Kendini dünyanın jandarması sanan ABD’ye karşı bir cephe oluştururken, karşılıklı duyarlılıklara saygı duymamız gerekir. Rusya ve Çin’in İdlib’teki bütün silahlı grupları terörist sayarken, Suriye’yi baştan başa talan eden DEAŞ’ı ve PKK’nın devamı olan YPG’yi görmezden gelmemeleri gerekir. 

ABD’nin ve Esat rejimin Dera ve Kuneytra’daki saldırılarından kaçanların İdlib’teki çatışmasızlık bölgelerine  sığınmalarına Türkiye neden olmadı. Avuçiçi kadar bir bölgede 2.5 milyon insan yaşıyor. İçlerinde yerli halk da var, ÖSO gibi muhalif gruplar da var, Heyet Tahrir’üş Şam gibi isim ve saf değiştiren El Kaide uzantısı terörist gruplar da var. Rusya’nın rahatsız olduğu Çeçenler ve Çin’in rahatsızlık duyduğu Doğu Türkistanlı silahlı gruplar var. Fakat, İdlib’i pimi çekilmiş bombaya dönüştüren yalnızca Türkiye değil.  

M.KEMAL SALLI

Ülkemiz kritik ve duyarlı bir süreçten geçiyor. Millet olarak, bu süreçte kimlerin dost ve kardeş elini uzattığını, kimlerin sessiz kalarak patavatsız Trump’ın yanında yer aldığını izliyor ve altını çize çize not ediyoruz.

Azerbaycan da, Pakistan da, Afganistan ve İran da tarihi dostluk ve kardeşlik duruşu sergilediler; “İyi günde de, zor günde de birlikteyiz” dediler. 

Unutulmaz, unutmayacağız..

Sessiz kalarak Teksas kabadayısı Trump’ın yanında yer alanları da bir kez daha not ettik. 

Rusya ve Çin’in, hem Trump’ın yaptırım kararları hem de Suriye ve özellikle de İdlib konusundaki eylem ve söylemleri, içinde bulunduğumuz konjonktür açısından önemli.

Çin Lideri Cingping, “ABD’ye karşı elele verip, güçlerimizi birleştirelim” derken, Büyükelçiler toplantısı dolayısıyla Ankara’ya gelen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Bir dönüm noktasındayız; ABD yaptırımları gayrımeşru” diyordu.

Türkiye, ekonomi yönü ağır basan bir saldırının hedefinde; ödünler “kırk yıllık dostu” tarafından vermeye zorlanıyor. Pastör Brunson bastırması, asıl niyet ve hedeflerin kamuflajı. 

Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, amaçları doğrultusunda fırsata çevirmek isteyenler açısından da uygun bir ortam oluşturdu. Burada, altını özellikle çizmek istediğimiz konu, Rusya ve Çin’in Suriye ve özellikle de İdlib sorunu karşısındaki tutum ve söylemleri. 

İDLİB’TE KİMLER VAR?

Kendini dünyanın jandarması sanan ABD’ye karşı bir cephe oluştururken, karşılıklı duyarlılıklara saygı duymamız gerekir. Rusya ve Çin’in İdlib’teki bütün silahlı grupları terörist sayarken, Suriye’yi baştan başa talan eden DEAŞ’ı ve PKK’nın devamı olan YPG’yi görmezden gelmemeleri gerekir. 

ABD’nin ve Esat rejimin Dera ve Kuneytra’daki saldırılarından kaçanların İdlib’teki çatışmasızlık bölgelerine  sığınmalarına Türkiye neden olmadı. Avuçiçi kadar bir bölgede 2.5 milyon insan yaşıyor. İçlerinde yerli halk da var, ÖSO gibi muhalif gruplar da var, Heyet Tahrir’üş Şam gibi isim ve saf değiştiren El Kaide uzantısı terörist gruplar da var. Rusya’nın rahatsız olduğu Çeçenler ve Çin’in rahatsızlık duyduğu Doğu Türkistanlı silahlı gruplar var. Fakat, İdlib’i pimi çekilmiş bombaya dönüştüren yalnızca Türkiye değil.  

İdlib’te kimler var, niçin İdlib’e sığındılar, onları İdlib’e kimler, niçin sürdüler konularını, “İDLİB ÇIKMAZI/ASTANA SÜRECİNİ KORUMALIYIZ” (11.06.2018) ve “ABD NEYİ ZORLUYOR?” (11.07.2018) başlıklı yazılarımızda ayrıntılarıyla incelemiştik. İki yazımızdan yaptığımız alıntılarla hatırlayalım:

“İDLİB ÇIKMAZI/ASTANA SÜRECİNİ KORUMALIYIZ” (11.06.2018) başlıklı yazımızdan:

“… Haberler öyle diyor. Yalnız haberler değil, Birleşmiş Milletler de uyarıyor, “İdlib’deki gelişmeler Türkiye’ye 3 milyonluk yeni bir göç dalgası tetikleyebilir” diyor. Türkiye ile ABD arasında Menbiç Mutabakatı’nın imzalanmasından sonra, Esat’ın İdlib’i hedef alan saldırıları giderek yoğunlaşıyor. BM de, Esat’ın bu saldırıları hız kesmediği takdirde, İdlib’den Türkiye’ye yeni bir göç dalgasının kaçınılmaz olabileceğini savunuyor.

7 Mayıs 2017’de başlatılan Astana Süreci, Rusya’ya, İdlib’e askeri operasyonlarını giderek yoğunlaştıran Esat’ı uyarma görevi yüklüyor, ama Putin İdlib konusunda sessiz. Üç milyonluk yeni bir göç dalgası Türkiye’yi her bakımdan zorlayacak bir gelişme olur. Türkiye, kapıları açsa da, açmasa da, başedilmesi zor sorunlarla karşı karşıya kalabilir. İdlib’de bölge halkı ve çeşitli devletlerin destek verdiği silahlı gruplardan oluşan 2.5 milyon insan yaşıyor.”

“… İdlib, çeşitli devletlerin destek verdikleri Esat muhalifi silahlı grupların Batı Suriye’deki son sığınakları. Silahlı gruplar dışa karşı birlikte hareket etseler de zaman zaman kendi aralarında çatıştıkları da oluyor. Esat’ın, istikrarı sağlamak adına, askeri operasyonlarını yoğunlaştırması halinde bölgeye kaos ortamı egemen olacaktır. Gözler Esat üzerindeki etkisi bilinen Rusya Devlet Başkanı Putin’de. Fakat, Putin, İblib konusunda rengini henüz belli etmedi. İran da öyle.. Suriye’de çatışmasızlığın egemen olmasını hedefleyen ve “Çatışan taraflar arasındaki sorunları gidermeyi, ateşkese uyum sağlamak amacıyla muhalefet ile rejim bölgelerini ayıran sınır hattı boyunca güvenlik noktaları oluşturmayı” öngören Astana Süreci ortaklarımızdan Rusya ve İran’ın İdlib’in geleceği konusundaki görüş ve düşünceleri önemlidir. Çünkü İdlib’de, sınırın iç tarafındaki muhalefeti Türkiye, sınırın dışındaki rejim güçlerini Rusya ile İran kontrol ediyor.

ASTANA SÜRECİ VE MENBİÇ MUTABAKATI 

İdlib’in geleceği, hem Astana Süreci ile hem de ABD ile varılan Menbiç Mutabakatı uygulamalarıyla yakından ilişkilidir. Rusya, İran ve Türkiye, Ortadoğu’da söz sahibi olabilmek konusunda kararlıysalar, Astana Süreci’ni yaşatmak, dolayısıyla Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak zorundalar. ABD’nin ise Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak gibi bir kaygısı yok. Menbiç Mutabakatı’nda Suriye’nin ülkesel bütünlüğünden söz edilmiyor, Astana Süreci ise, Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma görevini Türkiye, Rusya ve İran’a veriyor. Gelinen noktada Astana Süreci’nin yaşatılması, Menbiç Mutabakatı ile Astana Süreci’nin hedefleri arasındaki çelişkiyi yokedebilme becerisine bağlıdır. Menbiç Mutabakatı’nda YPG’nin kentten çıkarılması sonrasında demografik yapının eski duruma nasıl dönüştürüleceği ve özellikle Suriye’nin toprak bütünlüğü konusu net değildir. Bu konularda adım atarken, usta bir santranç oyuncusu gibi, on hamle sonrasını görmemiz gerekiyor. Başarabilecek miyiz? Başarmak zorundayız.”

 “ABD NEYİ ZORLUYOR?” (11.07.2018) başlıklı yazılarımızdan:

“Suriye’nin Havran bölgesindeki Dera’da, Kuneytra’da 20 Haziran’dan bu yana neler oluyor, yüzbinlerce insan neden yerlerinden yurtlarından göçe zorlanıyor, masum insanlar, bebeler neden katlediliyor?” diye merak edenler için not: ABD, Ortadoğu’nun yağmalanan petrol ve doğalgazını Akdeniz’e ulaştıracak yeni bir “Enerji Koridoru” oluşturmaya çalışıyor. ABD, aynı operasyonla, İran’ın, 2011’den bu yana elde ettiği nüfuz bölgeleriyle oluşturduğu Irak ve Suriye’den Lübnan’a uzanan Şii Kuşağı’nı kırmayı da hedefliyor. Bunun için de, İran’ı ortak tehdit olarak gören İsrail ile Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirliği’ni (BAE) aynı savunma çatısı altında toplayarak, Ortadoğu barışı açısından çok ciddi tehlikeler üretebilecek bir cephe oluşturuyor. Rusya’ya ARAMCO üzerinden ortaklık teklif edilirken, Türkiye de Menbiç Mutabakatı’nın uygulama takvimiyle oyalanmak isteniyor.”

“… Türkiye ile PKK uzantısı YPG’nin Menbiç’ten çekileceğine ilişkin mutabakat imzalayan, takvim veren ABD’nin bu konuda ne kadar samimi olduğu mutabakatın uygulama sürecinde belli olacaktır. Fakat Suriye’de, ABD’nin, Türkiye’yi oyalayarak zaman kazanma peşinde olduğuna ilişkin iddiaları güçlendiren gelişmeler yaşanmaktadır. Suriye’nin Havran bölgesindeki Dera ve Kuneytra’da yaşanan gelişmeler, yalnızca, “Rusya destekli rejim güçlerinin masum halka düzenlediği saldırılar” değildir. Dera’daki ABD ve Ürdün destekli 30 bin kişilik “Güney Cephesi”ni görmezden gelirsek, Havran bölgesinde olan biteni anlamakta güçlük çekeriz.”

ABD, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla Enerji Koridoru’nun önünü kesen Türkiye’yi, Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirliği (BAE) gibi Sünni İslam ülkeleriyle karşı karşıya getirmek ve İran tehdidini öne sürerek, bölgede uzun soluklu bir Arap-Fars, bir mezhep çatışması başlatabilmek amacıyla cepheler oluşturuyor ve bu cephenin vurucu gücü olacak Arap Birliği Ordusu’nun kurulmasına öncülük ediyor. 

Bu arada, Türkiye ile Menbiç Mutabakatı imzalayan ABD, çok önem verdiği “Kürt Koridoru” görünümlü “İsrail Koridoru”nu (yani Enerji Koridoru’nu) Akdeniz’e ulaştırabilmek için, Suriye’nin güney bölgelerinden dolanan yeni bir güzergah oluşturmaya çalışıyor. 20 Haziran’dan bu yana Suriye’nin güneyindeki muhaliflerin denetiminde bulunan Dera ve Kuneytra kentlerinde yaşanan gelişmeler, ABD’nin Enerji Koridoru’nu yeni bir güzergahtan, İsrail üzerinden Akdeniz’e bağlama girişimleridir. 

ABD, bu hamlesiyle, yalnızca Enerji Koridoru’nu Akdeniz’e bağlamakla kalmayacak, aynı zamanda, İran’ın 2011’den bu yana oluşturduğu Şii Kuşağı’nı da denetimi altına almış olacak. İran sınırından başlayarak, Irak ve Suriye üzerinden Lübnan’a uzanan İran denetimindeki Şii Kuşağı’nın İsrail için olduğu kadar, Sünni Arap ülkeleri için de bir tehdit oluşturduğunu savunan ABD, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE ile bir dizi siyasi ve ekonomik anlaşmalar yaparak, Ortadoğu barışı açısından çok güçlü, güçlü olduğu kadar da tehlikeli sonuçlar üretebilecek bir cephe oluşturdu. Cephenin görünen komutanı Suudi Veliahtı Selman, finansörü de BAE..

TEHLİKELİ GELİŞMELER 

2011’de Suriye’yi kaosa, parçalanmaya sürükleyen “Arap Baharı” rüzgarları ilk olarak Dera’da estirildiğinden, Dera ve Kuneytra’nın bulunduğu Havran bölgesi, Suriye’nin dış operasyonlara en duyarlı bölgelerinden biri. Dera bugüne kadar çeşitli saldırıların hedefi oldu. Şimdilerde Rus destekli Esat güçlerinin saldırısı altında. Kenttekiler Ürdün’e ya da Golan Tepeleri’ne sığınmak istiyorlar, ama Ürdün, “1 milyondan fazla mülteciyi taşımam mümkün değil” dedi ve sınırlarını kapattı. 

Havran çöllerinde yüzbinlerce masum insan sığınacak bir çatı arıyor. Suriye krizinden önceki Havran bölgesinin nüfusu 1 milyon civarındaydı. BM, “İnsani Felaket” çağrısı dışında bir şey yapamıyor. Ürdün sınırını zorlayan mültecilerin ülkesine yönelmesinden kaygılanan Suudi Arabistan, Ürdün Kralı Abdullah’a maddi yardım teklif ettiler, fakat yeşil dolarlar Kral Abdullah’ı ikna edemedi. 

Ortadoğu’da, ülkesinin enerji kaynaklarını yağmalamak isteyenler tarafından katledilen masum insanların yaşam haklarını sorgulayan bir uluslararası otorite yok! Savaş öncesi Suriye’nin sayılabilen nüfusu 23 milyondu. 2011’den bu yana 12 milyon Suriyeli ülkesini ya da dünyasını terketmek durumunda kaldı. Son bir umutla Akdeniz’e sığınan çaresiz insanlar, kundaktaki bebeleriyle birlikte azgın dalgalar tarafından yutuldular..

MERAKLISI İÇİN NOT 

“Suriye’nin Havran bölgesindeki Dera’da, Kuneytra’da 20 Haziran’dan bu yana neler oluyor, yüzbinlerce insan neden yerlerinden yurtlarından göçe zorlanıyor, masum insanlar, bebeler neden katlediliyor?” diye merak edenler için not: ABD, Ortadoğu’nun yağmalanan petrol ve doğalgazını Akdeniz’e ulaştıracak yeni bir “Enerji Koridoru” oluşturmaya çalışıyor. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla önünü kestiğimiz ABD, Suriye'nin güneyine yoğunlaştı; Akdeniz'e İsrail üzerinden ulaşmaya çalışıyor. ABD, aynı operasyonla, İran’ın, 2011’den bu yana elde ettiği nüfuz bölgeleriyle oluşturduğu Irak ve Suriye’den Lübnan’a uzanan Şii Kuşağı’nı kırmayı da hedefliyor. Bunun için de, İran’ı ortak tehdit olarak gören İsrail ile Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirliği’ni (BAE) aynı savunma çatısı altında toplayarak, Ortadoğu barışı açısından çok ciddi tehlikeler üretebilecek bir cephe oluşturuyor. Rusya’ya ARAMCO üzerinden ortaklık teklif edilirken, Türkiye Menbiç Mutabakatı’nın uygulama takvimiyle oyalanmak isteniyor.”

Büyükelçiler toplantısı nedeniyle Ankara’ya gelen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’a sorulan sorular İdlib ağırlıklıydı. Lavrov, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 Sayılı Kararı çerçevesinde düzenlenen Astana sürecinin terörist grupları kapsamadığını, Esat rejimine, “terörist gruplarla mücadele ettiği için yardım ettiklerini” söyledi. 

Başımızdaki dertler yetmezmiş gibi, şimdi de karşımıza İdlib’in terörist grupları çıktı. 

YARIN: İdlib’in teröristleri?