Her ilimizde, hatta her ilçemizde bir üniversite var. 4 yılda 6 bin kadınımız katledilmiş, ama ortada bu vahşetin nedenlerini niçinlerini irdeleyen, bilimsel önlemler öneren bir çalışma yok! Vahşeti onaylayan bu sessizlik, çağdaş değerleri benimsemiş olan Türkiye’ye hiç yakışmıyor.

Özgecan’ım, adı kadar güzel kızım insan vicdanının asla kabul edemeyeceği bir vahşete kurban gitti.

Bu vahşet ilk değil, 4 yılda 6 bin kadınımız vahşice katledilmiş. Özgecan’ın katledilmesi en taze, en can yakıcı örnek..
 
Özgecen’ınmızın katledilmesinden toplum olarak hepimizin çıkaracağı dersler ve sorumluluklar var. Kabul edelim ki, kadınlarımızın, kızlarımızın böylesine vahşice katledilmesinden hepimiz sorumluyuz.

Özgecan’ımızın vahşice katledilmesinin ayrıntıları bir “toplumsal bir cinnet” tanımlamasıdır. Gazetelerin birinci sayfaları, toplumun benimsediği değer yargılarının aynalarıdır. Özgecan’ın katledilmesi duyuran gazetelerin ilk sayfalarına baktınız mı? Bu vahşeti kimi gazeteler, olması gerektiği gibi sürmanşetten verirken, bazıları tek sütunluk bir duyuruyu yeterli görmüşlerdi. “Bak ayna gör kendini” tanımlaması insafla bağdaşmıyor gibi görünse de gerçeğin ifadesidir.

Cinsel dürtülerini kontrol edemeyen bir vahşi, masum bir kızı acımadan öldürüyor, DNA sorgulamasına delil bırakmamak için de ellerini kesip yakıyor. Vahşet burada da bitmiyor, zavallı Nazlıcan’ın cesedini yakıp yok etmek üzere babasından ve arkadaşından yardım isteyebiliyor ve bu yardımı alabiliyor.

Bu yardım olayı, Özgecan’ın boğazlanmasını onaylayan toplumsal bir cinnet halidir ve bizi en az Özgecan’ın katledilmesi kadar kaygılandırması gereken bir durumdur. Toplumun içinde, toplumun bir parçası olarak yaşayan bu yaratıkların hangi ilkel duygularla hareket ettikleri mutlaka çözümlenmelidir.

Her ilimizde, hatta her ilçemizde bir üniversite var. 4 yılda 6 bin kadınımız katledilmiş, ama ortada bu vahşetin nedenlerini niçinlerini irdeleyen, bilimsel önlemler öneren bir çalışma yok! Vahşeti onaylayan bu sessizlik, çağdaş değerleri benimsemiş olan Türkiye’ye hiç yakışmıyor.  

“ASALIM, KESELİM” ÇÖZÜM MÜ?

Bugünkü yasalar çerçevesinde “ağırlaştırılmış mebbet” Özgecan’ın katiline verilebilecek en ağır ceza. Fakat bu ceza Özgecan’ımızı katleden o vahşiye duyduğumuz öfkenin köpüklerini söndürmeye yetmeyecektir. Bu gibi toplumları derinden yaralayan suçların gerektiği gibi cezalandırılamadığı kaygısı yaygındır. Fakat, “Asalım, keselim” önerileri de kesin çözüm değildir. İçimizdeki yangının irademizi dumura uğratmasına izin vermeyelim; idamın hala uygulandığı ülkelerde de kadınlara ve küçük çocuklara yönelik cinsel vahşet olaylarının önü kesilememiştir. Aklımızı başımıza toplayıp köklü çözümler peşinde koşmalı ve biran önce uygulamaya geçmeliyiz.

Caydırıcılık açısından, en ağır ceza elbette uygulanacaktır, ama esas olan bataklığın kurutulması, bu gibi vahşet sahnelerinin yaşanmasının önlenmesidir. İnsan diyemeyeceğimiz bu yaratıkların hangi nedenlerle, hangi ilkel dürtülerin etkisiyle canavarlaştıklarını görmemiz, bilmemiz gerekiyor. Bataklık dururken sineklerle uğraşmak çözüm getirmez; bu acılarla yanar dururuz, ama kadınlarımızın, kızlarımızın vahşete kurban gitmesini önleyemeyiz. Çeşitli nedenlerle affa uğrayanların aynı suçu işleme oranı da yüzde 40! Bu da bizi sineklerle değil de, bataklıkla uğraşmaya yönelten bir istatistik olarak değerlendirilmelidir.

NE YAPMALIYIZ?

“Özgecan’larımızı vahşice katledilmekten kurtarabilmek için ne yapmamız gerekir?” sorusuna yanıt ararken, toplumumuzda kuralsızlığın, şiddetin bir önemli istatistik daha çıktı karşımıza. Sosyolojik anlatımla, “anomik”, yani kuralsızlığın yaygın olduğu bir toplumuz. “İnsanlarımızın yüzde 85’i kuralsızlık ortalamasını aşan bir tavır ve anlayış içinde.” Küreselleşme rüzgarlarının da etkili olduğu sosyal değişim sürecinde, yüzyılların birikimi kültürel değerlerle, toplumun benimsemeye çalıştığı modern değerler çatışmasının acılarını kadınlarımızla çocuklarımız yaşamaktalar. Bu süreci sancısız geçiştirebilmenin tek yolu eğitim. Çağdaş bilimsel verilerin ışığında, insanlarımızın evden başlayarak, hayatlarının her aşamasında eğitilmeleri gerekiyor.

AYNI SUÇLAR FRANSA’DA VE AMERİKA’DA DA YAŞANIYORMUŞ!


Özgecan’ın hunharca katledilmesi sonrasında,”Ne yapmalıyız?” parantezi açan bazı köşe yazarları, yılda 5 bin ile 7 bin arasında toplu tecavüz olayının yaşandığı Fransa’yı ve yılda 85 bin benzer suçun işlendiği ABD’yi örnek göstererek, “konuyu eğitim seviyesinin düşüklüğüne bağlamanın doğru olmayacağını” savunuyorlar. Çöpçü alırken bile KPS sınavı uygulanan bir ülkede, canı sıkılan kalemi kapıp, akıl süzgecinden geçmesi mümkün olmayan böyle cümleleri karalayabilecek bir “köşe” bulabiliyorsa, köşe yazarı olabiliyorsa, bu saçma sapan yorumlardan Özgecan’ların sonsuza kadar aynı kaderi yaşamaya mahkum oldukları gibi bir sonuç çıkmaz mı? Bu çarpık mantık insanlığı sorunlarına teşhis koyamayan, çözüm üretemeyen bir hayvan sürüsü olarak mı görmektedir?  Son yıllarda şiddet ve kural tanımazlık başlığı altında toplanan suçlarda korkunç bir artış gözlenmektedir. Kadına yönelik suçlar da bu başlık altında irdelenmektedir. Sonuçta önümüzde, bilimin teşhis ettiği, fakat çözüm üretmekte zorlandığı bir toplumsal sorun vardır. İnsanlığın elele vermesiyle bu soruna, bu toplumu ciddi olarak tehdit eden hastalığa çözümler üretilecektir. Hiçbir insan vicdanının onaylamayacağı bir vahşetin durdurulmasında, insanlık mutlaka elele verecektir.  

Fransa ve ABD’de toplu tecavüzler ülkelerin hangi kesimlerinde yoğun olarak yaşanmaktadır? Bu ülkelerde ne zaman tarım politikalarında değişiklik yapılmıştır? Bu ülkelerde hangi yıllardan itibaren kırsal kesimlerden büyük şehir varoşlarına göç dalgaları yaşanmaktadır? Bu göçlerle toplumsal baskıların, otokontrolün dumura uğradığı çok değişik bir iklimde yaşamaya mahkum olan insanlar, nasıl bir ruhsal değişim yaşamaktadırlar? Varoşların her tür kural tanımazlığa prim veren ikliminde cinsel dürtülerini kontrol edemeyecek kadar eğitimsiz bireylerin işledikleri kadına yönelik suçlarla, büyük şehirlerin elit kesimlerinde cinsel fantezi arayışına yönelik suçları aynı kefede değerlendirmek mümkün müdür? Görüldüğü gibi sorun, bilimsel neşter gerektiren çok ciddi ve çok kapsamlı bir sorundur.  

Ülkemizde insanlarımızın ruh ve beden sağlığını tehdit eden çok ciddi vahşet tabloları yaşanıyorsa ve bunun kural tanımazlık (anomi) illetiyle ilişkili bir durum olduğu bilimsel olarak ortaya konmuşsa, sorun,konunun uzmanları olan bilim adamlarının önerecekleri eğitim önerileriyle çözüme kavuşturulacaktır. Vahşeti lanetlemekle yürek yangınlarımızı kısa bir süre soğutabilsek de, kalıcı bir çözüm üretemeyiz.

Kozmopolit toplumlarda, değişik kültürel değerleri benimsemiş insanların bir arada yaşamasından dolayı, otokontrolün işlevsiz kaldığı, kuralsızlığın ve şiddetin egemen olduğu bir ikliminin oluştuğu bilimsel gerçektir.

Bir toplumun kendi hatalarını görebilmesi, çözüm üretebilmesi, uygulamalardan sonuç alabilmesi için, uzun ve yorucu bir süreç yaşaması gerekebilir. Süreci kısaltmanın ve kolaylaştırmanın yolu, “Ya öldürülen benim kızım olsaydı” empatisi kurabilmekten geçiyor. Bu konuda siyasetçilerimize ve bilim adamlarımıza çok iş düşüyor. Topluma yön verecek olan bilimin ışığı olmalıdır.

TÜRK GELENEĞİNDE HANIMIN YERİ HAKANIN YANIDIR


Kadın erkek ilişkilerinde bazı toplumsal bakış açılarını değiştirmemiz gerekir. Şiddet görmüş bir kadının bu durumu kızlarına değişmez, baş eğmeleri gereken bir kader olarak öğretmeleri ya da öğütlemeleri doğru değildir. Kadına sevgi ve saygıyı küçük yaşta öğretmeli ve kadını ekonomik özgürlüğüne kavuşturacak bir eğitim sağlamalıyız. Unutmayalım, Türk geleneğinde kadının yeri, hakanla eşitti.