Kur’ân-ı Kerim’de ilk nâzil olan âyet’ler, “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabb’in, en büyük kerem sahibidir.” (Alak 96/1,2,3,4,5) Alak Suresi’nin, ki –bu sureye “İkra” suresi de denilir- ilk beş âyetidir. (Bu sûre’de okumanın, öğrenmenin üstünlüğü, insan yaratılışı, kalemin özelliği, bunların insana Allah’ın ihsanı olduğu, insanın bunları düşünmesi, Rabbi’ne itaat etmesi gerektiği, aksi halde azaba düçâr olacağı ifade buyrulur.)
Kur’ân-ı Kerim’de en son nâzil olan âyet’ler ve sonuncu âyet-i Kerime; Haz.Peygamber’imiz Veda Haccı’nın yolunda iken, Meâl-i Âlîsi, “Senden fetva isterler. De ki: “Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor; Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kız kardeşi bulunursa, bıraktığının yarısı bunundur. Kız kardeş ölüp çocuğu olmazsa erkek kardeş de ona vâris olur. Kız kardeşler iki tane olursa (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer erkekli kadınlı daha fazla kardeş mevcud ise erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. Şaşırmamanız için Allah size açıklama yapıyor. Allah her şeyi bilmektedir.” olan, Nisâ Suresi’nin 176. Âyet-i Kerimesi nâzil olmuş, Arafatta vakfe’de iken, Kasvâ adlı Devesinin üzerinde Ashabı’na hitap ederken de, “Meâl-i Âlîsi,” Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmâl ettim. Üzerinize ni’metimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.” olan Âyet-i Kerime (Mâide Suresi’nin üçüncü âyet-i Kerimesi) nâzil olmuştur.
Bundan sonra da, Meâl-i Âlîsi, “Allah’a döndürüleceğiniz, sonra da herkes hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının,” olan, Bakara Suresi’nin 281. Âyet-i Kerimesi nâzil olmuştur. Bu son âyet-i Kerime nâzil olduğunda, âyet-i Kerime’yi Resûlüllah’a tebliğ eden Cibrîl-ü Emîn, “Yâ Resûlellah! Bu âyet-i Kerime’yi, Bakara Suresi, iki yüz sekseninci âyetin başına koy,” demiştir. (Bu husus Kur’ân-ı Kerim’in nazmi, tertibi, sûrelerin, âyetlerin sıralanması gibi daha ziyâde ümmeti alakadar eder zannedilenlerin de vahiy eseri olduğunu gösterir.)
Bu son âyet-i Kerime’nin nüzulünden sonra, Sevgili Peygamber’imiz seksen bir gün daha yaşamış ve âhirete intikâl buyurmuşlardır. İyi veya kötü amellere ileride terettüp edecek mükâfât veya ceza sahiplerinin kazancı olmak üzere Allah’ın katında amel defterlerine kaydolunmuş bir ödünç veya taahhüd mesâbesinde bulunduğundan, en son nâzil olan bu ayetin ölümü ve kıyâmet gününü hatırlatarak nâzil olması pek mânidârdır. Ayrıca, bu son nâzil olan âyet-i Kerime’nin, ribâ (faiz) âyetleriyle borçlanma ile alakalı âyetlerin arasına vaz’edilmiş olması da, Kur’ân-ı Kerim’in beşerüstü belâgat ve fesâhatini göstermesi bakımından çok manidârdır.

HABEŞİSTAN’A HİCRET EDEN İLK MÜSLÜMANLAR:


Peygamber’imize nübüvvetin verilmesinin 5. yılında, müşriklerin zulüm ve baskıları artık, dayanılmaz bir hal alınca, Peygamber’imiz, ba’zı sahabe’nin Habeşistan’a hicret etmelerine izin vermiştir. Niçin Habeşistan? Habeşistan Necâşî’si Eshâme (Necâşî, Habeşistan Krallarının unvanıdır. Vaktiyle Türk hükümdarlarına hâkân, İran hükümdarlarına kisrâ, Rûm hükümdarlarına kayser denildiği gibi Habeş hükümdarlarına da Necâşî denilirdi.) iman etmiş ve Peygamber’imizin nübüvvetini tasdik etmişti. Aynı zamanda ülkesinde çok âdil bir hükümdar olduğu için, Peygamber’imiz ba’zı sahabe’nin bu ülkeye hicret etmelerine izin vermiş ve tavsiyelerde bulunmuştu. Hicretin yedinci veyahut sekizinci yılında Necâşî Eshâme vefat ettiğinde, “Bugün salih bir kişi ölmüştür. Kalkınız kardeşimiz Eshâme’ye cenaze namazı kılınız,” buyurmuştur. Necâşî Eshâme’nin vefat haberini Mescid-i Nebeviyye’de veriyor, dışarı çıkılıyor, Resûlüllah Efendimiz bizzat Eshâme’nin cenaze namazını gıyabında kıldırıyor. Böylece, İslâm Tarihinde cenazesi gıyabında kıldırılan ilk Müslüman, Habeşistan Necâşî’si Eshâme olmuştur.
Buhârî’nin Haz.Aişe’den rivâyetine göre, Resûlüllah salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz, hicrete hazırlanan Ashâb’a: “Hicret edeceğiniz yer, iki kara taşlık sâha arasında hurmalıkları bulunan bir mıntıka, bir şehir olduğu bana gösterildi!” buyurmuştu. Müslümanlar Medine’den önce buraya (Habeşistan’a), bilâhere Medine’ye dönüp gelmişlerdi.
Habeşistan hicret eden ilk kâfile’de, 11 erkek, dört kadın bulunuyordu. Bunlar; Osman İbn-i Affan, karısı ve Resûlüllah’ın kızı Rukayye, Ebû Huzeyfe İbn-i Utbe, karısı Sehle, Zübeyr İbn-i Avvâm, Mus’ab İbn-i Umeyr, Abdurrahman İbn-i Avf, Ebû Seleme İbn-i Abdü’L-Esed karısı Ümme Seleme, Osman İbn-i Maz’un, Âmir İbn-i Rebîa, karısı Leyla, Ebû Sebüre İbn-i Ebî Rühm, Hâtıb İbn-i Amr, Süheyl İbn-i Beyzâ’, Abdullah İbn-i Mes’ûd (Radiyallâhu anhûm Ecmaîn)..
Habeşistan mühâcir’leri Mekke’den çıktıktan sonra yaya, binitli olarak Kızıldeniz sahiline kadar gelmişler, sahilde yarım Dinar’a kiraladıkları bir gemiyle denizi geçmişlerdi. Merhamet ve adaletiyle bilinen, Habeşistan Necâşî’si, Eshâme, kendilerini hüsn-ü Kabul ve ikramlarla karşılamıştı. Habeşistan muhâcir’lerinin bu iyi hal ve vaziyetleri Mekke’de duyulunca bir sene sonra bir kâfile daha hicret etti. İkinci Habeşiyye’ye Hicret adıyla anılır ki, bu kâfilede kadınların ve çocukların sayıları verilmemiş, Ammâr İbn-i Yâsir’in de aralarında bulunduğu, seksen üç erkek bulunuyordu.
Medine-i Münevvere’ye ilk hicret edenler:
Medine’nin eski adı, Yesrib’dir. Peygamber Efendimiz hicret edip yerleştikten sonra Medînetü’n-Nebî (Peygamber’in şehri) denilmeye başlandı. Ve giderek kısaltılarak Medîne olarak telaffuz edildi.
“Hicret edeceğiniz yer, iki kara taşlık sâha arasında hurmalıkları bulunan bir mıntıka, bir şehir olduğu bana gösterildi,” buyurarak Peygamber’imizin işâret buyurduğu şehir, aslında, Yesrib-Medine idi. Bunun için Mekke’li Müslümanlarla daha önce Habeşistan’a hicret edip Mekke’ye dönen Müslümanlar bölük bölük, Yesrib’e-Medine’ye hicret etmeye başladılar.
Ensâr’dan Berâ (İbn-i Azib) radiyallahu anhuma’nın rivâyetine göre şöyle demiştir; Bize (Medine’ye) ilk önce hicret edenler Mus’ab İbn-i Umeyr ve İbn-i Ümm-i Mektûm’dur. Bu iki zât, Medine Müslümanlarına Kur’ân okuturlardı. Sonra Bilâl, Sa’d İbn-i (Ebî Vakkâs), Ammar İbn-i Yâsir hicret ettiler. Daha sonra da, Ömer İbn-i Hattâb-Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in Ashâbından yirmi kişiyle hicret etti. İbn-i İshâk, hadiste isimleri zikredilmeyen bu yirmi kişiden on üçünün adlarını şu suretle bildirmiştir: Zeyd İbni’L-Hattâb, Said İbn-i Zeyd, Abdullah İbn-i Süraka, Huneys İbn-i Huzâfe, Vakîd İbn-i Abdullah Havlâ İbn-i Ebî Havla, Mâlik İbn-i Ebî Havlâ, Hilâl, Ayyaş İbn-i Ebî Rabîa, Beni Bekir kabilesinden, Hâlid, İyâs, Âmir, Âkil, İbn-i Hacer.. Yirmide adı sayılmayanlar Haz.Ömer’e tâbi aile ferd’leri ve adamları olmalıdır. İbn-i İshâk bu on üç muhâcirin tamamının, Rifâa İbn-i Münzir’e misâfir olduklarını ayrıca bildiriyor...