Mandela'nın ölümü dolayısıyla yazılan yazılarda çizilen Mandela portresi şu: "Mandela, ırk ayırımı rejiminden gördüğü zulme rağmen, asla intikam alma, beyazlara karşı düşmanlığı körükleme, kutuplaştırma yolunu değil, siyahlarla beyazları uzlaştırma yolunu seçti. Bunun içindir ki, dünya onu bir saygınlık ve insanlık abidesi olarak selamlıyor." Benzer tanımlamalarla çizilen ve şuur altımıza yerleştirilmek istenen Mandela portresi bu, ama 1961 Mandelası bu değildi.
1961'deki Mandela ile 1986'da kendi düşüncelerine ve partisine ihanet eden, 1994'de yıllarca savaştığı beyazlar tarafından iktidara taşınan Mandela çok farklı kişilerdi. Attila İlhan' rahmetle anarak soralım: Mandela, ama Hangi Mandela?
Ölümü nedeniyle, kendini Mandela hakkında birşeyler yazmaya mecbur hissedenler, internet ortamında bulabildikleri kalıplaşmış, daha doğrusu özenle düzenlenmiş "Mandela portreleri"nden esinlendikleri için, 1961 Mandelası'nı değil, 1986 ve 1994 Mandelası'nı anlatmış oluyorlar ve farkında olmadan emperyal sistemin gönüllü hizmetkarları durumuna düşüyorlar.
Mandela'nın ölümü dolayısıyla yazılan yazılarda çizilen Mandela portresi şu: "Mandela, ırk ayırımı rejiminden gördüğü zulme rağmen, asla intikam alma, beyazlara karşı düşmanlığı körükleme, kutuplaştırma yolunu değil, siyahlarla beyazları uzlaştırma yolunu seçti. Bunun içindir ki, dünya onu bir saygınlık ve insanlık abidesi olarak selamlıyor." Benzer tanımlamalarla çizilen ve şuur altımıza yerleştirilmek istenen Mandela portresi bu, ama 1961 Mandelası bu değildi. 1961'deki Mandela ile 1986'da kendi düşüncelerine ve partisine ihanet eden, 1994'de yıllarca savaştığı beyazlar tarafından iktidara taşınan Mandela çok farklı kişilerdi. Attila İlhan' rahmetle anarak soralım: Mandela, ama Hangi Mandela?
Dünya barışına yaptığı hizmetlerden dolayı Nobel Barış Ödülü'ne layık görülen Nelson Mandela, 1961'de başlattığı ve 27 yıl hapis yattığı mücadele sonrasında, 1994'te ülkesinin ilk siyahi başkanı olarak yönetime geldiğinde, kara kıtanın yerli halkına neler kazandırdı? Bugün, kıtanın asıl sahipleri olan zenciler, ekonomik ve siyasal açıdan eşit kazanımlar elde edebilmişler midir? Gelir dağılımındaki adaletsizlik giderilebilmiş midir? Birkaç belli merkezler dışında sağlık sorunlarına çözüm bulunabilmiş midir? Büyük kentler dışındaki yerleşim bölgelerinde açlıktan, koleradan, AİDS'ten ölenlerin sayısı belli midir?
Mandela'nın özgürlük adına başlattığı mücadele, diğer Afrika ülkelerinde bir uyanış, bir özgürlük uyanışı başlatamamıştır. Afrika bugün, kuzeyden güneye, Doğulu ve Batılı emperyalist devletlerin pay kapma savaşı yaşadıkları sahipsiz bir kıta görünümündedir. Afrika'nın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yağmalama konusunda ABD, Avrupa ülkeleri ve Çin kıyasıya bir mücadele yaşarken, kıtanın asıl sahipleri olan yerli halk açlıkla, yoksullukla, salgın hastalıklarla savaşmak durumundadır. Kıtanın geleceği konusunda zencilerin de Arapların da bir söz hakkı kalmamıştır.
"AFRİKA, YARINKİ SAVAŞLARIN BUGÜNÜDÜR"
ABD'nin ve Avrupa ülkelerinin silahlı güçleri, "Sizi korumaya, barışı kurmaya, güvenlik sağlamaya geliyoruz" kamuflajı altında Afrika'ya yerleşmektedirler. Roma İmparatorluğu'ndan bu yana sürüp giden bu aldatmaca günümüzde de sürdürülmektedir. Libya'nın yıkılması ve "Kıvırcık Kafa" Kaddafi'nin hunharca katledilmesiyle en büyük engel ortadan kalkmış ve Afrika'nın kapıları Doğulu ve Batılı emperyalistlere sonuna kadar açılmıştır. Libya'nın "tatlı" petrolü Batılıların kasasına akarken, ABD'nin Afrika ordusu AfricaCom kara kıtanın stratejik noktalarında üsler kurmakta mevcut üsleri genişletmektedir. Fransa, ülkeyi iç savaşa sürükleyen terörizmi bastırma bahanesiyle Mali'ye yerleşmeye çalışmaktadır.
Çin, Batılıların aksine, Afrika'nın zenginliklerinden yararlanmak için yumuşak güç kullanmayı tercih ediyor; diplomatik ilişkiler geliştirerek, krediler açarak, ortaklıklar kurarak, yollar, fabrikalar, limanlar, havaalanları, hastaneler, sanat ve kültür merkezleri kurarak kara kıtayı içten fethetmeye çalışıyor. The Guardian'ın açıklamasına göre (29.04.2013), son on yılda Çin'in elli Afrika ülkesindeki 1700 proyeye yaptığı yatırım toplamı 75 milyar doları geçmiş.
Çin, Afrika kıtasına yaptığı bunca yatırımı korumasız bıracak değil elbette; silah yardımı yaptığı Zimbabwe'de, Çin ve Zimbabwe askerleri ortak tatbikatlar yapıyorlar. Çin, "yumuşak güç" olarak adlandırılan ekonomik gücünü kullanarak Afrika'ya yerleşmeye çalışırken, Çin kadar zengin olmayan Batılılar, terörizmle mücadadele kamuflajı altında, askeri güç ve ateşli silahlar kullanarak Afrika'yı kontrolleri altında tutmaya çalışıyorlar. Prof. Andrew Bacevich'in geliştirdiği "adaleli yumuşak güç" kavramı çerçevesinde ABD, Cibuti'de kurduğu Camp Lemonniere askeri üssü sayesinde tüm Afrika'yı dinleyebiliyor, izleyebiliyor ve insansız hava araçlarıyla imha hareketleri, yerel güçleri eğitme, insan kaçırma eylemleri gerçekleştirebiliyor.
ABD'nin "Kenya'daki Camp Simba, Uganda'daki Camp Entebbe üslerindeki havaalanları, büyük kargo uçaklarının rahatça inip kalkabileceği şekilde genişletilmiş. Son altı yılda Kenye , Etopya, Nijer, Burkina Faso, Güney Sudan gibi 12 ülkede yeni askeri üsler ve kamplar kurulmuş. (...) ABD Afrika'daki askeri varlığını giderek güçlendiriyor. The Army Times, 2013'te 3 bin yeni askerin Afkrika'ya gönderileceğini yazıyor. ABD'de askeri yetkililer, 'Afrika yarınki savaşların bugünüdür' diyorlar."
Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında estirilen "Arap Baharı" rüzgarlarının etkisiyle Tunus, Libya, Sudan ve Mısır gibi Afrika ülkeleri Batılı emperyalist devletler tarafından kontrol altına alınırken, Afrika içlerinde, büyük ekonomik gücünü kullanan Çin, " bu paylaşımda ben de varım" diyor.
BÖYLE Mİ OLMALIYDI, ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI MANDELA'NIN ÜLKESİ?
Peki, çizdiğimiz bu Afrika tablosunda kıtanın yerli halkı nerede, kıtanın kaderinde ne derecede söz sahibi?
Böyle mi olmalıydı, özgürlük savaşçısı Mandela'nı Afrikası?
Dikkatinizi çekmek isteriz, emperyalizme karşı savaş açmış ve bu savaşını zaferle taçlandırmış, ezilen ülkelere ilham kaynağı olmuş Gazi Mustafa Kemaller değil, emperyalizme karşı açtığı savaşta yenik düşmüş Che gibi, Ömer Muhtar gibi ya da emperyalistlerin dümen suyuna girmeyi kabullenmiş Mandela gibi isimler "özgürlük savaşçısı" olarak parlatılıp öne çıkarılıyor. Bu, küresel çapta uygulanan bir toplum mühendisliğidir. şuur altlarına yerleştirilmek istenen mesaj bellidir: "Emperyalistlerle başa çıkmanız mümkün değildir. Mandela gibi bizlerle uyum sağlarsanız, saygınlık kazanır, Nobel'le ödüllendirilirsiniz."
MANDELA'NIN YOL HARİTASI
1961'de, Mandela'nın kurduğu ve barışçı mücadeleyi benimsemiş olan Afrika Ulusal Kongresi (AUK), 1961 yılında düzenledikleri ırk ayırımı politikasını protesto eden bir gösteri sırasında, 69 göstericinin polis tarafından hunharca öldürülmesi üzerine silahlı mücadele kararı almıştı. 1962'de Mandela ve arkadaşları hükümeti devirme suçlamasıyla yargılandılar ve ömür boyu hapse mahkum edildiler.
Afrika Ulusal Kongresi'nin (AUK) dışarda kalabilen üyeleri silahlı mücadelelerini 1986 yılına kadar sürdürdüler. Bu mücadelede yerel komünist partisiyle güç birliği yaptılar, Sovyetler Birliği'nden yardım gördüler.
Mandela, Robben adasında tutuklu bulunduğu hapishaneden yürüttüğü bu silahlı mücadele nedeniyle hükümet tarafından "terörist" ilan edildi.
Batılı emperyalistlerin çifte standardına çok çarpıcı bir örnek olduğu için not düşelim; Mandela, yakın bir tarihe kadar, ölümü üzerine ekranlarda hüzünlü bir çehre ile boy gösterip methiye düzen Batılı liderlerin terörist listelerindeydi. Obama Mandela için, "Görebileceğimiz en etkili, cesur ve iyi insanlardan birini kaybettik" diyordu, ama Robben adasında hapis yattığı 80'li yıllarda, ABD Başkanı Ronald Reagan da İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher da Mandela'yı "terörist" ilan etmişlerdi. G. W. Bush'un son günlerine, 2008 yılına kadar, Nobel Ödüllü Mandela ABD'nin "teröristler" listesindeydi.
MANDELA 1986'DA ARKADAŞLARINI NEDEN YALNIZ BIRAKTI?
Mandela 1986'da, hapis yattığı Robben adasında, mücadelesinin yöntemini değiştirmeye karar verdi. Irk ayırımına dayalı rejimin son bulması, siyahlarla beyazların eşit haklara sahip olacağı özgürlükçü ve çoğulcu bir demokratik rejimin kurulabilmesi için, silahlı mücadeleyi bırakarak beyaz azınlık hükümetiyle müzakere masasına oturmayı kabul etti. Bu kararı alırken, 'nasıl olsa karşı çıkacaklar' düşüncesiyle partisine haber vermemişti. Mandela hükümet temsilcileriyle görüşmelerini, can güvenliği nedeniyle nakledildiği Capetown Victor Verster hapishesinde sürdürdü.
27 yıl hapis yattıktan sonra 1990 yılında serbest bırakılan Mandela, 1994'te ülkesinin kaderinde söz sahibi oldu, ırkçı Apartheid rejimine son verdi.
Mandela hayatı boyunca sürdürdüğü mücadelesiyle özgürlüğün, direncin simgesi olarak anılır oldu. Fakat, onun bu sıfatlarla anılmayı ne ölçüde hak ettiği tartışmaya açıktır. Nobel Barış Ödülü ve "Görebileceğimiz en etkili, cesur ve iyi insanlardan birini kaybettik" alalamaları onu sorgulamamıza engel değildir.
"Mandela, ırk ayırımı rejiminden gördüğü zulme rağmen, asla intikam alma, beyazlara karşı düşmanlığı körükleme, kutuplaştırma yolunu değil, siyahlarla beyazları uzlaştırma yolunu seçti" deniyor, ama "Mandela'nın uzlaşma yolunu seçmesi , kendilerini yüzyıllardır sömüren beyazlar karşısında, kıtanın gerçek sahiplerine hangi hakları kazandırmıştır?" sorusunun yanıtı henüz verilebilmiş değildir.
ATATÜRK ÖDÜLÜNÜ REDDEDEN MANDELA, HİÇBİR ZAMAN BİR MUSTAFA KEMAL OLAMADI
Mandela, Türk Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal'in yaptığı gibi sonuna kadar direnmeli, mücadelesini zaferle taçlandırmalı ve ülkesini sömürenlerle eşit koşullarda masaya oturabilmeliydi. Hapisteyken beyazlardan oluşan azınlık hükümetiyle yürüttüğü gizli pazarlıklar ve 1994'te iktidara taşındıktan sonra yaptığı uygulamalar sonrasında ülkesinin ve Afrika kıtasının geldiği nokta bellidir. Afrika bugün, Doğulu ve Batılı emperyalistlerin yağmalama kavgalarıyla bir cadı kazanına dönüşmüştür.
Mandela, başkan seçildikten sonra, 'hapisteyken partinize danışmadan mücadele yöntemini neden değiştirdiniz?' sorusunu, "emrivaki yaptım" şeklinde yanıtlamıştı. "Emrivaki yaptım" yanıtı, ucu ihaneti de kapsayan bir sorgulamanın kapısını açmaktadır. Mandela gerçek bir özgürlük savaşçısı mı yoksa Gandi'nin pasif direnişini taklit eden bir Nobel Ödülü avcısı mıydı?
Bilindiği gibi Mandela, 1992'de, kendisine Türkiye tarafından verimek istenen Atatürk Barış Ödülü'nü kabul etmemişti. Dava arkadaşlarını yarı yolda terkeden, yıllarca savaştığı beyazlarla işbirliği yapmayı kabul eden bir dönek olarak kendini bu ödüle layık görmemiş olmalı.