Sık sık okullarda bit salgını zuhur ediyor / ortaya çıkıyor! Çocuklar başlarını kaşımaktan bir hâl oluyor! Okuldan alıyorlar eve taşıyorlar. İlaçlarla gidermek için artık uğraşıp duruyorlar. 

     Baktık bir gün torunlar başlarını kaşıyor. “Hayırdır!” diyorum. “Yine bit geçmiştir arkadaşlarından!” diyor annesi.

     Köpeklerin evde -hem de evin her yerinde- olması, kucakta gezmesi, elden düşmezliği yüzünden; bütün sıcak su imkânlarına rağmen, çocuklar bitten başlarını alamıyorlar!

     Kafe / Kahvelerde müşteri hizmetine bakan garson yok. Müşteri hiçbir şekilde rahatsız edilmiyor. İki de bir “Ne içersiniz?” diye tedirginlik doğuran garsonların rahatsız edişi yok. Çünkü servisi kendi kendine yapıyorsun. Self service / kendi kendine servis buna fırsat vermiyor.

     İngiliz Radyo ve Televizyonları çok temiz ve güzel İngilizce konuşuyor. Londra İngilizcesi asıl oluyor. Ya bizde?

     Üstelik her şey İngilize göre programlanıyor. Her zaman İngiliz ve İngiltere söz konusu oluyor. İngiliz insanı, medeniyeti, tarihi, dili, geçmişi ve inancı işleniyor.

     Oysa bizim, hele mahallî Radyo ve Televizyonlarımız hak getire. Ne vatan, ne millet, ne bayrak, ne tarih...Varsa yoksa, nasılsa belledikleri bir iki konu dışında monotonluktan, tek düzelikten kurtulamıyor!

     Türk diline, Türk örf ve an’anesine ve tarihine, hele hele klâsik Türk mûsikîsine doğru dürüst ve yeteri kadar yer verilmiyor!

     Güftesi / yazılışı rast gele, bestesi / müziği berbat, ucûbe müziklerle / sözde müziklerle kafalar şişiriliyor, kulaklar patlatılıyor! TRT de olmasa, Türkiye’de gerçek Türk mûsikîsine neredeyse hasret kalacağız!

     “Tesco” gibi, büyük alış veriş merkezlerinin park yerlerinde, bebekli aileler için ayrı yerler belirlenmiş. Araları geniş tutulmuş. Ta ki arabalarından çocuklarını ve çocuk arabalarını indirmek kolay olsun.

     Cambridge’de az da olsa Türkler var. Türklerle evlenip çoluk çocuk sahibi olan İngiliz kadınları var. Yabancı kadınlarla evlenen Türk erkekleri var. Ve tabii karı-koca Türk olup da çoluk çocuklarıyla, burada yaşayan vatandaşlarımız da var.

     Hamiyetli, vatansever kimi Türk kadınları; çocukların Türkçeden mahrum kalmamaları için, bir araya gelerek Türk konsolosluğuna başvurmuşlar. Çocukları için Türk öğretmen istemişler. Bu haklı isteği  olumlu karşılayan Türk konsolosluğunun Eğitim Müşavirliği; ODTÜ mezunu / çıkışlı bir hanımı Cambridge Türk Okulu için görevlendirmiş.

     Aileler bir futbol kulübünün faaliyet gösterdiği binayı haftada iki saat için kiralamışlar ve bir sınıf hazırlamışlar. Öğretmenin ve kiralanan yerin parası ailelerden toplanan meblağla karşılanıyor.

     Torunlarım Cumartesi günü İslamic School / İslâmik Skul / İslâm Okuluna, Pazar günü de Türk Okulu’na devam ediyorlar.

     Öğretmenleriyle tanıştım. Cana yakın, cıvıl cıvıl, enerji dolu, Türkiye tutkunu, şirin mi şirin bir hanımcık. Her hafta üşenmeden kalkıp, bıkıp usanmadan ta Londra’dan trenle Cambridge’e geliyor ve aynı  gün dönüyor.

     Çocukların Türkçeyi unutmamalarını sağlıyor. Türkçelerini daha da ilerletiyor. Daha düzgün konuşmalarını temin ediyor. Tabii ki, yazıya da önem veriyor. Hiç Türkçe bilmeyen çocuklara ise, Türkçeyi öğretmeye çalışıyor. Bu arada millî ve dinî günler için, ailecek kutlanacak programlar hazırlıyor.

     Ne yazık ki, kimi ana babalar, evde bile İngilizce konuşmayı tercih ediyorlar! Bu suretle -maalesef- çocuklarını Türkçe öğrenmekten bizzat kendileri mahrum ve yoksun bırakmış; buna da kendileri sebep olmuş oluyorlar! Bu da gösteriyor ki, Türk konsolosluğuna çok iş düşüyor. Şüphesiz Türklerin en yoğun bulunduğu şehir Londra. Fakat hiç umulmayan şehirlerde bile Türkler mevcut.

     (16. 04. 2005, Bar Hill, Cambridge – England)