Nasılda kavgacı bir dilimiz oldu. 

TV’yi açıp tartışma programlarını seyretmeye görün… Sadece TV’de değil… Her ortamda siyasilerde konuşmuyor, adeta geğirip, aksırıp, kusuyor.

Çareler beklerken neler neler dinliyoruz…

Ya halk sevgi dolu kelimelere hasret… Kendilerini ileriye taşıyacak sahte olmayan, gerçekçiliği olan programlara, komisyonlara hasret…

Hakaretlerin yanında egemenliğin, bekanın sorun olduğu ve sonu yine oraya çıkacak birçok söylem yapılıyor. Egemenliğin sorun haline gelmesi yanlış tutum ve yönetimidir. Sanki kendi kendine oluşabilecek egemenlik sorunlarını örtme çabası… Bu her daim ve dönem aynı. Yıllar yıllar önce de buna benzer saptırmalar duyulmuştu?.. 

‘Demokrasiler Allah’ın egemenliğinin gaspıdır.’ Diyenler oldu mesela… 

Tövbe haşa… Allah’ın egemenliğini gasp etmeye hangi kulun gücü yetermiş. Ama dendi… Demokrasi ile birlikte; Anlayan, özgür, eğitimli, seçen, seçilebilen bireyler oluştuğunda, nemalanmalarının zarar göreceğini öngören hocalar, cemaatler ‘Yaradanın egemenliği zarar görebilir’ diye avaz avaz bağırdı. İnsanlar bu akıl dışı ifadeye maruz kaldı. 

Bundan etkilenenler oldu… Halk içerisinde de bu ve benzer diğer olaylardan etkilenerek ciddi tartışmalar başladı… Millet olgusu ayrıştı, particilik öncelikleri oldu… 

Bu tartışmalar esnasında karşısındakini sevimsiz, iğrenç hatta böcek gibi görenler oldu… Bu arada böceğinde aşağılık olduğunu düşünmüş olmaları ne de garip!.. Çünkü böceklerin olmadığı bir dünyada kaç ay yaşayabildiğimizi araştırmacılar açıklıyor. Çok uzun değil, en çok birkaç yıl…

Aynı araştırmacılar şunu da söylüyor; İnsanların olmadığı bir dünyada ise diğer canlılar daha mesut oluyor. Ve yaşam yok olmuyor. Aksine daha sağlıklı hale geliyor… 

“Acaba Dünya nezdinde kim aşağılık?..”

Ve biz bu gerçeğe rağmen dünyanın sahibi gibi davranıyor, tüketiyor ve hor kullanıyoruz. Onunla da yetinmiyor kendi kendimize bile katlanamıyoruz. Bağırıyor, çağırıyor, üstünlük kurmaya çalışıyor, statüyü yüksekte tutmaya çalışıyoruz. Hatta bazıları abartıp, kendini herşeyin sahibiymiş gibi hissedip, buna uygun tutum sergiliyor.

Ama sahibiymişiz gibi tutum sergilediğimiz dünya İnsansız daha mutlu… Yaşam biz olmazsak olmaz değil hani… 

Tüketim çılgınlığımız, kendimizden olanı da tüketmeye kadar gidiyor… Biraz gücü ele alan güçsüzü tüketmeye başlıyor. Dünya üzerinde son yıllarda faşist siyasetçilerin türediği malum… Bu ifade haber programlarında çokça dillendiriliyor. Devletin başına geçen bu kişiler, devlet kaynaklarını kendi kafalarına göre tüketmeye başladılar. Yasamadan, denetimden uzaklar… İhale kanunları ile oyuncak ile oynarmışçasına pişkin pişkin oynamaktalar. 

Kaynakları tüketilen Devlet’in temel kaynağı, halkın vergileri… Demek ki zar zor geçinen, gariban kalmış halkın hakkı ile de bir anlamda oynanıyor.

Ardından muhtaç kalan insanlar kolaylıkla gözden çıkartılabiliyorlar. Mesela iki farklı ülke başkanının egosu, horoz dövüşüne dönüyor… Birbirlerini tanımayan ve muhtemelen hayatları boyunca yollarının bile kesişmeyeceği bu ülkelerin, binlerce askeri birbirini öldürmeye başlıyor.    

Hanelerine ateş düşen aileler umurlarında mı?.. Birbirlerini vursunlar, canlarını yaksınlar. Ammaann ha kendisine ve devasa servetine bir şey olmasın yeter…

Neyse bu konuyu çok ta deşmeden, merhum Müslüm Gürses’den “Yakarsa bu dünyayı garipler yakar” diyerek noktalayalım. 

*********************************

İngiliz bir şirket, yıllardır ülkemizde faaliyet gösteriyor. İsmini anmak lüzumsuz… Şimdi tekziplerle, avukatlarla uğraşmayalım…

Bu yabancı firma, kurumsal bir yapı çerçevesinde almak istediği ürün ya da hizmet için teklif topluyor. Teklifler Londra’ya gönderileceği için haliyle İngilizce olacak… Problem yok! Ülkemizde yabancı dil ve yabancı paranın hükmü çok büyük, piyasalarımız buna alışık… Banka mevduatlarımızın bile %56’sı yabancı para… 

Buradaki sorun ise şu;

İngiltere’de bir asgari ücret 2.500 pound…

Firmamız, hizmet vereceği aylık bedeli ‘Asgari seviyede tutalım’ diye düşünüyor… Hatta İngiltere’deki bir asgari ücretin biraz daha altında teklif veriyor… 

Birkaç gün sonra Londra merkezden şu cevap geliyor; “Bütçemizi aşıyor”… Kibarca bu şekilde ifade etmişler. Tabi ki bunun açılımı şu; Biz öncesinde bu harcama için bütçe planlarken, bu kadar etmeyeceğinizi düşündük…

El insaf be! Bu ülke topraklarından para kazanacaksın… Bizimle yaşayıp, en eğitimli personellerimizden faydalanacaksın… Dönem sonunda kazandığın parayı kendi ülkene göndereceksin… Ülkendeki refaha refah katacaksın… Eyvallah çalıştın o kadar, markanı kullandın, yatırım yaptın, hakkındır burada problem yok! Küresel serbest piyasa ekonomilerinde iyi hizmet veren kazanır… 

Öyle de oldu…

Ama sana teklif vermiş kurumsal bir firmayı… Ve o firma bünyesinde muhtemelen hizmet verecek birden fazla kişinin entelektüel birikimini… Bizim bir asgari ücretlimiz bile “Etmez” demeye getirmek hoş değil…

Kendi ülkende entelektüel bilgi bile gerektirmeyen, en alt seviyede görev yapana bile 2.500 pound verirken… Türkiye’de, Türklerin verdiği ve ilim, bilim, tecrübe gerektiren hatta birden çok kişinin hizmetine ‘bu sana çok’ demek olmuyor…

Elbette burada “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla…” diyeceğiz. 

Bu değersizleşmenin sebebi tabi ki onlar değil… Onlar sadece yakaladığını fırsata çevirmeye çalışan, ticaret yapan alelade, herkes gibi bir şirket…