Türkiye ile Rusya arasındaki krizin giderek tırmandığı bir dönemde kuruluşu açıklanan “Teröre Karşı İslam İttifakı”, Başbakan Davutoğlu’na göre,” Terörle İslam’ı özdeşleştirmek isteyenlere güzel bir cevap.”Fakat, bu ittifaka ilk katılacak 34 İslam ülkesi arasında Irak, İran ve Suriye’nin olmaması nedeniyle, kurulacak İslam Ordusu yalnızca Sünni İslam’ın vurucu gücü olacak, bu da, İslam Alemi’nde bölünmelere ve Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi, sonu gelmez mezhep savaşlarının başlamasına neden olabilecektir. Bu ciddi olasılık, Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Muhammed bin Salman tarafından düzenlenen sürpriz bir basın toplantısıyla açıklanan “Teröre Karşı İslam İttifakı”nın arkasındaki dinamiklerin ve gerçek hedeflerinin sorgulanmasına neden oldu.
Suudi Savunma Bakanı Prens Muhammed bin Selman, “Teröre Karşı İslam İttifakı” adı altında oluşturulması planlanan İslam Ordusu’nun kuruluş amacını açıklarken şöyle dedi:
“İslam dünyasının pek çok kısmında terörle mücadele çabalarını desteklemek ve koordine etmek için Riyad’da bir operasyon merkezi olacak. Bu duyuru İslam dünyasının bu hastalıkla teyakkuzundan geliyor, böylece, İslami dünya bu hastalıkla mücadelede bir ortak olabilecek.”
Bu ifadeden, ilk bakışta, “mezhebi ya da adı ne olursa olsun tüm kötülüklerden İslam halkını korumak” amacıyla oluşturulan İslam Ordusu’nun kime karşı kurulduğunu, kimlerle nasıl savaşacağını ayrıntılarıyla görmek mümkün olmuyor. Bu nedenle, “teröre karşı” kurulduğu belirtilen bu ittifak, medyamız tarafından pek mahçup bir tavırla duyurulmuş olsa da, dış basında büyük yankılara neden oldu. Kafalar karıştı.. Çünkü, İslam Ordusu içinde adı geçen Pakistan, “Benim haberim yok” derken, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr, İslam Ordusu’nun hedefinin terörle sınırlı kalmayacağını, terörle savaşın, sürecin yalnızca bir parçası olduğunu” söylüyordu.
Türkiye ile Rusya arasındaki krizin giderek tırmandığı bir dönemde kuruluşu açıklanan “Teröre Karşı İslam İttifakı”, Başbakan Davutoğlu’na göre,” Terörle İslam’ı özdeşleştirmek isteyenlere güzel bir cevap.” Fakat, bu ittifaka ilk katılacak 34 İslam ülkesi arasında Irak, İran ve Suriye’nin olmaması nedeniyle, kurulacak İslam Ordusu yalnızca Sünni İslam’ın vurucu gücü olacak, bu da, İslam Alemi’nde bölünmelere ve Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi, sonu gelmez mezhep savaşlarının başlamasına neden olabilecektir. Bu ciddi olasılık, Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Muhammed bin Salman tarafından düzenlenen sürpriz bir basın toplantısıyla açıklanan “Teröre Karşı İslam İttifakı”nın arkasındaki dinamiklerin ve gerçek hedeflerinin sorgulanmasına neden oldu.
Suudi Devet Ajansı SPA, konuyla ilgili yayınladığı açıklamada, İslam Ordusu’nun ”Şekli, mezhebi ve ismi ne olursa olsun, yeryüzünde fitne ve fesat çıkaran, insanları korkutan ve öldüren silahlı terör örgütlerine karşı oluşturulduğunu” duyurdu. Peki, bu ittifakın çok daha önceleri kurulması gerekmez miydi? İslam ülkeleri, “Allah-u Ekber” nidalarıyla kafa kesen IŞİD/DEAŞ’ın İslam’ı itibarsızlaştırma operasyonlarına, Şii Arap ve Türkmenleri katletmesine, göçe zorlamasına neden bugüne kadar ilgisiz ve sessiz kaldılar?
Suudi Arabistan önderliğinde kurulması planlanan “Teröre Karşı İslam İttifakı” yalnızca terör olaylarını mı hedef alacak? Çünkü, “Yeryüzünde fitne fesat çıkaran terör örgütleri” tanımının kapsama alanı çok geniş.. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr de, İslam Ordusu’nun hedefinin terörle sınırlı kalmayacağını, terörle savaşın, sürecin yalnızca bir parçası olduğunu” söylüyor. Bütün bu üstü kapalı açıklamalar bölge ve dünya barışı konusunda ciddi kaygıların doğmasına neden oluyor.
İslam Ordusu’nun kara operasyonlarının ilk hedeflerinin Irak, Suriye, Mısır, Libya, Yemen ve Afganistan olacak. Bu ülkelerdeki operasyonlarda İslam Ordusu, terör örgütlerinin yanı sıra, ağırlıklı olarak İran ve Rusya ile karşı karşıya gelecektir. İslam Ordusu bu kadar geniş bir alanda sorunsuz olarak kara operasyonları yapabilecek midir? ABD, Batılı ortakları ve Rusya cephesi İslam Ordusu’nun bütün bu operasyonlarına ilgisiz kalabilecek midir? İran’ın bölgede, özellikle de Yemen’de etkili olmasından rahatsız olan Suudi Arabistan önderliğinde kurulan İslam Ordusu, öncelikle İran’ı mı hedef almak isteyecektir? Böyle bir girişim, Irak ve Suriye’nin de İran’ın yanında yer alacak olmalarından dolayı, bölgemizde, sonu gelmez bir mezhep savaşlarının başlamasına neden olmayacak mıdır?
Yalnızca Sünni ülkelerin askerlerinden oluşan İslam Ordusu’nun IŞİD/DEAŞ’a yapacağı kara operasyonları bile, İslam Alemi’nde -Ortaçağ Avrupası’nda olduğu gibi- sonu gelmez mezhep savaşlarının kapısını aralayabilir. Bazıları “Teröre Karşı İslam İttifakı”nı ve İslam Ordusu’nu ciddiye almıyor, rahmetli Erbakan’ın İslam’ın NATO’suyla ilişkilendiriyorlar, ama bugün Ortadoğu’da İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyaya hükmeden IŞİD/DEAŞ’ın da başlangıçta ciddiye alınmadığını hatırlatmak isteriz.
Ciddi olarak yanıtı aranması gereken bir soru da şu: İran’ı kendisi için en büyük tehdit olarak gören, Ortadoğu’nun enerji terminali olma konusunda kararlı olan İsrail, İslam Alemi’ni kaosa sürükleyecek olası mezhep çatışmalarının neresinde olacaktır?
SUUDİ ARABİSTAN HİLAFETİ Mİ HEDEFLİYOR?
Hatırlanacağı gibi, Irak ve Suriye’nin Sünni bölgelerinde İngiltere büyüklüğünde bir coğrafyayı ele geçirerek devlet ilan kuran ve hilafet ilan eden IŞİD/DEAŞ’ın “kullanım süresi dolmuştur” diye etiketlenerek tarih sahnesinden silinmesine yönelik operasyonlar, kaçınılmaz olarak hilafet kurumunu gündeme getirecektir. Suudi Arabistan, öngörülen operasyonların belli bir aşamasında, “Teröre Karşı İslam İttifakı”nın başkanı olarak, hilafet kurumunun Riyad’da olması gerektiğini savunabilir. Hilafet kurumunu kaldıran bir ülke olarak, bu olasılığı dikkate almak ve olası sonuçlarını tartışmak durumundayız.
PUTİN’İN IŞİD/DEAŞ’A KARŞI NÜKLEER SİLAH TEHDİDİNİ CİDDİYE ALMAK DURUMUNDAYIZ
Bazı yorumcular, “Suud şakası” diyerek ciddiye almak istemiyorlar; fakat, oluşturulması planlanan İslam Ordusu haberlerini, Putin’in IŞİD/DEAŞ’a yönelik nükleer silah kullanma tehdidi ile birlikte okuduğumuzda, “Teröre Karşı İslam İttifakı”nın, Suriye parselinde kilitlenen enerji merkezli paylaşım savaşını biranda “Medeniyetler Çatışması”na dönüştürme olasılığını da hiçbir zaman gözardı etmemek gerekir. Çünkü Rusya, Putin’in Kırım’ı ilhaki sonrasında uygulanan yaptırımlar ve petrol fiyatlarının hızla düşmesi nedeniyle ciddi bir ekonomik kriz içindedir ve bir ölüm-kalım savaşı vermektedir. Bu nedenle, göze alabileceği bazı riskler, Papa’nın başladığını açıkladığı III. Dünya Savaşı’nın nükleer aşamasına geçilmesine neden olabilir. Hıristiyan Dünyası’nın dini lideri, “III. Dünya Savaşı”ndan söz etmek gereği duymuşsa, dünya barışı ciddi olarak tehlikede demektir.
Allah sonumuzu hayır eylesin..