1926’da imzalanan Ankara Anlaşması’nın 14. maddesine göre Türkiye, 25 yıl süreyle, Irak’ın petrol gelirinden yıllık % 10 oranında pay alacaktı. Ankara’ya yapılacak petrol geliri ödemeleri 1934’te başlayacak, 1960’a kadar sürecekti. 

Turgut Özal’ın  Başbakanlık döneminde (1981-84) Hazine Genel Müdürü ve Ecevit Hükümeti’nin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olan “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Petropolitik”  kitabının yazarı Hikmet Uluğbay’ın o tarihe ait yayınlara ve o günün petrol fiyatına göre yaptığı hesaplamaya göre, Türkiye’ye ödenmesi gereken pay enaz 29.5 milyon İngiliz Sterlin! Fakat bunun yalnızca 3.5 milyonu ödenmiş; 26 milyon İngiliz Sterlin alacaklı kalmışız. 

Enerji uzmanı Dr. Ferruh Demirmen, 2003’te Global Policy Forum’da yayınlanan makalesinde belirttiğine göre, 1934-1958 yılları arasında Türkiye’ye toplam 50 milyon Sterlin ödenmesi gerektiğini hesaplamış. Bu durumda ödenmemiş borç miktarı tam 46,5 milyon Sterlin! Bugün, bu paranın güncel karşılığı 740 milyon Sterlin!

 

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Metin Hülagu, “Musul’un tapusu hala II. Abdülhamit’in” diyor. 

Bu çarpıcı gerçeklere rağmen, “Başika’dan askerini çek” diyen İbadi’den hesap sormayacak mıyız; susacak mıyız?

BM kayıtlarına göre hala bağımsız bir ülke olan Irak’ın en stratejik, en değerli coğrafyası olan Musul ve Kerkük vilayetleri, ABD’li hukukçuların hazırladığı Irak Anayasası’nın emrettiği referandum bile yapılmadan Bağdat yönetiminden koparılıyor, Barzani’nin emanetine veriliyor. IŞİD/DEAŞ’ın kullanım süresi doldu, şimdi Musul ve Kerkük Barzani’nin emanetinde. Yakın bir gelecekte

Irak Kürt Bölgesi bağımsızlığını ilan edince, Irak’ın en stratejik bölgesi olan Musul ve Kerkük vilayetleri bütün petrol varlığı ile birlikte el değiştirmiş olacak.

Sormak isteriz:1991’de gaza getirerek Küveyt’e soktukları Saddam’ı, “Bağımsız bir ülkeyi işgal etti” gerekçesiyle koalisyon kurup tepeleyenlerle, BM kayıtlarına göre bugün hala bağımsız bir ülke olan Irak’ı işgal edip petrol varlıklarını yağmalayanlar aynı çağdaş haramiler değiller mi? I. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın 36. Paralel boyunca bölünmesiyle Ankara Anlaşması hükümsüz kaldığına göre, Musul ve Kerkük aslında kimden çalınıyor; Irak’tan mı, Türkiye’den mi?

Binlerce kilometre ötelerden gelerek bağımsız bir ülkeyi işgal edip  parçalayan, Musul ve Kerkük gibi petrol zengini kentlerini Anayasa ve referandum oyunlarıyla ana gövdeden koparıp yağmalayan bu çağdaş korsanlar karşısında susacak mıyız? 

Milyonlarca masum insanın, özellikle Türkmenlerin katledilmesine, Ortadoğu coğrafyasındaki Türk izlerinin silinmesine neden olan ve bir adım ötesinde ülkemizin sınır güvenliğini, birliğimizi ve bütünlüğümüzü çok olumsuz etkileyecek bu gelişmeler karşısında hala susacak mıyız? 

NE YANİ, ABD’YE SAVAŞ MI AÇSAYDIK?” 

“Sovyetler’in dağılması sonrasında uygulamaya konulan Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında bölge ülkelerinin iç savaşa sürüklenerek parçalanmalarına, milyonlarca masum insanın katledilmesine, yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimlerinin yakılıp yıkılmasına sessiz kalmamızı eleştirdiğimizde,  “Ne yani, ABD’ye, Batılı koalisyona savaş mı açsaydık?” mantığı devreye giriyor. Halbuki, uluslararası anlaşmalardan doğan bir hakkı savunmak, yalnızca ateşli silahlar kullanmayı gerektirmez. Günümüzde bir hakkı savunmak için ateşli silahlar kadar etkili yöntemler vardır. Önemli olan bu yöntemleri ateşli silahlar kadar etkili olabilecek şekilde kullanabilmektir. Bu da, bilgi ve beceri gerektirir; bilgi ve beceri sahiplerini, içinde yaşadığı toplumun sorunlarını çözerek formüller üretmeye zorlayan millet olma bilinci gerektirir.

 “BİLİM ADAMLARI MİSAK-I MİLLİ TARİHTE KALMIŞ KONULAR” DİYOR, AMA…

“Siyasetçilerimiz ve bilim adamlarımız, “Misak-ı Milli, Musul, Kerkük tarihte kalmış, kapanmış konulardır. Musul, Kerkük 90 yıldır Irak toprağıdır” havasındalar. Hatırlatmak isteriz:1950’lerde de, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, “Bizim ‘Kıbrıs’ diye bir davamız yoktur” diyordu. Kıbrıs’ta yapılan tarihi haksızlığı düzeltmek için İngiltere’ye savaş açmadık, ama “Bizim Kıbrıs diye bir davamız yoktur” gibi bir inançsızlığa rağmen, kararlı bir mücadele sonucunda  davamızı kazandık. Hürriyet gazetesinin yayınları sonucunda milletin sahiplendiği Kıbrıs, rahmetli Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’nun çabalarıyla imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları sayesinde, yeniden bayrak gösterdiğimiz bir coğrafya oldu.

Bir hak, hak ettiği şekilde savunulursa, mutlaka kazanılır. 1938’deki Hatay başarısı, 1974’teki Kıbrıs başarısı bunun en güzel örnekleridir.” (21.10.2016 Musul’u Yine mi Kaybediyoruz?)

ANKARA ANLAŞMASI YÜRÜRLÜKTEN KALKTIYSA…

Tarihi ve kültürel bağlarımız nedeniyle, Irak’ı parçalayarak zenginliklerini yağmalama operasyonuna dur demek zorundayız. Gelinen noktada sorulacak ve yanıtı aranacak soru şu:“1926 Ankara Antlaşması Türkiye`ye Musul, Kerkük, Süleymaniye, Telafer, Erbil ve Dohuk`u da içine alan 90 bin kilometrekarelik alanda, düzenin bozulması durumunda, soydaşlarını korumak amacıyla müdahale hakkı veriyor mu, vermiyor mu? 

Türkiye, Irak’ın kuzey parselinde, ABD yapımı Anayasa çerçevesinde Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’nin kurulmasıyla bu hakkın doğduğunu savunuyor ve bu durumdan doğan garantörlük haklarının uluslar arası arenada da kabul edilmesini istiyor. 

Türkiye, 1991’deki I. Körfez Savaşı sonrasında, Irak’ın 36 Paralel boyunca bölünmesiyle birlikte, Anakara Anlaşması’nı gündeme getirmemiş ve tartışmaya açmamış olmasının sıkıntılarını yaşamaktadır. Binlerce kilometre ötelerden “Demokrasi götürüyoruz” diyerek Irak’ı işgal edenlerin gerçek niyetleri ortaya çıkmıştır. Kerkük ve Musul’un demografik yapıları ilerde yapılacak bir referandum oyunu için bilinçli olarak değiştirilmiştir. Bugün Barzani, ABD yapımı Irak Anayasası’nın 140. Maddesi’nin emrine rağmen, “ Kerkük’te referanduma gerek yok” diyebilmektedir. Çok tartışmalı bir şekilde Türkiye’den koparılan Musul ve Kerkük, bugün Anayasa ve referandum oyunlarıyla sahip değiştirmektedir.

Bu uluslararası soygun operasyonu karşısında hala susacak mıyız?

ABD’nin sık sık Irak’ın toprak bütünlüğünden söz etmesinin, Türkiye’nin Başika’da asker bulundurmak için Bağdat yönetiminden izin alması gerektiğini savunmasının nedeni, 1926 Ankara Anlaşması’nın artık geçerli olmadığı gerçeğini saklama çabasıdır. Çünkü, Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’nin resmen kurulmasıyla, 1926 tarihli ve Irak’ın toprak bütünlüğünü şart koşan Ankara Antlaşması yürürlükten kalkmıştır. Ankara Anlaşması’nın, Türkiye’ye petrol gelirlerinden pay verilmesine ilişkin maddeleri de, baştan beri ihlal edilmekte, gerçekler gizlenmektedir. 

Türkiye’nin Musul’daki petrol haklarıyla ilgili 2 belge var elimizde. Birincisi, Türkiye’nin İngiltere ve Irak’la imzaladığı 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Anlaşması; ikincisi de, 14 Mart 1925 tarihinde, Türk Petrol Şirketi (Turkish Petroleum Company-TPC) ile Irak hükümeti arasında imzalanan İmtiyaz Anlaşması’dır. 

Ankara Anlaşması’nın 14. maddesine göre Türkiye, 25 yıl süreyle, Irak’ın petrol gelirinden yıllık % 10 oranında pay alacaktı. İmtiyaz Anlaşması’nın 10. ve 33. maddeleri de bu hakla ilişkiliydi. Ankara’ya yapılacak petrol geliri ödemeleri 1934’te başlayacak, 1960’a kadar sürecekti. 

HİKMET ULUĞBAY: “IRAK’TAN ALACAKLIYIZ” DİYOR

Turgut Özal’ın  Başbakanlık döneminde (1981-84) Hazine Genel Müdürü ve Ecevit Hükümeti’nin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olan “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Petropolitik”  kitabının yazarı Hikmet Uluğbay, Musul konusunda kapsamlı araştırma yapan aydınlarımızdan biridir. Uluğbay, Türkiye’ye yalnızca 18 yıl, yani 1954’e kadar ödeme yapıldığını saptamış. “Bu ödeme, olması gereken miktarın çok altında” diyor. Uluğbay, o tarihe ait yayınlara ve o günün petrol fiyatına göre yaptığı hesaplamaya göre, Türkiye’ye ödenmesi gereken para enaz 29.5 milyon İngiliz Sterlin! Fakat bunun yalnızca 3.5 milyonu ödenmiş; 26 milyon İngiliz Sterlin alacaklı kalmışız. 

Enerji uzmanı Dr. Ferruh Demirmen, 2003’te Global Policy Forum’da yayınlanan makalesinde belirttiğine göre, 1934-1958 yılları arasında Türkiye’ye toplam 50 milyon Sterlin ödenmesi gerektiğini hesaplamış. Bu durumda ödenmemiş borç miktarı tam 46,5 milyon Sterlin! Bugün, bu paranın güncel karşılığı 740 milyon Sterlin!

Bu çarpıcı gerçeklere rağmen, “Başika’dan askerini çek” diyen İbadi’den hesap sormayacak mıyız; susacak mıyız?

TAZMİNAT KONUSUNUN KARANLIK NOKTALARI

Ankara Anlaşması’na göre, Musul petrollerinden alacağımız paydan 500bin Sterlin peşin para karşılığında vazgeçtiğimiz söylenir. Ankara Anlaşması’nda Türkiye’nin 500 bin Sterlin karşılığında bu hakkından vazgeçebileceği hükmü vardır, ama bu gerçekleşmiş midir? 

Bu konudaki iddiaları kanıtlayan bir belge var mıdır? 

Uluğbay, Türkiye’nin 500bin Sterlin alarak bu hakkından vazgeçtiği iddialarını kesinlikle redediyor; “Öyle olsaydı bunun devlette izi olurdu, ama öyle bir belge yok. Öyle olsaydı, 1987’ye kadar her yıl devlet bütçesine bu madde konulmazdı” diyor. Çünkü, 1987’ye kadar, her yıl, bütçeye “Irak’tan alacaklıyız” notu düşülmüştü. 1986’da Irak’ı ziyaret eden dönemin Başbakanı Turgut Özal, Irak Devlet Başkanı Saddam’ın ricası üzerine, “Irak’tan alacaklıyız” uygulamasını bütçeden çıkarmış.”

Gerçekleri görebilmek açısından, tartışılmaya açılması gereken bir durum değil midir?

Hala susacak mıyız?

ANKARA ANLAŞMASI BİZE TÜRKMENLERİ KORUMA SORUMLULUĞU DA YÜKLÜYOR

Ankara Antlaşması, ülkedeki dirliğin bozulması durumunda Türkiye’ye, soydaşlarını korumak amacıyla, Musul ve çevresindeki 90 bin kilometrekarelik alana müdahale hakkı tanıyor. 

 Musul eyaleti, 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması`yla Irak`a bırakıldı. Bu anlaşmaya göre, ülkenin parçalanması ya da Musul eyaletinin bulunduğu bölgelerde yeni bir devlet yapısının kurulması durumunda, Lozan Antlaşması`na bakılacaktı. 

Irak’ın kuzey parselinde, Ankara Anlaşması’na aykırı olarak  Kürt Bölgesi Yönetimi’nin kurulması,  Ankara Antlaşması`nı yürürlükten kaldırmış oldu. Anlaşmanın hükümsüz hale gelmesi sonucunda Türkiye, Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye, Telafer ve Dohuk`u kapsayan 90 bin kilometrekarelik alanda hak sahibi oldu. 

 Uluslar arası hukuk uzmanları ise, Irak’ın kuzey parselindeki Kürt Bölgesi Yönetimi’nin henüz bağımsızlık ilan etmemiş olmasından dolayı, Ankara’nın bu yorumunun kabul görmeyeceğini belirtiyorlar. Fakat, yakın bir gelecekte Kürt bölgesinin bağımsızlığını ilan ettiğinde nasıl bir durum doğacağı konusunda da yorum yapmak istemiyorlar. Ankara Anlaşması Irak’ın toprak bütünlüğü temeline dayanıyorsa, bu anlaşma, 1991’de, Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın 36. Paralel boyunca bölünmesiyle geçerliliğini yitirmiş olmuyor mu? 

Böylesine organize bir yağma karşısında hala susacak mıyız?

Yarın: Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr.  Hülagu, “Musul’un tapusu hala II. Abdülhamit’te” diyor,