Bizi affederler mi, bilemiyoruz, ama “JE SUIS CHARLIE” (Hepimiz Şarli’yiz) pankartlarıyla Paris meydanlarını dolduranları, “BUGÜN HER YER PARİS” diye manşet çekenleri Bosna’da, Kosova’da, Srebrenitsa’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, Filistin’de acımasızca katledilen masum insanların manevi huzurlarında saygı duruşuna davet ediyoruz. 

Pazar günü Avrupa’nın ve dünyanın çeşitli ülkelerinden koşup gelerek yüzbinlerce insan Paris meydanlarını doldurdu. Charlie Hebdo çalışanlarının katledilmesini sessiz, ama kelebek etkisi oluşturacak yoğunlukta protesto ettiler. 

İnsanlık adına, gurur verici bir dayanışma örneği. 

Terörü kınamak,insanlık gereğidir. Silahsız insanların hangi gerekçeyle olursa olsun, İslamiyet adına katledilmeleri kabul edilemez ve savunulamaz bir eylemdir. 

Bu eylem, İslamiyet’e hiçbir şey kazandırmamıştır; kazandıramaz. 

Paris katliamını lanetlemek adına dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen 1.5 milyon insanın oluşturdukları tablo ayakta alkışlanacak bir insanlık dayanışmasıdır. Fakat, her türlü uygusallıktan arınarak vurgulamak isteriz; İslami terör örgütü olarak duyurulan IŞİD’in Irak ve Suriye’de tekbirler eşliğinde kafa kesme görüntülerinin insanların şuuraltlarında oluşturduğu “nefret” iklimi canlılığını korurken, bir diğer radikal İslam örgütü olan Boko Haram’ın Nijerya’da 2 bin kişiyi öldürmesi ve Charlie Hebdo çalışanlarının katledilmesiyle İslamofobi zirve yapmışken, terörü  lanetlemek adına Paris’te toplanan 1.5 milyon insanın oluşturduğu tablo, bir insanlık dayanışması olduğu kadar, İslamofobiye, özellikle 11 Eylül İkiz Kuleler şoku sonrasında İslam Alemi’ni potansiyel terör bataklığı ilan ederek Afganistan ve Irak’ı işgal eden, “Arap Baharı” rüzgarlarıyla BOP kapsamındaki ülkeleri Cehennem’e çevirenlere haklılık kazandıran bir algı operasyonudur. 

Paris’te, her inançtan 1.5 milyon insanın katılımıyla gerçekleştirilen terörü lanetleme tablosu, ayakta alkışlanması gereken bir insanlık dayanışmasıdır. AMA, aynı gösteri, 4. nesil bir savaş uygulaması olarak tarihe geçecek çok “başarılı” bir algı operasyonudur. Paris’te oluşturulan tabloyla, bundan sonra “potansiyel terör bataklığı”na yapılacak Haçlı Seferleri için dünya kamuoyundan  peşinen onay alınmış oldu. Günümüzde terörün, devletlerin “başarıyla” kullandıkları bir algı operasyonu aracı, bir politika silahı olduğunu unutmayalım. Şu gerçeği de aklımızdan çıkarmayalım; her terör örgütü, önünde sonunda, bir istihbarat örgütünün, dolayısıyla bir devletin kontrolü altına girer. Terör olayları, spontane gelişmiş dehşet ve korku yaratan patlamalar değildir. 

SAMİMİYETLE YANITLANMASI RİCASIYLA SORMAK İSTİYORUZ…

 Katliamın 9/11İkiz Kuleler şokunu çağrıştırdığına, faillerin hızla susturulması açısından 1964 Başkan Kennedy suikastının kopyası olduğuna, baharda yapılması planlanan Suriye saldırısına gerekçe oluşturacak bir politika aracı olarak kullanılacağına ilişkin iddiaları bir kenara koyuyoruz. Paris katliamını telin etmek üzere “JE SUIS CHARLIE” (Hepimiz Charlie’yiz) pankartlarıyla Paris meydanlarını dolduranlara, “BUGÜN HER YER PARİS” diye manşet çekenlere, samimiyetle yanıtlamaları koşuluyla sormak istiyoruz:

1990-95 yılları arasında, insanlık değerlerini baş tacı eden Avrupa’nın orta yerinde, Bosna’da, Kosova’da, Srebrenitza’da yalnızca Türk ve Müslüman oldukları için katledilen, pazar yerlerinde güpegündüz bombalanan Boşnakların dramı, çaresizliği neden gündeminizde yer bulamadı? Bu insanlar için neden kılınızı kıpırdatmadınız?

Aynı soruyu, Boşnakların ellerindeki silahları toplayıp Sırpların işini kolaylaştırdıkları için madalyalarla ödüllendirilen BM Barış Gücü görevlisi Hollandalı subaylara da sormak isteriz; Sırpların insafına terk ettiğiniz bu masum insanlar için hiç mi yüreğiniz sızlamadı? 

Onlar insan değil miydi?

Avrupa’nın orta yerinde Boşnaklara uygulanan soykırıma varan katliamları sorguladıktan sonra, Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan BOP coğrafyasına uzanalımm ve soralım: Yıllar yılı milyonlarca Cezayirli, yalnızca ülkelerini savundukları için katledildiklerinde, neden bir tek Avrupalı ayağa kalkmadı, neden bunca savunmasız, masum insanın katledişini telin etmedi, lanetlemedi?

 

Gelelim günümüze, sıfır kükürt oranlı “tatlı petrollerini” yağmalamak için Libya’yı kaosa sürükleyip, bir dış müdahaleyi bir kurtuluş olarak bekler duruma düşüren, Kaddafi’nin Avrupa bankalarındaki trilyonlarlarca dolarını buharlaştıran Batılı koalisyon ortakları silahsız, masum insanların üzerlerine bombalar yağdırırken,  Avrupalı insan hakları savunucuları neredeydiler? Ülkeleri yağmalanıp katledilen bunca masum Libyalı, devletler eliyle organize edilmiş teröre kurban edilmediler mi?  

Onlar insan değil miydi? 

“Demokrasi götürüyoruz” kandırmacasıyla,  ülkelerinin zenginliklerini yağmalamak için işgal edenler tarafından katledilen, göçe zorlanan milyonlarca  Iraklı ve yüzbinlerce Suriyeli de, Charlie Hebdo çalışanları gibi silahsız ve savunmasız insanlardı. O masum insanların hatırasına saygı duyan, “Ben Mehmet’im”, “Ben Fatma’yım” diyerek sokaklara, meydanlara dökülen olmadı.

 

Onlar insan değil miydi?

“Bugün Her Yer Paris” diye manşet çekenler, Ortadoğu’nun demografik yapısını belli bir amaç doğrultusunda yeniden dizayn etmek isteyenler tarafından yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimleri yakılıp yıkılırken,  oralarda yaşayan Türkmen kardeşlerimiz katledilip göçe zorlanırken, evlerinden yurtlarından kovulurlarken “Her yer Samarra”, “Her yer Telafer”, “Her yer Erbil”, Her yer Kerkük”, “Her yer Taşköprü”, “Her yer Musul” diye neden haykırmadılar acaba? Yıllar yılı, burnumuzun dibinde Türkmen kardeşlerimiz katledilirken, bir gün olsun, “Hepimiz Türkmeniz” diye yollara düşmek neden aklımıza gelmedi? 

Onlar insan değil miydi?

Milletlerin tarihi açısından dün denecek kadar kısa bir süre önce Balkanlar’da yaşadığımız bozgunun, katliamın, sürgünün bir kopyasını Ortadoğu coğrafyasında yaşamaktayız. İslam’ın sancaktarlığını yapan Türk varlığı, Balkanlar’dan sonra Ortadoğu coğrafyasından da bilinçli olarak siliniyor. 1990’daki I. Körfez Savaşı sonrasında, 36. paralel boyunca bölünün Irak’ın kuzey parselinde bir Kürt devleti kurma çalışmasının başlatılmasından bu yana, bölgenin demografik yapısının değiştirilmesi çalışmalarına paralel olarak, Türkmenler üzerindeki baskılar giderek artmıştı. Bu baskılar Irak’ın işgali sırasında doruk noktasına ulaştı. Türk yerleşim birimlerindeki tapu ve nüfus kayıtları yağmalanarak yakıldı, yok edildi, Türkmenler ya öldürüldü ya da göç etmeye zorlandılar.

 

Bugün, “JE SUIS CHARLIE” pankartları arkasında duygusal davranışlar sergileyenler, ilerde “Vaad Edilmiş Topraklar”a dönüştürülmesi planlanan “Büyük Kürdistan”ı hayata geçirmek adına bölgenin demografik yapısı zorla değiştirilirken, yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimleri yakılıp yıkılırken, adları değiştirilirken, Türkmen kardeşlerimiz acımasızca, insafsızca katledilirken neden seslerini çıkarmadılar?

Onlar insan değil miydi?

UNESCO’nun 2008 yılını adına adadığı Kaşgarlı Mahmut’ları yetiştiren, Divan-ı Lügat-it Türk gibi dünyanın ilk resimli ansiklopedisini yazabilecek bir kültürü oluşturan Doğu Türkistan’daki Uygur kardeşlerimizin kendi öz vatanlarında katledilişleri, neden “Bugün Her Yer Paris” manşetleri çeken basınımızın ve “Ben de Charlie’yim” pankartını kapıp Paris’e koşan duyarlı vatandaşlarımızın gündeminde yer bulamıyor?  

Onlar insan değil miydi?

İNSANLIĞI SAYGI DURUŞUNA DAVET EDİYORUZ.

Bizi affederler mi, bilemiyoruz, ama “JE SUIS CHARLIE” (Hepimiz Şarli’yiz) pankartlarıyla Paris meydanlarını dolduranları, “BUGÜN HER YER PARİS” diye manşet çekenleri Bosna’da, Kosova’da, Srebrenitsa’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, Filistin’de acımasızca katledilen masum insanların manevi huzurlarında saygı duruşuna davet ediyoruz. 

“İslam Alemi’nin Talibanları, El Kaideleri, IŞİD’leri, Boko Haramları yetiştiren Ortaçağ ikliminde saplanıp kalmış olmasının gerçek nedenleri nelerdir?” sorusu, İslam Alemi’nin, İslam alimlerinin öncelikle yanıtını bulmaları gereken sorudur.

Yazımızı Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in sorgulamasıyla noktalayalım:

“Dünyanın dört bir tarafından toplanıyor, x ülkesinden çıkıyor, ölüme gidebiliyor. Bu yapı bir gecede oluşabilir mi? Bir ayda böyle bir organizasyon yapılabilir mi? Bu işin arkasında ne var? Bunu herkesin sorması lazım.”