Yüce İslâm Dini’ni Hıristiyanlaştırmak için çaba gösteren, kimi İlâhiyatçılarla, Dinlerarası Diyalogcu’ların en fazla istismar ettikleri, Bakara Sûresi’nin 62.âyet-i Kerimesiyle, Mâide Suresi’nin 59. âyet-i Kerimesi’dir. 
Kur’ân-ı Kerim’de, aynı konuda başka âyet-i Kerime’leri hiç dikkate almadan, sibak ve siyak’a hiç dikkat etmeden, tam bir kolaycılıkla ba’zı âyet’leri tefsir etmeye kalkarsanız, dâimâ hataya düşersiniz. 
Zirâ, Kur’ân’da, ba’zı âyetler diğerlerini, ba’zı âyet’leri de bizzat Kur’ân-ı Kerim’in kendisine vahyedilen, indirilen Peygamber’in hadisleri tefsir eder. 
Bu hususu dikkate almadan, sadece bu iki âyetin lafızlarından hareketle “Yahûdî’lerden, Hıristiyan’lardan, sâbi’î’lerden, Allah’a ve âhiret gününe inananlar, âhirzaman Peygamber’ine ve O’na indirilen kitab’a inanmamış olsalar bile, cennete girerler,” diye tefsir etmişlerdir. 
Tıpkı, Haz.Mevlanâ’nın Mesnevî’lerinde bulunmadığı halde, sonradan uydurulan ve Haz.Mevlânâ’ya isnad edilen “Gel! Ne olursan ol! Yine Gel! Yahûdî, Hıristiyan, Mecûsî, putperest, ateşe tapan, yüz kere tevbeni bozmuş bile olsan, yine de gel!” dedikleri gibi... 
Bir hususu da tebârüz ettirmemiz gerekir; şöyle ki, daha önce, neye, nasıl inanıyorsa inanmış olsun, Yahûdî, Hıristiyan, Mecûsî, Sâbi’i, putperest her kim olursa olsun, samîmî olarak Allah’a, âhiret gününe, hiçbir ayırım yapmadan bütün Peygamber’lere, Allah tarafından Peygamber’lere indirilmiş bulunan bütün Sahife ve Kitap’lara, pek tabi’i’dir ki, son Peygamber, âhirzaman Peygamber’i, Haz.Muhammed-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize ve ona indirilen Kur’ân-ı Kerim’e inanırsa elbetteki cennete girecektir. 
“İslâm öncesini örter,” fahvasınca, İslâmı kabul ettiğinden i’tibaren artık geçmişine bakılmaz, geçmişte yaptıklarından dolayı sual sorulmaz. Yukarıda arzettiğim gibi istismar edilen 2 âyetten birinci olan Bakara Suresi 62.âyet-i Kerimesi’nin tefsirinde, Tabakat-ı Müfessirîn’de ÇOK ÖNEMLİ BİR MEVKİYE SAHİP BULUNAN, Asrımızın Büyük Müfessiri, Elmalılı Merhûm, Muhammed Hamdi Yazır çok güzel bir yorum yapmıştır. Ehemmiyetine binâen, günümüz Türkçesine adapte ederek buraya aynen aktarıyorum: “İnsanlar, Haz.Adem’in sulbünden-zürriyetinden yeryüzüne indikleri zaman Cenab-ı Allah kendilerine dedi ki: “Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidâyet gelir de her kim hidayetine tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.” (Bakara 2/38) diye herhangi bir zamanda gelen hidayetine tam uymaları şartıyla bunu va’detmemiş mi idi? İşte Haz.Adem’in tevbesinin bir semeresi (meyvesi) olan ve va’di İlâhî ilelebet câri böyle bir umûmî kanundur. Ve bu âyet o kanunun bir inkişafıdır. Binaen aleyh, Yahûdî’ler gibi zillet ve meskenete düşenler ve Allah’ın gazabına uğramış olanlar bile her ne zaman tevbe eder, Allah’a ve âhiret gününe cidden iman ederek Allah’ın son zamanda gönderdiği hidâyete tam ittiba eyler (uyar) ve ona göre amel-i Sâlih (iyi işler) yaparsa o gazab’dan kurtulur ve Allah yanında (katında) ecir (sevabını) bulur. (Onlar için korku yoktur, sonra da üzülmeyeceklerdir,) sırrına mazhar olur... Lâkin bu semereye (meyveye) ermek için, zâhiren, yâni yalnız insanlar arasında mü’min ve Müslüman olmak kâfî değildir. Onda sebat edip Hüsn-ü Hâtime ile (Çok güzel bir akibetle) gitmek ve Allah’a o iman ve amel ile kavuşmak da lâzımdır. 
Bu sûre’nin (Bakara Suresi’nin) baş tarafında “İşte onlar Rab’lerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” (Bakara 2/5) müjdesi kimlere kasredilmiş olduğu mâ’lum idi ki bunda ezcümle “Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler âhiret gününe de kesinkes (kat’iyyen) inanırlar.” (Bakara 2/4) şartı vardı ve aynı zamanda (âhirete de yakînen inanırlar” buyrulmuş olduğu için âhirete iman ve bütün Peygamber’lerle beraber Haz.Muhammed Aleyhisselâm’a ve ona indirilene iman edenlere mahsus olduğu tebliğ kılınmıştı. Binaen aleyh, burada “Allah’a ve âhiret gününe iman eden ve iyi şeyler yapan” cümlesiyle beyan buyrulan imanı hakîki’nin Hazreti Muhammed Peygamber olarak gönderildikten sonra o surette yorumlanmış olduğunda şüphe yoktur. Zâten, bu âyetin bilhassa bu nokta-i Nazarla bani İsrail’e hitap cihetinde bir icmal olup bütün bu beyanatın Din-i İslâm’a da’vet sadedinde ve “Elinizdekini (Tevrat’ın aslını) tasdîk edici olarak indirdiğime (Kur’ân’a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Âyet’lerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun.” (Bakara 2/41) emr-i Celilinin te’yidi için sevkedildiğinde de şüpheye mahal yoktur. Peygamber’imizin Peygamber olarak gönderilmesinden önce Allah’a ve âhiret gününe iman eden ve ameli salih yapanlar bile Tevrat ve İncil’in hükmünce istikbâlin (geleceğin) Büyük Peygamber’ine iman ile mükellef idiler. Buna işâreten “Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim ni’metlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size va’dettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun.” (Bakara 2/40) 
Hal böyleyken, Peygamber’imiz Peygamber olarak gönderildikten sonra onu inkâr ederler meyanında İman-ı Hakîkî erbabı tasavvuruna imkân kalır mı? Allah’a ve ceza gününe (Âhirete) imanı bulunan ve bu iman ile mütenâsip Amel-i Salih yapacak olan kimselerin Haz.Muhammed’in risâletini (Peygamber’liğini) inkâr etmelerine imkân nasıl tasavvur edilir? Tarihin Sahifeleri şâhidliğinde, Haz.Muhammed’in risâlet ve nübüvvetinden daha bâriz ve daha zâhir hangi nübüvvet vardır? 
Binâen aleyh, Sema’daki yıldızlardan ba’zılarını kabul edip de güneşi inkâr edenlerin Allah’a karşı imanlarında ciddiyet ve ihlas tasavvur etmek hak fikriyle asla kâbil-i tevfik olmayan bir tenâkuz teşkil eder. Şâyân-ı Dikkattir ki, bu âyette iman, biri insanlara nazaran zâhirî, diğeri Allah katında hakîkî olmak üzere iki def’a zikredilmiş ve evvel-i Emirde “Onlar iman ettiler” Yahûdî’lere, Nasarâ’ya Sabi’i’ne mukabil tutulmuştur. Demek ki, üçü Kur’ân’ın mevzu-u bahsettiği imandan ale’l-itlâk hâriçtirler. Bununla beraber, iman-ı Zâhirî erbabı bunlarla akran (eş) tutulmuş ve hepsinin Selâmeti Hakîkiyyesi İman-ı Kâmil ve Amel-i Sâlih ile şartlı gösterilmiştir. Demek ki, gerek zâhirî mü’min olan Müslümanlar ve gerek bunların haricinde bulunan Yahûdî’ler, Nasrânî’ler ve sâire, Kur’ân’da matlûp olduğu veçhiyle Allah’a ve âhiret gününe zâhir ve bâtınlarıyla cidden iman eder ve sâlihâne amel yaparlar ve bunda sebat ederlerse o zaman “Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzûn olacak değillerdir.” sırrına mazhar olacaklardır ki, bunda da Din-i İslâm’ın da’veti hidâyeti umûmî olan bir din-i Umûmî olduğu zâhir olur. 
Bu âyetten nihâyet şu netice’ye geliriz ki, Din-i İslâm’ın hakim olduğu hey’et-i İçtimâiyye’nin teşekkülü için iman-ı Hakîkî şart değildir. O zâhirî bir ikrar ile dahî in’ikad ettiği gibi bunun içinde dünyevî nokta-i nazardan bir akd-i Siyâsî ile diğer inanç erbabı dahî inanç hürriyeti hakkı hayata mazhardırlar. Fakat, bütün bunların içinde ferdî veya içtimâî Selâmet-i Hakîkiyye ancak, İman-ı Kâmil ve Amel-i Sâlih erbabına va’edilmiştir. Ve Hey’et-i İçtimâiyye’nin zaman-ı Hakîksi bunlardır. Din-i İslâm’ın Dünyevî, Uhrevî va’dettiği selâmet ve saadetin sırrı bu hakîkatte münderiçtir (toplanmıştır) Binâen aleyh, İman-ı Kâmil ve Amel-i Salih erbabının Feyz-i İlmî ve amelisinden mahrum olan zâhiri bir İslâm hey’et-i İçtimâiyyesi “Onların üzerinde korku yoktur, ve onlar asla üzülmeyeceklerdir,” va’di İlâhiyesine mazhar değillerdir. Allah’a imanı olmayanlar böyle bir hakkı hak edemezler, Âhirete imanı olmayanlar da Bakaya hizmet edemezler. Herkesin yalnız nefsi için çalıştığı bir hey’et-i İçtimaiyye’nin manzarası, “Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunmaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” (Bakara 2/48) Âyetiyle tasvir olunan kıyâmet gününün bir nümûnesi olur. 
Umarım, bu vâsî izahtan sonra hiç kimse çıkıp da, “son Peygamber Haz.Muhammed-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e, ona indirilen Kur’ân’a inanmasalar da Allah’a ve âhiret gününe iman edenler, iyilik yapanlar cennete gireceklerdir,” demezler, dememelidirler.