanmakta olan gelişmeleri, Doğu Avrupa’da Ukrayna merkezli yaşanmakta olan gelişmelerden bağımsız düşünemeyiz. “Lübnan’a O nedenle, 19 Nisan 2023 ve 23 Ağustos 2024 tarihli yazılarımızda, “Lübnan’a Dikkat!” çekmiştik.
 İsrail’in saldırılarının Suriye’ye yönelik olarak artacağı, Nil’den Fırat’a uzanan “Vaad edilmiş topraklar” konusunun daha net olarak gündeme gelebileceği değerlendiriliyor. Eğer İsrail, “Vaad edilmiş topraklar”a yönellik bir “kutlu yürüyüş” hevesine kapılmışsa, bu yürüyüş Suriye coğrafyasının hareketlenmesine neden olacaktır. Bu hareketlenme de doğal olarak Türkiye’nin başını ağrıtacak gelişmeler yaşanmasına neden olabilir. En önemlisi, Suriye’de yaşanacak geniş çaplı bir hareketlenmenin İdlib’te yoğunlaşmış basıncın Türkiye’ye yönelmesine ya da yönlendirilmesine neden olabilir.
Türkiye-Suriye sınırı 911 km. Bu kadar uzun bir sınırı kontrol etmek kolay değildir. Sınırın hemen güneyinde konuşlanmış olan ABD tarafından eğitilip donatılmış olan PKK uzantısı YPG/PYD’yi, Türkiye’yi rahatsız edici davranışlar sergilemesi yönünde cesaretlendirebilir. Bunun devamında, Suriye coğrafyasında, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak bir yapılanmayı yeniden gündeme getirebilir. ABD silahlı kuvvetleri dergisinde yayınlanan BOP’a ilişkin haritayı ve Papa’nın Kuzey Irak’ı ziyareti anısına bastırılan pullardaki haritayı hatırlatmak isteriz.
ASTAN SÜRECİ ORTAKLARI ve BRICS ÜYELERİ NASIL DAVRANACAKLAR?
Suriye coğrafyasında ABD’nin düşlediği bir terör kuşağı oluşturma girişimi, Astana Süreci ortakları olan Türkiye-Rusya ve İran üçlüsünün, eskiden olduğu gibi, yanyana durmalarını sağlayabilecek midir? Rusya ve İran, Astana Süreci’nin yaşatılması konusunda ne ölçüde isteklidir?
Çarlık Rusyası’nın düşlerini gerçekleştirerek sıcak denizlere inmeyi başaran Rusya,  Suriye’nin Akdeniz kıyılarında Tartus ve Himeymim gibi iki önemli üssü elde tutabilmek için nasıl bir duruş sergileyecektir? Rusya’nın korumasına sığınmış olan Esad, Türkiye ile ilişkilerini yeniden canlandırmak için, ilk şart olarak, “Türkiye’nin askerlerini çekmesi” konusunda ısrarcı olacak mıdır?  
İkisi de BRICS üyesi olan, fakat “Kuşak ve Yol” konusunda farklı hedefleri olan Çin ile Rusya’nın, İsrail’in kutlu hedeflerine yürüyüşü konusundaki tutumları ne olacaktır?
Önceki yazılarımızda anlattığımız gibi, Kuşak ve Yol Projesi bağlamında Çin ile yaptığı bir dizi anlaşmayı iptal eden, 25 yıllığına kiraladığı Hayfa limanını geri alan Netanyahu, Kaşgar-Gvadar koridorundan Basra Körfezi’ne inmeye, oradan BAE, Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’in Hayfa limanına, yani Akdeniz’e ulaşmaya, yani en büyük pazarı olan Avrupa’ya “merhaba” demeye hazırlanan Çin’i büyük bir hayal kırıklığna uğratmıştır.
ABD’NİN AB’Yİ PARÇALAMA GİRİŞİMLERİ
Doğu Avrupa’da Ukrayna, Ortadoğu’da İsrail merkezli yaşanmakta olan hareketlenmelerin Hamas ve Hizbullah’tan çok, Çin’i, Çin’in en büyük pazarı Avrupa Birliği (AB) ülkelerini ve Brexit operasyonuyla AB’den kopardığı İngiltere’yi hedef aldığını pekçok yazımızda dile getirmiştik.
O nedenle, İsrail’e karşı bir direniş sergileyen Sünni Hamas’ın ve özellikle de Şii Hizbullah’ın yalnızca İran tarafından değil, Ortadoğu’yu hala arka bahçeleri olarak görmekte olan Avrupa’nın istihbarat örgütleri tarafından da desteklenmekte olduğunu unutmamamız gerekir.  
ABD, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine göz yumarak oluşturduğu korkuyla, Avrupa Birliği ve eski Varşova Paktı üyesi ülkelerin yeniden NATO’ya yönelmelerini sağlamıştı. Böylece, en önemli enerji tedarikçisi olan Rusya ile yollarını ayıran AB, Avrupa Ordusu kurma heveslerinden de vazgeçmiş, birlik çatırdamaya başlamıştı. Almanya’nın Shengen vizesi olanlara bile gümrük kontrolü uygulama kararı, AB’nin çatırdamakta olduğunun en somut göstergesi olarak değerlendiriliyor..
REFİK HARİRİ NEDEN ÖLDÜRÜLMÜŞTÜ?
Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin 2005 yılında neden öldürüldüğünü önceki yazılarımızda anlatmıştık. I. Dünya Savaşı sırasında imzaladıkları Sykes-Picot Anlaşması’yla Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaşan Fransa ile İngiltere de bölgemizi hala arka bahçeleri olarak görmekteler.
 2014 yılında, “Ortadoğu’nun Paris’i” olarak anılan Beyrut limanında yaşanan büyük patlamanın hemen sonrasında Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Lübnan’a uçması, dayanışma mesajı vermesi, Avrupalı emperyalist ülkelerin Ortadoğu coğrafyasına olan ilgilerinin en taze, en somut örneklerinden biridir. Hatırlanacağı gibi, Lübnan’ın Başbakanı Refik Hariri de, 2005 yılında Fransa ile yaptığı gizli anlaşmanın deşirfe olması sonrasında, arabasına konan bombanın patlatılmasıyla hayatını kaybetmişti.
ABD ise, Avrupa’nın Ortadoğu’nun enerji kaynaklarıyla buluşmalarına, Çin’in Avrupa ülkeleri ve destekçileriyle elele vererek yeni bir küresel ekonomik düzen kurmalarına asla razı olmuyor. İsrail’in Gazze’yi haritadan silmesi, Lübnan’a yürümesi, Avrupa ülkelerinin el altından İran’a, Hamas ve Hizbullah’a destek vermeleri küresel aktörler arasında yaşanmakta olan küresel liderlik mücadelesinin bölgemize yansımalarıdır.
İSRAİL’İN “KUTLU YÜRÜYÜŞÜ” NEREDE DURACAK?
Günümüzde, “İsrail’in Hamas ve Hizbullah’ı bitirme operasyonları” olarak algılanan gelişmeler, aslında, ABD’nin desteğini arkasına alan İsrail’in “kutlu hedeflerine yürüme” operasyonlarıdır. İsrail’in bu “kutlu yürüyüşü”nün hedefleri Lübnan ve Golan Tepeleri’yle sınırlı değildir. Bu yürüyüşün asıl hedefi, Musevi kökenli ABD’li ideologlar tarafından kurgulanan ve amaçları dönemin ABD Dışişleri Bakanı G. Rice tarafından, “Bölgedeki 22 ülkenin sınırları değişecek” şeklinde açıklanan Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirebilmektir.
 BOP’u hayata geçirme operasyonları, Astana Süreci ortakları olan Türkiye, Rusya ve İran’ın karşı çıkmaları üzerine, Suriye’de kesintiye uğrayınca ABD, Rusya’nın arka bahçesi saydığı Ukrayna’yı karıştırmış, Rus yanlısı Cumhurbaşkanı Yanıkoviç’in Rusya’ya kaçmasına, Batı yanlısı bir yönetimin iktidara gelmesini sağlamıştı. Putin de, ABD’nin bu atağına Kırım’ı ilhak ederek karşılık vermişti (2015).
ABD’NİN SESSİZLİĞİ
O dönemde Kırım’ın ilhakı, “Rusya’nın, Ukrayna’yı karıştıran ABD’ye karşı tepkisi” olarak değerlendirilmişti. Fakat, 1991’de Kuveyt’i işgal eden Saddam’ı koalisyon ortaklarıyla birlikte cezalandıran, ülkesini 36. Paralel boyunca bölen ABD’nin, Putin’in Kırım’ın ilhak etmesi karşısında sessiz kalmasının nedeni sorgulanmamıştı. Biden başkan seçildiği ilk günlerde, İsviçre’nin Leman Gölü kıyısındaki bir villada buluştuğu Putin ile saatler boyunca neler konuşmuş olabileceğini ABD’nin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine de sessiz kalmasıyla anlayabilmiştik.
ABD, Rusya’nın Kırım’ı ilhak, Ukrayna’yı işgal etmesine göz yumarak verdiği ödünlerle Avrupa’ya korku salmayı, onların bağımsız bir Avrupa Ordusu kurma girişiminden vazgeçmelerini ve yeniden NATO şemsiyesi altına sığınmalarını sağlamıştı. Daha da önemlisi, bu gelişme, Avrupa ülkelerinin Çin ile elele vererek hayata geçirmeye çalıştıkları Kuşak ve Yol Projesi’nin en önemli koridorunun da çökmesi demekti. Bu gelişme Avrupa Birliği’nin çatırdaması demekti. ABD, attığı bir taşla birkaç kuşu birden vurmuş oluyordu.
ABD’nin 2022’ün Şubat’ında Ukrayna’yı işgal etmesine ve 7 Ekim 2024 sonrasında İsrail’in Gazze’yi haritadan silmesine göz yuman ABD’nin, tarihin akışına yön veren bu gelişmeler karşısında benimsediği “kuzuların sessizliği” rolünü daha ne kadar devam ettireceği merak ediliyor.
ABD GELİŞMELERDEN MEMNUN OLMALI Kİ…
Anlaşılan o ki, ABD’nin, Doğu Avrupa’daki ve Ortadoğu’daki gelişmeler karşısındaki sessizliği, hem ABD’li Evanjelikleri hem de ABD derin devletini memnun ettiğinden, Çin ile Kuşak ve Yol Projesi’nin arka planındaki destekçiler pes edinceye kadar sürecektir. İsrail’e yardım ettiği oranda sevap kazanacaklarına inanan ABD’li Evanjeliklerle, sırtındaki 30 trilyon dolarlık borçtan dolayı küresel liderliğini sürdürmek zorunda olan ABD derin devleti, Ukrayna’da ve İsrail merkezli olarak Ortadoğu’da yaşanmakta olan gelişmelerden rahatsız değiller.
ABD, Rusya ile İsrail’i ve kurguladığı, eğitip donattığı terör örgütlerini kullanarak küresel liderliğini sürdürmeye çalışmakta ve bu konuda, kendi açısından, oldukça başarılı sonuçlar almaktadır. Ortadoğu yangını adım adım sınırımıza doğru ilerlemektedir. Geleceğe yönelik hesaplarımızı, yaşamakta olduğumuz bu küresel gerçekler çerçevesinde yapmak durumundayız.