İki taraf, Allah’ın Kitabı’nın hakemliği gerektiğinde Resûlüllah’ın sünnetine uyma hususunda mutâbık kalmışlarsa da bir kere yanan fitne ateşi bir türlü sönmemiş-söndürülememiştir. Ba’zıları Haz.Ali’yi, ba’zıları ise Haz.Muaviye’yi halife olarak tanımaya devam ettiler. Yeniden her iki taraf da yeniden muhtemel bir savaş için hazırlıklar içindeydiler. Haz.Ali Hakem vaka’sından sonra Kûfe’ye çekilmişti. Isyan’ları bastırmak, İslâm âleminde vahdeti te’min için hazırlıklar yapılmış, yaklaşık 40.000 kişilik bir ordu teşkil edilmiş sefere hazırlanıldığı bir sırada, gaddar bir Hâricî olan Abdurrahman bin Mülcem tarafından zehirli bir hançerle sabah namazı sırasında ağır yaralanmış, aldığı bu yaranın te’siriyle iki gün sonra (19 veya 20 Ramazan 40’ta, 26 veya 28 Ocak 661)’de irtihal-i Dâr-ı Bekâ eylemiş, Kûfe’ye (günümüzde Necef) defnedilmiştir. 
Bundan sonra, Haz.Muaviye Suriyeli’lerin de tam desteğini te’min ederek başta Mısır olmak üzere Haz.Ali’nin hâkimiyyeti altında olan pek çok yeri ele geçirir ve Emevî Devletinin temellerini atar... 
Haz.Ali Kûfe’de (günümüzde Necef) şehid olduğunda Haz.Hasan da Kûfe’de idi. Ubeydüllah bin Abbas bin Abdülmuttalib bütün Kûfe’li’leri Halife olarak Haz.Hasan’a bi’at etmeye da’vet etti ve bu da’vet kabul edildi. Haz.Hasan (19 veya 21 Ramazan 40 – 26 veya 28 Ocak 661) Halife ilân edildi ve kendisine bi’at edildi. Hazret-i Hasan hilâfet müddeti hakkında ihtilâf edilmiştir. Ba’zıları hilâfetinin dört ay üç gün, diğer ba’zılarına göre de altı ay üç gün devam ettiği anlaşılmaktadır. 
Sevgili Peygamber’imizin “Ben’den sonra hilâfet otuz yıldır. Ondan sonrası meliklik ve emirliktir” buyurması Hulefâ-i Râşidîn’den dördünün hilâfet günleri 29 – 5 yıl devam ettiğine göre Haz.Hasan’ın hilâfet müddetinin altı ay üç gün olması gerçeğin ifadesidir. 
Haz.Hasan, (28 Safer 49 – 7 Nisan 669) tarihinde Medine-i Münevvere’de vefat etti. Ölmeden önce kardeşi Hüseyin’e, dedesi Resûl-i Ekrem’in yanına mümkün olmazsa Cennetü’l-Bakî’de annesinin yanına defnedilmesini vasiyet etmişti. 
Müçtebâ, tâkî, zeki ve sıbt lakaplarıyla tanınan Hasan Efendimiz Medine Vali’i Sâbî bin Âs’ın kıldırdığı cenaze namazından sonra Cennetü’l-Bakî’de annesi’nin yanına defnedilmiştir. 
Hicrî üçüncü yılda Medine’de doğmuştu. Hicrî 49.yılda yine Medine’de irtihâl-i Dâr-i Bekâ buyurduğuna göre, 46 yaşında henüz genç denilebilecek bir yaşta vefat etmiştir. Cennet genç’lerinin efendisi olduğu gibi dünya gençlerinin de efendisiydi. (Allah ondan, o da Allah’tan râzî olsun) 
HAZRETİ HÜSEYİN’İN ŞEHÂDETİ: 
Hazreti Hüseyin, Ebû Abdullah el-hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib el-Kreyşî el-Hâşimî eş-Şehîd (vefatı Hicrî 61 – Milâdî 680) 
Hazreti Hüseyin, babasının halifeliği sırasında, Kûfe’ye giderek Haz.Ali’nin bütün seferlerine katıldı. Haz.Ali’nin şehâdetinden sonra da babasının vasiyetine uyarak ağabeyi Haz.Hasan’a itaat etti. Haz.Hasan’ın vefatından sonra (60-680), 1.Yezid’in melikliğinde kadar kendini tamâmen ibadete vererek zühd ve takvaya dayalı sade bir hayat sürdürdü. Haz.Hasan’ın vefat haberi Kûfe’ye ulaşınca, Kûfe’deki ba’zı fitne ehli, babasıyla ağabeyi’nin intikamının alınması için emrini beklediklerini bildiren bir mektup göndermişlerdi. Bu arada Haz.Muaviye taraftarlarının, cami’i’lerde başlattığı, Haz.Ali ve taraftarlarına, hakarete yeltenilen konuşmalarda karşı çıktığı için katledilen Hucr bin Adî’nin (51/671) haberini iletmek ve Haz.Hüseyin’i Kûfe’ye da’vet etmek üzere, Kûfe’nin ileri gelenlerinden birisi Medine’ye gitmişti. 
Durum’dan haberdar olan Haz.Muaviye, Haz.Hüseyin’e, fitne çıkarmak isteyen kimselere fırsat vermemesi konusunda tavsiyelerde bulunmuş, Haz.Hüseyin de cevâbî mektubunda, “Aslâ seninle savaşmak ve sana karşı çıkmak niyetinde değilim,” demişti. 
Haz.Muaviye’nin vefatı üzerine (60-680) Melik olan Muaviye bin Yezîd Medine vali’i Velîd bin Utbe bin Ebû Süfyân’dan her ne şekilde olursa olsun, Haz.Hüseyin ve diğerlerinden bi’at almasını istedi. 
- Haz.Hüseyin Velîd ile görüşmeye gittiğinde “Benim gibi bir adam gizlice bi’at etmez-edemez. Zâten sen de hâlk huzurunda açıkça yapmadığım bir bi’ata râzi olmazsın,” diyerek ertesi gün halkın önünde bi’at edeceğini bildirdi. Mervan Velîd’e, yanından ayrılmadan önce Hüseyin’in bi’atını te’min etmesini veya boynunu vurdurmasını tavsiye etti. Velîd, “Sen benim için dinimi yıkacak bir şey tavsiye ediyorsun. Yemin ederim ki, Hüseyin’i öldürmek suretiyle dünya’nın her yanına, üzerine güneşin doğup battığı bütün mal ve mülküne sahip olacağımı bilsem yine de bunu istemem,” diyerek Mervan’ın bu teklifini şiddetle red’etti.
Bu şartlar müvâcehesinde, Velîd’in yanından ayrılan Haz.Hüseyin, (28 Recep 60 – 04 Mayıs 680) gecesi kendisine “şu anda böyle bir harekette bulunmasının yanlış olacağını” söyleyen baba bir Kardeşi Muhammed bin Hanefiyye hâriç bütün aile fertlerini yanına alıp Mekke’ye doğru yola çıktı. 
Haz.Hüseyin’in Yezid’e bi’at etmeyip Mekke’ye gittiğini haber alan Kûfe’li’lerden, Şebes bin. Rib’i ve Süleyman bin. Surad gibi ba’zı ileri gelenler onu hilâfet makamına getirmek için kendisine da’vet mektubu yazdılar. Ayrıca, Ebû Abdullah el-Cedelî başkanlığında bir hey’et gönderdiler. Bunun üzerine Haz.Hüseyin, durumu yerinde incelemesi için amcasının oğlu, Müslim bin. Akîl’i Kûfe’ye yolladı. (05 Şevvâl 60 – 09 Temmuz 680) tarihinde Kûfe’ye ulaşan Müslim İbn-i Avsece’nin evine indi. Haz.Hüseyin adına bi’at almaya başladı. İlk aşamada 12.000 veya 30.000 kişinin bi’at ettiği ve hattâ Müslim’in Kûfe Mescidinde açıkça bir konuşma yaptığı rivâyet edilmektedir. 
Müslim bin Akîl, Mekke’ye dönmeden Kûfe’de fitne çarkları döndü. Müslim’in şahsında, Haz.Hüseyin’e bi’at edenler bi’atlarından caydılar. Şehir’de büyük bir kargaşa meydana geldi. Büyük kalabalıklar bir Müslim’in yanında bir Müslim’in karşısındakilerle birlikte oldu. Nihâyet Müslim’in etrafında 30 kişi kalmıştı. Gece’nin ilerleyen saatlerinde onlar da etrafından dağılınca, Kinde Kabilesine mensup TAV’a adlı bir kadının evine sığınan Müslim, ihbar üzerine anarşist gruplar tarafından şehid edilmişti. Müslim, önce bi’at edenleri bir mektupla Haz.Hüseyin’e bildirdiği halde, bid’atten rücû ettiklerini bildirmemişti. Dolayısiyle Kûfe’deki son durumdan Haz.Hüseyin’in haberi yoktu. Kûfe’ye hareket etmeye karar verdi. 
Abdullah bin Abbas, ona Kûfeli’lerin babası ve ağabeyine yaptıklarını hatırlatıp sözünde durmayan-duramayan bu insan’ların (Kûfeli’lerin) da’vetlerine icâbet etmemesini ve eğer Mekke’de kalmak istemiyorsa Yemen’e gidip orada Müslim’in hâkimiyet kurmasını beklemesinin daha uygun olacağını söylediyse de, Hüseyin kararından dönmedi. Diğer taraftan, Abdullah bin Zübeyr Mekke’de kalmasını, gerekirse burada halk’tan bi’at almasını, bi’at hususunda kendisine yardımcı olacağını bildirdi. Abdullah İbn-i Ömer ve Ömer bin Abdurrahman bin Hâris gibi zevat’da kesinlikle Kûfe’ye gitmemesini rica ettiler. İbn-i Abbas ise illâ da gidecekse hiç değilse yalnız gitmesini teklif etti. 
Fakat, Haz.Hüseyin (08 Zilhicce 60 – 09 Eylül 680) tarihinde umresini tamamladıktan sonra ailesi ve ba’zı taraftarlarıyla birlikte Kûfe’ye hareket etti. Bütün aile fertlerini de yanına aldığı için “başlarına bir şey gelirse bu Evlâd-ı Resûl’ün soyunun tükenmesi” demek olacağı endişesiyle, amcasının oğlu Abdulah bin Ca’fer kendisine bir mektup yazarak geri dönmesini istedi. 
Haz.Hüseyin ise, rüyâsında Resûlüllah’ı gördüğünü, ister lehine ve ister aleyhine neticelensin, başlattığı işi tamamlamakta emrolunduğunu söyleyerek geri dönmeyi red’etti. Yolda, meşhûr Şâir Ferzedak ile karşılaştı, Kûfe’deki vaziyeti sordu. “Halkın kalbi seninle, kılıçları Benî Ümeyye ile’dir; İlâhî takdir ise gökten iner ve Allah dilediğini yapar.” cevabını aldı. “Doğru söyledin, Allah’ın dediği olur, Allah dilediğini işler ve Rabbi’miz her gün yeni bir iştedir. Takdir hoşumuza gidecek şekilde olursa ni’metlerinden dolayı Allah’a şükrederiz; O şükredenlerin yardımcısıdır. Eğer takdir umulandan başka türlü çıkarsa niyeti hak ve takvası da teneşir tahtası olan kimse elbette taşkınlık göstermez,” diyerek yolculuğuna devam etti. Sa’lebiyye’de karşılaştığı iki yolcudan Kûfe’li’lerin bid’atlarından caydığını ve Müslim bin Akîl ile Hân’î bin Urve’nin öldürüldüğünü öğrenince geriye dönmek istediyse de bu kere Müslim bin Akîl’in oğulları ve kardeşlerinin ısrarı üzerine yola devam etmeye mecbur kaldı. Bu arada taraftarlarına isteyenlerin geri dönebileceğini söylemesi üzerine çoğu geri döndü. Yanında sadece aile fertleriyle birlikte, yaklaşık yetmiş kişi kaldı. Böylece, sayısı azalan kâfile Minevâ bölgesindeki Kerbelâ’ya vardı (2 Muharrem 61 – 2 Ekim 680)...