İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ “II. ABDÜLHAMİT’İN TAPULARI GEÇERLİDİR” DİYOR
II. ABDÜLHAMİT TAPULARI GEÇERLİ
Abdülmecit’in torunu Mahmud Sami, “Abdülhamid’in Petrolleri” adlı kitabında, “Dönemin Kanun-i Esasi’sinde, hükümdarın yayınladığı tüm irade-i seniyyelerin parlamento onayına sunularak, her iki meclisin de onayından geçtikten sonra yürürlüğe gireceği öngürülüyordu. Fakat, ne Abdülhamit’in ne de Sultan Reşad’ın malvarlıklarını hazineye devrettiğine ilişkin irade-i seniyyeler, parlamentoda ele alınıp karara bağlanmamıştır!” Bu açıklamayla, II. Abdülhamit’in tapularının devletleştirildiğine ilişkin bilgiler geçersiz oluyor.
Böylece II. Abdülhamit’in mirası konusunda yepyeni bir süreç başlamış oldu.
Bu süreci 2004’te yapılan Anayasa değişikliği ile birlikte değerlendiğimizde, II. Abdülhamit’in varislerine, Musul ve Kerkük’ün statüleri konusunda, uluslar arası hukuk açısından söz hakkı tanıyan yeni bir sayfa açılmış oluyor.
M. KEMAL SALLI
II. Abdülhamit’i tahttan indiren İttihat ve Terakki yöneticilerinin, 30 milyon Sterlin kredi alabilmek uğruna, padişahın Musul Vilayeti’ne ilişkin tapularını devletleştirdiğini, buradaki arazilerini de, sonradan İngiliz şirketine dönüşen Turkish Petroleum Company’e kiralandığını okumuştuk; öyle biliyorduk. Fakat, Abdülmecit’in torunu Mahmud Sami, “Abdülhamid’in Petrolleri” adlı kitabında, gerçeklerin çok başka olduğunu ortaya koydu.
Mahmut Sami, kitabında, “Osmanlı varislerinin miras davasındaki temel dayanağı Abdülhamid’e ‘zorla’ imzalatılan tüm şahsi mallarını hazineye devrettiğine dair belgenin Meclis-i Mebusan’da karara bağlanmamış olmasıdır. Dönemin Kanun-i Esasi’sinde, hükümdarın yayınladığı tüm irade-i seniyyelerin parlamento onayına sunularak, her iki meclisin de onayından geçtikten sonra yürürlüğe gireceği öngürülüyordu” diyor ve aile arşivlerinde yaptığı araştırmalara dayanarak şu tarihi gerçeği açıklıyor: “Ne Abdülhamit’in ne de Sultan Reşad’ın malvarlıklarını hazineye devrettiğine ilişkin irade-i seniyyeler, parlamentoda ele alınıp karara bağlanmamıştır!”
Böylece II. Abdülhamit’in mirası konusunda yepyeni bir süreç başlamış oldu.
Bu süreci 2004’te yapılan Anayasa değişikliği ile birlikte değerlendiğimizde, II. Abdülhamit’in varislerine, Musul ve Kerkük’ün statüleri konusunda, uluslar arası hukuk açısından söz hakkı tanıyan yeni bir sayfa açılmış oluyor.
2004 ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ II. ABDÜLHAMİT’İN TAPULARI AÇISINDAN NEDEN ÖNEMLİDİR?
II. Abdülhamit’in varisleri, bir dönem, siyasi nedenlerle ortalıkta görünmemeyi tercih etmiş olsalar da haklarından vazgeçmemişlerdi. Onların siyasi nedenlerle sessiz kaldığı dönemlerde de yabancı petrol şirket temsilcileri sundukları çeşitli cazip tekliflerle onlara haklarını sürekli hatırlatmışlardı. Bizim kayıtlarımız II. Abdülhamit’in tapulu arazilerinin İttihat ve Terakki tarafından, İngilizlerin yönlendirmesiyle devletleştirildiğini söylüyordu, ama Osmanlı sarayında önemli görevlerde bulunmuş, Musul Vilayeti’ndeki petrol yataklarını yaptığı çalışmalarla belirlemiş olan Gülbenkyan ve yabancı petrol şirketleri varislerin peşini bırakmıyorlardı.
Bu ilgi, II. Abdülhamit’in tapulu arazilerinin devletleştirildiğine ilişkin söylemlerde bir yönlendirme, bazı gerçekleri örtme çabası olduğunu açıkça gösteriyordu. Fakat, nedense bu konunun üzerine gidilmiyordu. Bu ilgisizlikte Türkiye Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkarılan saltanatın ve hilafetin Kaldırılmasına ilişkin yasaların da etkisi vardı.
II. Abdülhamit’in 1930 yılına kadar İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’da açtığı davalar Türkiye’nin gerekli desteği vermemesi nedeniyle reddedilmişti. Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze uzanan dönemde II. Abdülhamit’in varislerinin mücadelesine ve bu mücadelenin hukuksal dayanaklarına ilişkin önemli ayrıntıları, Yenal Bilgici’nin 18 Mayıs 2015’te Kelebek’te yayınlanan “II.Abdülhamit’in Mirası Peşinde” başlıklı yazıda buluyoruz. Bilgici’nin görüştüğü varislerin avukatları olan Görür Avukatlık Bürosu’ndan Bülent Görür ve Ümit Yılmaz bu işin çözüme yakın olduğunu söylüyordu. Avukatlar daha önce başarısızlığa uğramışken, yeni süreçten umutlu olmalarının nedenini (özetle) şöyle açıklıyorlardı:
2004’TEKİ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ VE II. ABDÜLHAMİT’İN MİRASI
“2004’ten önceki uygulamalarla sonrakileri ayırt etmek lazım. Bizim davamız açısından mihenktaşı 2004 yılı. Bu yıldan önce Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde ve dışında, 2. Abdülhamid’in (ve benzer durumda olanların) miras haklarına ilişkin meseleleri esas almak mecburiyetinde değiliz.”
Hatırlayanlar olacaktır; 2004 yılında, uluslar arası anlaşmalarla Türkiye Cumhuriyeti yasaları arasında uyum sağlamak amacıyla bir Anayasa değişikliği yapılmıştı. Yapılan bu değişikliğe göre, uluslararası anlaşmalarla Türkiye Cumhuriyeti yasaları arasında bir çelişki olduğunda, uluslar arası hükümler esas alınacaktı. II.Abdülhamit’in varislerinin avukatları, bu değişikliğin padişahın tapularına ilişkin davaları ne yönde, nasıl etkilediğini şöyle anlatıyorlar:
“Bizdeki 431 Sayılı “Halifeliğin Kaldırılmasına Dair Kanun”, “Padişah malları millete aittir” diyordu. Yasayı kaleme alanların ne demek istedikleri net değildi. Hukukçular bu hükmün, “O sırada kim padişahsa ona ait mallar milletindir” şeklinde yorumluyorlar. Hukuk uzmanlarının çoğunlukla doğru buldukları bu yoruma göre, “Halifeliğin Kaldırılmasına Dair Kanun”, çıktığında II. Abdülhamid padişah değildi, ölmüştü (1918). Dolayısıyla, II. Abdülhamit’in vefatıyla birlikte bütün mallar mirasçılarına geçmiş sayılıyordu.
Aslında 1949’a dek açılan davalarda hukuksal açıdan çözülmüş mesele. Yargıtay İçtihat Dairesi 1946’da davacıları haklı bulmuş ama 1949’da siyaset müdahale etmiş. TBMM, 1949’da bir ‘tefsir’ yani yorum yayımlayarak, 431’in 2. Abdülhamid’i de kapsadığını öngörmüş. Yani önü kapanmış davanın. Şimdi açık.”
2004 ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ VE İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİ
2004 yılında yapılan Anayasa değişikliği II. Abdülhamit varislerinin önüne yeni ufuklar açmış, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi sayesinde. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ‘1 No’lu Protokol’ü mülkiyet hakkının kutsallığını vurgular: “Mülkiyet hakkını, ancak rıza veya kamu yararı varsa alabilirsin, kamu yararında da bedelini ödemekle yükümlüsün.” II. Abdülhamit’in tapulu arazilerinin devlete devredilme işleminin gerçekleşmediğini ortaya koyduğumuzda, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre bu malların hakkının ödenmesi gerekir. Yani, ya Musul Vilayeti’ndeki tapulu araziler tapu sahibine geri verilcek ya da bedeli ödenecektir. Kim öder, nasıl öder, ona uluslar arası hukukçular karar verecektir.
Varis avukatları, “Yargı yolu çok net, açık. Biz bu mülklerin II. Abdülhamid’e ait olduğunu ortaya koyarsak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre mülk hakkının tesis edilmesi lazım” diyorlar..
Davanın en basit ve en zor aşamasında olduğunu belirten varis avukatları, Veraset ilamında. Yani biri mirasçı mı değil mi, bunun saptanması aşamasındayız. Zorluk
mirasçıların derlenmesinde. Çok yere yayılmış durumdalar; çok evrak var.
Ön bilirkişi raporu varislerin yasal mirasçı olduğunu belirledi.
Bilirkişi 32 kişiyi inceledi. Bunlar davaya bu aşamaya kadar katılanlar. Yarın rakam büyüyebilir. İkinci bilirkişi raporu çıkmadan kesin bir rakam belirtmek doğru değil.
(…) Bizimkiyle beraber iki dava vardı; birleştirildi. Sonradan başvuranlar da bizim davamıza dilekçe koydu. Bilirkişi heyeti başvuranların vârislerin tamamı olmayabileceğini söyledi. Genişliyor süreç.
(…) 2. Abdülhamid’in bir torunu evlenmiş, ABD’ye gitmiş, 92’de vefat etmiş, eşi hayatta mı, çocuğu var mı? Bunları bilmek lazım. Bunun Lübnan’ı, Suriye’si var. Tüm vârislere ulaşmak zorunda değil mahkeme ama yine de belli bir süre alacak.”
Avukatlar varislerin 100 kişiyi aşabileceğini, varislerin saptanmasından sonra da
ilgili mahkemeden bu isimlerle ilgili mirasçılık belgesi vermesi beklenecek, en sonra da. “İşte biz mirasçıyız, gayrimenkuller de bunlar, intikalini talep ediyoruz” denilecek.
Devlet bu talebe karşı “Padişah malları millete aittir” diyen 431 Sayılı Yasayı (Halifeliğin Kaldırılmasına Dair Kanun) gösterecek. Varisler de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni öne sürecekler.
Türkiye’nin yöneticilerinin hanedana olumsuz bakış içinde olmadıklarını belirten varis avukatları, hukuki zemin devreye girdiğinde sorunun anlaşmayla çözüleceğine inanıyorlar. Çünkü, “Tapuları incelerseniz, ‘Maliye Hazinesi’ olarak görünen yerlerde edinme sebebi olarak, ‘431 No’lu Kanun’ yazdığını görürsünüz” diyorlar. TBMM’nin, 1949’da yayınladığı ve 431’in 2. Abdülhamid’i de kapsadığına ilişkin yorumu artık geçersiz. Yani mirasçıların önü açık..
II. Abdülhamit’in, başta Musul olmak üzere, çok geniş coğrafyayı kapsayan tapulu arazileri konusunda, İnsan Hakları Beyannamesi çerçevesinde, yeni bir hukuksal süreç başlamış oldu.
Bu süreci uluslar arası hukuk uzmanlarımızın nasıl değerlendireceklerini beraberce göreceğiz..