Türkiye’nin, Irak sınırına tanklarını yığarak, “Gerekirse Dicle Kalkanı’nı da göze alabilirim” sinyali vermesinin nedeni, çoğunluğunu Şii milislerin oluşturduğu Haşdi Şabi’nin, Türkiye’nin bütün uyarılarına rağmen, bir Türkmen kenti olan Tel Afer’e yönelmesidir. 

Musul ve Telafer’de başlatılacak ve Türkmen katliamıyla sonuçlanabilecek mezhep çatışmaları, yalnızca Türkiye’yi ilgilendiren bir durum değildir. Mezhep çatışmaları, bölgenin demografik yapısıyla birlikte inanç iklimini de değiştirmeyi hedeflemektedir. 

“Musul’u kurtarma” operasyonu, Irak’ta, hem Şii-Sünni hem de Arap-Kürt-Türkmen dengelerini etkileyebilecek sonuçlar üretecektir. “Musul’u kurtarma” operasyonunun doğuracağı sonuçlar Irak’taki ve Suriye’deki mezhepsel ve etnik çatışmaları yeniden körükleyecektir. Daha doğrusu, Sünni bir Türkmen kenti olan Tel Afer’in korunma görevinin İran destekli Şii milislerden oluşan Haşdi Şabi örgütüne verilmesinde olduğu gibi, bu çatışmalar bilinçli olarak körüklenecektir. 

Ortadoğu’nun petrol ve doğalgaz zenginliğini yağmalayan çağdaş haramiler, çoğunluğu Sünni olan İslam coğrafyasında, Şii İran’ın önünü açarak uzun soluklu mezhep çatışmaları için gerekli olan cepheler oluşturuyorlar. İslam Alemi, Ortadoğu’da enerji merkezli olarak yaşanmakta olan savaşın ruhani boyutunu göremezse, yaşanmakta olan çatışmaların aynı zamanda bir Haçlı Seferi olduğunu anlayamazsa, bu, İslam’ın en büyük yenilgisi olacaktır. 

O nedenle bütün İslam ülkeleri Türkiye’nin Musul ve Tel Afer çıkışışıyla verdiği mesajı doğru olarak değerlendirmeli ve Türkiye’ye destek olmalıdır. Sorun yalnızca Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun değildir; kurulmak istenen tuzak, yalnız Türkiye’Türyi ve Türkmenleri değil, bütün İslam Alemi’ni hedef almaktadır. 

2014 yılında DEAŞ Musul’u tek kurşun atmadan teslim alırken, Barzani de Kerkük’ü Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) bağladığını duyurmuştu. Musul da, ABD’nin eğittiği terörle mücadele timleri ve peşmergelerle DEAŞ’tan geri alındığında Barzani’ye  bağlanacaktır. Değeri trilyon dolarlarla ifade edilen petrol rezervlerine sahip olan Musul ve Kerkük’ün, Bağdat yönetiminden koparılarak Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne bağlanması post-modern bir işgal örneğidir. Neçirvan Barzani’nin de açıkladığı gibi, Irak Kürt Yönetimi’nin bağımsızlığını ilan etmesiyle, Musul ve Kerkük’ün sahip değiştirme operasyonu tamamlanmış olacaktır. 

Musul ve Kerkük’ün Bağdat Yönetimi’nden koparılarak Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne bağlanmasıyla Ortadoğu huzura kavuşmuş olmayacak, etnik ve mezhepsel çatışmalarla daha derinden sarsılmaya başlayacaktır. Anayasa hükmüne rağmen, Kerkük’ün statüsünü belirleyecek referandumunun yapılmaması, Musul’un “DEAŞ’tan kurtarma” aldatmacasıyla sahip değiştirmesi, Ortadoğu haritası yeniden şekillendirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) en önemli operasyonlarından biridir. 

Irak’ın en stratejik petrol kentleri olan Kerkük ve Musul’un uluslararası hukukun ayaklar altına alınarak sahip değiştirmesi, tarihte benzeri görülmemiş uluslar arası bir soygun operasyonudur. Böylesine büyük bir soygunun hem bölge barışını hem dünya barışını hem de İslam Alemi’nin huzurunu tehdit eden sonuçları olacaktır. Türkiye açısından da, başta sınır güvenliği ve Türkmenlerin can güvenliği olmak üzere, bir dizi olumsuz sonuçlar üretecektir. 

Çağdaş haramilerin Ortadoğu’daki yağma ve talanı “uluslar arası hukuk çerçevesinde” (!) sürdürülürken, bölgedeki Türk varlığı vesayetçi terör örgütleri eliyle  düzenlenen katliamlarla yok ediliyor. Bölgedeki Türk izlerini silebilmek için, yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimleri yakılıp yıkılarak harabeye dönüştürülüyor. Türkiye, Halep’ten sonra, Musul’un ve Tel Afer’in de mezhep çatışmalarına sürüklenmesinden, yakılıp yıkılmasından, haritadan silinmesinden kaygı duyuyor. Başika’da asker bulundurmasının, Ninova Muhafızlarına eğitim vermesinin, “Musul operasyonunda alanda da masada da bulunacağım” kararlılığının nedeni buydu. Türkiye, Musul operasyonu öncesinde, Şii milislerden oluşan Haşdi Şabi’nin Sünni ağırlıklı Musul’dan ve Tel Afer’den uzak durmasını, aksi halde bir mezhep çatışmasının tetiklenebileceği uyarısında bulunmuştu. 

TÜRKMEN KATLİAMINA İZİN VERMEYİZ, AMA SORUN TELAFER’LE SINIRLI DEĞİL

Türkiye’nin, Irak sınırına tanklarını yığarak, “Gerekirse Dicle Kalkanı’nı da göze alabilirim” sinyali vermesinin nedeni, çoğunluğunu Şii milislerin oluşturduğu Haşdi Şabi’nin, Türkiye’nin bütün uyarılarına rağmen, bir Türkmen kenti olan Tel Afer’e yönelmesidir. 

Musul ve Telafer’de başlatılacak ve Türkmen katliamıyla sonuçlanabilecek mezhep çatışmaları, yalnızca Türkiye’yi ilgilendiren bir durum değildir. Mezhep çatışmaları, bölgenin demografik yapısıyla birlikte inanç iklimini de değiştirmeyi hedeflemektedir. 

“Musul’u kurtarma” operasyonu, Irak’ta, hem Şii-Sünni hem de Arap-Kürt-Türkmen dengelerini etkileyebilecek sonuçlar üretecektir. “Musul’u kurtarma” operasyonunun doğuracağı sonuçlar Irak’taki ve Suriye’deki mezhepsel ve etnik çatışmaları yeniden körükleyecektir. Daha doğrusu, Sünni bir Türkmen kenti olan Tel Afer’in korunma görevinin İran destekli Şii milislerden oluşan Haşdi Şabi örgütüne verilmesinde olduğu gibi, bu çatışmalar bilinçli olarak körüklenecektir. DEAŞ kullanıldı; şimdi Haşdi Şabi eliyle, Musul ve Telafer merkezli bir mezhep çatışmasıyla İslam Alemi uzun soluklu bir iç çatışmaya sürüklenmek isteniyor. Bu arada, Şii milislerden oluşan Haşdi Şabi bünyesinde Hristiyan milislerden oluşturulan Babiliyyun Tugayı’nın olduğunu da not düşelim. 

Ortadoğu’nun petrol ve doğalgaz zenginliğini yağmalayan çağdaş haramiler, çoğunluğu Sünni olan İslam coğrafyasında, Şii İran’ın önünü açarak uzun soluklu mezhep çatışmaları için gerekli olan cepheler oluşturuyorlar. İslam Alemi, Ortadoğu’da enerji merkezli olarak yaşanmakta olan savaşın ruhani boyutunu göremezse, yaşanmakta olan çatışmaların aynı zamanda bir Haçlı Seferi olduğunu anlayamazsa, bu, İslam’ın en büyük yenilgisi olacaktır. 

O nedenle bütün İslam ülkeleri Türkiye’nin Musul ve Tel Afer çıkışışıyla verdiği mesajı doğru olarak değerlendirmeli ve Türkiye’ye destek olmalıdır. Sorun yalnızca Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun değildir; kurulmak istenen tuzak, yalnız Türkiye’ye değil, bütün İslam Alemi’ni hedef almaktadır. 

TÜRKİYE’NİN TEL AFER’E İLİŞKİN KAYGILARI NEDİR?

Silopi’ya tank sevkiyatı Türkmenlerin yaşadığı Tel Afer’i Haşdi Şabi’ye karşı korumaya yönelik bir müdahale olasılığı mıdır, yoksa, PKK’nın Tel Afer’in hemen batısındaki Sincar’da yeni kamplar oluşturmasını önlemeye yönelik bir kararlılık gösterisi midir? 

Her iki olasılık da Türkiye’nin hazırlıklı olmasını gerektiriyor, ama bu tehlikeli gelişmenin ruhani boyutlarını da gözden kaçırmamak gerekir.

ABD’nin Irak’ı işgali sırasında, Irak Kürt Bölgesi Yönetimi ile Suriye arasında Türkmeneli tampon bölgesi vardı. Çoğunluğu Türkmen olan Tel Afer de Türkmeneli sınırları içindeydi. Geçen yıl DEAŞ, Musul’un batısındaki ağırlıklı olarak Ezidilerin yaşadığı Sincar’a saldırdı. Yalnızca bir günlük bir çatışma sonrasında DEAŞ Sincar’dan kaçtı, ilçenin kontrolü PKK/YPG güçlerine geçti. Sincar, Kandil’den sonra PKK’nın ikinci büyük üssü oldu. Telafer’de ve Kerkük’te ve Sincar’da kotrolü ele geçiren peşmergelerin ve PKK/YPG’nin Musul operasyonuna birlikte katılmaları da mümkündür. 

DEAŞ’ın 2014 yılında Musul’u ardından Telafer’i ele geçirmesiyle Türkmenler büyük bir savrulma yaşamışlardır. Dicle’nin batısı DEAŞ’ın kontrolüne girmiştir. Yüzlerce yıllık bir Türk kenti olan Telafer’in Türkmenleri Necef, Kerbela ve bugün peşmergelerin kontrolünde olan Kerkük’e sığınmak zorunda kalmışlardır. Türkiye, Musul’la birlikte Telafer’in de kurtarılması konusunda ısrarcı olmak zorundadır. 350 bin nüfuslu bu Türkmen kentinde bugün yalnızca 30 bin Türkmen yaşamaktadır. 

Türkiye Telafer’in, DEAŞ’tan sonra Haşdi Şabi kontrolüne girmesinin sakıncalarını mutlaka anlatabilmeli ve Necef, Kerbela ve Kerkük’e göçmek zorunda kalan Türkmenlerin kentlerine dönmesini sağlamalıdır. Aksi takdirde Telafer PKK ve YPG’nin kontrolüne geçecektir. Türkiye hem sınır güvenliği hem de Türkmeneli coğrafyasıyla olan bağlantısı açısından Telafer’e ilgisiz kalamaz. Telafer, Musul ve Kerkük’ün geleceği ile birlikte düşünülmelidir. 

“ALİ BABA VE KIRK HARAMİLER”İ MASAL BİLİRDİK, DEĞİLMİŞ..

Baştan beri dikkat çekmeye çalıştığımız gibi, sorun yalnızca Türkiye ve Türkmenlerle de sınırlı değildir. Bütün bölge halklarına yönelik çok ciddi bir tehdit söz konusudur. Ortadoğu coğrafyasında, İslam’dan, İslam’ın yüzyıllarca sancaktarlığını yapmış olan Türklerden arındırılmış bir iklim oluşturulmak istenmektedir. Yüzyıllardır bu toprağın ekmeğini yemiş suyunu içmiş insanların bu saldırıyı biran önce görmeleri ve elele vermeleri gerekiyor. “Ali Baba ve Kırk Haramiler”i biz masal bilirdik, ama değilmiş; yaşadık gördük. Uyanalım artık..