“Kalkınmış ülkeler yük taşımaya mütehammil (dayanıklı)dır, yüklediğin kadarını götürebilir. Memleketin harap olması ise halkının sefalete düşmesindendir. Ahaliyi sefil eden sebep de ancak, valilerin; servet toplamaya düşkünlükleri, mevkilerinde uzun müddet kalamıyacaklarını, zannetmeleri, bir de geçmiş ibretlerden yeteri kadar ibret alamamalarıdır...

     “Şayet memurlarının hatâsını görür de, aldırmazsan; kendin utanacak ve ayıplanacak bir duruma düşersin...

     “Hele alt kesimdeki, her türlü çareden mahrum fakirler ve çaresizler ile felaketzedeler, kötürümler hakkında Allah’dan korkmalı, hem de çok korkmalısın...

     “Ben Peygamber (s.a.s.)’den birkaç yerde işittim şöyle buyurmuştu:’İçindeki zayıfın hakkı serbestçe, kuvvetlisinden alınamıyan bir millet; hiçbir zaman kuvvetlenemez.’ Bir de bunların münasebet almayan (münasebetsiz) sözlerini, yahut da dertlerini anlatabilmedeki acizliklerini hoş gör, kendilerine karşı hırçınlık etme, büyüklük gösterme...

     “Bir de her günün işini o gün gör, çünkü diğer günlerin kendine mahsus işi vardır...

     “Şayet namazında halka imam olmuşsan; sakın ne bıktıracak kadar uzun, ne de bir hayra yaramıyacak gibi kıldırma. Çünkü halkın içinde öyleleri vardır ki hastalık sahibidirler. Öyleleri de vardır ki iş sahibidir. Peygamber (s.a.s.) beni Yemen’e gönderirken: ‘Onlara namazı nasıl kıldırayım?’ demiştim. ‘En zayıflarının namazı gibi kıldır.’ ve ayrıca ‘Müminlere karşı çok merhametli ol.’ buyurmuşlardı...

     “Her hal ü kârda halktan uzak kalmak hoş bir şey değildir. Özellikle eğer senin görevin halkın ihtiyaçlarını ve dileklerini göz önüne almak ise, halk tarafından sana arz edilecek ve çoğu ya bir zalimden şikayet, ya bir muamelede adâlet taleb gibi dileklerin; seni asla ürkütmemesi lâzımdır...

     “Sonra valinin etrafında seçkin kimseleri ile kendisine pek yakın olanları vardır ki bazen bunların iltimasları (kayırıcılıkları), haksızlıkları ve muamelelerinde insafsızlıkları görülebilir. Sen, bunların zararını bu gibi hallerin sebeplerini ortadan kaldırmak suretiyle gidermelisin. Etrafındakilerden, ileri gelenlerinden ve akrabandan hiç birine kat’iyyen toprak (devlet elindeki bütün imkânlardan yararlanma hakkı) verme ve bunlardan hiçbiri senden cesaret alıp da, müşterek su yahut müşterek diğer bir iş tutarak, etrafındakilere zarar verecek ve zahmeti başkalarına yükletecek sûrette zahîre biriktirmeye katiyyen tama’ (açgözlülük) edemesinler. Çünkü, bunun kârı senin değildir.  Fakat onların ârı (utancı) ise dünyada ve ahirette sana döner. Sonra, senin yakının olsun veya olmasın herkesi, hakkı kabul etmeye zorla. Eğer has adamların ve yakınlarından biri yasaları çiğnemiş ise, senin için ne kadar güç olursa olsun, cezasını eksiksiz icra et. Bu hususta sabır, sebat ve dikkat göster ve davranışın sonunu gözet. Çünkü bunun sonu hayırdır...

     “Düşmanın tarafından sana teklif olunan sulh (barış), rıza-yı ilâhiye’ye (Allah’ın rızasına) muvafık (uygun) ise katiyyen reddetme. Zira barışta askerine istirahat, sana endişeden rahat, ülken için de selâmet vardır. Lâkin barıştan sonra, düşmanından sakın ve hem de çok sakın. Öyle ya belki düşmanın, seni gafil avlamak için sana yaklaşmak istemiştir. O sebepten ihtiyata sarıl, bu hususta asla hüsn-ü zanna (iyi niyete) kapılma...

     “Şayet düşmanla aranızda bir sözleşme akd etti isen, yahut ona karşı bir taahhüdün varsa, yapılan sözleşmeye riayette bulun, ahdini yerine getir. Verdiğin sözü muhafaza için, icap ederse hayatını bile feda et. Çünkü arzularının birbirinden farklı, düşüncelerinin ayrı olmasına rağmen insanların ilahî farizalar arasında, ahidlere vefa (tam yerine getirilmesi) kadar üzerinde birleştikleri bir şey yoktur. Hatta müşrikler de hıyanetin vahim neticelerini gördükleri için müslümanlara karşı ahde vefayı iltizam ediyorlar. Binaenaleyh sakın verdiğin sözden dönme; sakın ahdine hıyanet etme. Sakın düşmanını aldatma...

     “Sonra, kandan ve onu haksız yere dökmekten son derecede sakın. Çünkü haksız yere kan dökmek gibi felaket getiren; bunun kadar mesuliyeti büyük, bunun kadar nimetin zevalini; devletin mahv olmasını hak eden bir şey yoktur. Allah Teâlâ, kıyamet günü kulları arasında hükmünü verirken ilk olarak döktükleri kanlardan başlıyacaktır. Sakın haram bir kanı dökerek saltanatını kuvvetlendirmek sevdasına kapılma. Zira bu hareket onu zaafa düşürecek, daha doğrusu zevâle erdirerek başka ellere geçirecek sebeplerdendir...

     “Bir de sakın kendini beğenme. Sakın, nefsinin sana hoş gelen cihetlerine güvenme. Sakın yüzüne karşı övülmeyi isteme. Zira, iyilerin ne kadar iyiliği varsa, hepsini mahv etmek için şeytanın elindeki fırsatların en sağlamı budur...Sonra sakın halkına yaptığın iyilikleri, onların başlarına kakma. Yahut yaptığın işleri mübalağalı gösterme. Yahut kendilerine verdiğin sözden dönme. Çünkü başa kakma, iyiliği bitirir. Mübalâğa hakikati söndürür. Sözden dönme ise Allah Teâlâ’nın da, halkın da nefretini celb eder...

     “Hiddetine, gadabına (öfkene), eline ve diline hakim ol. Bunların hepsinden korunabilmek için de badirelerden (tehlikeli durumlardan) geri durup şiddetini tehir et ki, öfken geçsin de, iradene sahip olabilesin...” (Seha Neşriyat)