Küresel çapta etkili olan ölümcül Covid-19 salgınında, sağlık ordumuzun canlarını riske atarak verdikleri savaş, ayakta alkışlanacak, tarih boyunca minnetle, şükranla anılacak bir fedakarlık örneğidir. Türkiye’nin sağlık ordusu, dünyaya örnek olacak bir savunma savaşı vermektedir. 

Dünyaca ünlü kalp cerrahımız Prof. Dr. Bingür Sönmez’in bir önerisi var: “Geçtiğimiz yılllarda Kızılay, epidemilerde görev alan savaşçılara madalya verirdi. Bu savaştan sağ salim çıkan genç savaşçılarımızın birer gazi madalyası ile ödüllendirilmelerini, Allah korusun, kaybettiğimiz sağlık personeli olursa, şehitlik ünvanı verilerek ailelerinin güvenceye alınmasını istirham ediyorum.”

Başdöndürücü bir hızla gelişen bilim ve teknolojinin insanlığa büyük mutluluklar yaşatmasını beklediğimiz 21. Yüzyıl’da, insanlık tarihinin en acımasız, en ölümcül salgınlarından birini yaşamaktayız.

Nasıl ve neden başladığı konusunda bilim insanlarının farklı görüşler öne sürdüğü bir ölümcül salgın karşısında insanlık şaşkın. Geliştirdiği bilim ve teknoloji sayesinde Mars’a uzay aracı gönderebilen insanlık, 21.Yüzyıl’da, mikroskobik bir varlığın neden olduğu bir ölümcül salgın karşısında çaresiz kalmanın şokunu yaşıyor. 

Yale Üniversitesi’nden Prof. Frank Snowden, insanların doğal yaşama müdahalesi ve doğal yaşam alanlarını da işgale yönelmesi en önemli neden. Yaban hayvanlarının yaşam alanlarını yok ettik. Sonuçta, daha önce bizimle hiç teması olmayan yaban hayatıyla içiçe yaşamak zorunda kaldık” diyor, ama bu ölümcül salgının siyasi, ekonomik ve ruhani boyutları olduğuna ilişkin iddialar henüz inandırıcı bir yanıt bulmuş değil. 

KORONAYI AİLEMİZİN BİR FERDİ GİBİ YAKINDAN TANIYORUZ

Küresel çapta etkin olan ölümcül salgının saldığı korkuyla televizyon ekranlarına öyle bir yapıştık ki, artık koronavirüsleri, Covid-19’u ailemizin bir ferdi kadar yakından tanıyoruz. 

Başımızın belası olan Covid-19, koronavirüs olarak anılan “taçlı” virüs ailesinin bir ferdi. Koronavirüslerin materyalleri bir RNA ipliğinden oluşuyor. Koronavirüsler, RNA virüsleri içinde en uzun genoma (kalıtsal malzeme) sahip virüsler. İnsanda bir hücreye bağlanan bu virüsler, o hücrenin bazı bileşenlerini kullanarak kendilerini kopyalıyor. Bu kopyalar da, aynı şekilde, diğer hücrelere bağlanarak kendilerini kopyalıyorlar. 

Buraya dikkat, RNA virüsleri, DNA hücrelerinin kopyalamada kullandıkları hata düzeltme düzeneklerine sahip olmadıklarından, kopyalama sırasında oluşan hataları düzeltemezler. Bu nedenle, kopyalamada yapılan her hata, virüslerin mutasyona uğramalarına, yeni daha güçlü enfekte etme özellikleri kazanmalarına ve ölümcül salgınlar yaşanmasına neden olmaktadır.


İLAÇ VE AŞIYI DA BULACAKLARDIR

Bugün, 21. Yüzyıl’ı yaşıyor olmamıza rağmen, bütün dünyayı etkilemekte olan Covid-19’un oynak yapısına karşı etkili olabilecek bir ilaç ya da aşı geliştiremediğimizden, Ortaçağ’daki veba salgınlarında olduğu gibi, büyük bir çaresizlik yaşamaktayız. 

Bugün sağlıklarını riske ederek büyük bir fedakarlıkla çalışan sağlık ordumuzun mensupları, en yakın zamanda, bu ve bundan sonraki ölümcül salgınlarda etkili olacak ilaç ve aşıları üretmeyi başaracaklardır. 

Küresel çapta etkin olan bu salgında büyük bir fedakarlık örneği sergileyerek savaşan sağlık ordumuza herşeyden önce can borçluyuz. Her borç karşılığınca ödenir; o nedenle, can borcu kolay ödenesi bir borç değildir. 

 Prof. SÖNMEZ: “SAĞLIK ORDUUZUN HER BİREYİ GAZİ, HAYATINI KAYBEDENLER ŞEHİT SAYILMALIDIR”

Türkiye bu ölümcül salgını İngiltere, Almanya, İtalya’dan çok daha fazla ciddiye aldı ve tüm imkanlarını kullanarak bir savunma seferberliği başlattı. 

Küresel çapta etkili olan ölümcül Covid-19 salgınında, sağlık ordumuzun canlarını riske atarak verdikleri savaş, ayakta alkışlanacak, tarih boyunca minnetle, şükranla anılacak bir fedakarlık örneğidir. Türkiye’nin sağlık ordusu, dünyaya örnek olacak bir savunma savaşı vermektedir. 

 Dünyaca ünlü kalp cerrahımız Prof. Dr. Bingür Sönmez, doktorlarımızın işbaşı kıyafetiyle bağlandığı bir televizyon programında, “Büyük bir savaş yaşamaktayız. Bu salgın sona erdiğinde, sağlık ordumuzun her bireyi gazi, hayatını kaybedenler de şehit sayılmalıdır” diyordu. 

Bu savaşta sağlık ordumuzun ne zor koşullarda çalıştıkarını, ne ölçüde bir fedakarlık örneği sergilediklerini ateş hattında çalışan biri olarak şöyle özetliyordu: 

“Ben bir kalp cerrahı olarak bu sefeberliğin en son halkasındayım. Cephede tam teçhizatla savaşan sağlık ordumuzun hakkını ödeyemeyiz.

Kalp ve diyabet hastaları bu salgından yenik çıkabiliyorlar. Öyle hastalar vardı ki, basit bir grip hastalığından yaşamını yitiriyorlardı, koronavirüs ona bahane oluyordu. Bizler, tıp mensubu olarak koronaya teşekkür ediyoruz. Sağlık hizmeti verenlerin birer kahraman olduklarını, adeta kutsal varlık olduklarını hissetirdi. Biz bir hak istemiyoruz, yıllarca önceki kasabalarımızda doktorlara gösterilen saygının geri dönmesini bekliyoruz. Sağlıkta şiddet yasasının çıkmasını istiyoruz. 

(…) Tedbir almakta çok geç kaldık. Virüs üç ay önce dünyaya gümbür gümbür yayılırken, “Bize gelmez” düşüncesiyle yola çıktık, ama İtalya aynı hatayı gösterdi, Fransa aynı hatayı gösterdi, İngiltere aynı hatayı gösterdi; İspanya Amerika bile, bütün Batılı ülkeler aynı hatayı gösterdiler. 

İngiltere’nin korona salgını karşısındaki davranışından utanç duyuyorum. Biz küçükken kızamık olduğumuzda, annelerimiz bizi kızamıklı çocukların yanına götürürdü ki, aşılanmamız olsun diye. Çünkü aşımız yoktu. İngiltere, tıpkı 60-70 sene önce benim annemin uyguladığı tedaviyi uygulamaya kalktı, kraliyet ailesi dahil, hepsi korona oldular.  

İtalya da büyük bir hata yaptı ve içgöçü önleyemedi. Zenginler güney bölgelere koşarak bütün ülkeyi enfekte ettiler. 

Biz de aynı şekilde iç göçü önleyemedik. Cenaze törenlerine giden insanlar oradaki insanları hastalandırdılar.”

DAĞ KÖYLERİNDE KORONANIN NE İŞİ VAR?

 Bu gibi ölümcül salgınlarda izolasyonun önemine dikkat çeken Bingür Hoca şöyle diyor: 

“Dağ köylerinde koronanın ne işi var? İzolasyona uymamak yüzünden büyük bir felaket geliyor. 

Şu anda devletin izolasyonda olan ve korona açısından hiçbir sıkıntı olmayan 300 bin mahkumu verdikleri af sözünü yerine getirebilmek için sokağa salmalarını, Rahşan Affı’ndan daha büyük bir hata olarak değerlendiriyorum. Bu felaketi önlemenin yolu survivör, yani takip testleri yapmaktır. Biz bütün doktorlarımızı, tıp öğrencilerimizi sokağa salsak bile bunu yapmamıza imkan ve ihtimal yok. 

Bakın ülkemizde 86 bin camimiz ve 144 bin din görevlimiz var. Biz 100 bin doktorumuzu sokağa salsak, 6 bin 300 sağlık ocağımızla hiçbir şey yapamayız. Her mahallede bir cami var; her 350 kişiye bir cami düşüyor. Diyanet İşleri Başkanı’ndan rica ediyorum, camilerimizi, imamlarımızı görevlendirsinler. Her ezandan sonra, ‘Lutfen camiye gelmeyin, ibadetinizi evinizde yapın’ diye anons etsinler. Bu anonsların ne kadar güçlü ve etkili olduğunu 15 Temmuz’da gördük. 

Din adamlarına çok büyük görev düşüyor. Ben genç din adamlarının kapı kapı dolaşarak, içeri girmeden, sosyal mesafeyi koruyarak survivor testi yapmalarını, nasihatlerde bulunmalarını, moral vermelerini, evde ateşli hasta var mı, bunları sağlık ocaklarına bildirmelerini öneriyorum.” 

ÖZEL HASTANELERE DESTEK VERİLMELİ

Prof. Dr. Salgının giderek yayılmakta olduğuna dikkat çekerek, bu savaşta özel hastanelerin de ellerinden gelen desteği vermekte olduklarını anlatıyor:  

“Özel hastaneler Kocaeli depremi sonrasında da afet hastanesi olarak sınırsız hizmet verdiler. Hasta ve yaralı sayısı belliydi; briki ayda hastalar iyileşerek evlerine döndüler. Fakat şimdi durum çok farklı, hasta sayısı katlanarak artıyor. Biz hastanelerimizden birini boşalttık, bütün hastaları taburcu ettik. Koroner bypass dışında ameliyat yapılmadı. Polikliniklere hasta kabul edilmiyor. 

Önce 10 odalı bir kat, sonra ikinci ve üçüncü katlar koronalı hastalara tahsis edildi. ‘Konroner Yoğun Bakım’ın adı ‘Korona Yoğun Bakım’ olarak değiştirildi. Bir kat da, eve giden doktor, hemşire ve personelimize tahsis edildi. 

Gerekli önlemler alınmazsa, bir ay içinde tüm katlarımızı, yani 20 katımızı hastalarımıza ayırmak zorunda kalabiliriz. Personel sıkıntımız gittikçe büyüyor. Özellikle 20-25 yaşındaki hemşire kardeşlerimiz son derece demoralize ve depresyondalar. İlk günlerdeki çalışma şevkleri yavaş yavaş kayboluyor. Derhal istifa etmeleri konusunda ailelerinden baskı görüyorlar. Hepsinde uyku bozukluğu öfke patlamaları başladı bile.. 

Şöyle bir gözönüne getiriniz; genç bir hemşire kardeşimiz, koruyucu başlık, maske, koruyucu gömlek, galoş, eldiven giyerek korona pozitif olan  bir hastanın odasına giriyor. Zannetmeyin ki, 1-1.5 metreyi mesafeyi koruyabiliyor. Hasta yiyemeyecekse yemeğini yediriyor, İlaçlarını suyunu içmesini sağlıyor, terini siliyor, kolonyasını veriyor. 

Bu hemşire kardeşimiz o odadan çıkıp yan odaya girerken, üzerindeki herşeyi çöpe atarak ve bütün koruyucu önlemler yeniden alarak yan odaya gidiyor. Bir katta on hasta var ve bu hemşire kardeşimiz her hastayı günde üç kez ziyaret etmek zorunda. Bunun yanında, korona yoğun bakımda olan bir hekimin başındaki korumalı başlığı saatlerce taşımak zorunda kaldığını hatırlatmak istiyorum. 

ONLAR GAZİ, ONLAR ŞEHİT SAYILMALIDIR

Geçtiğimiz yıllarda Kızılay, epidemilerde görev alan savaşçılara madalya verirdi. Bu savaştan sağ salim çıkan genç savaşçılarımızın birer gazi madalyası ile ödüllendirilmelerini, Allah korusun, kaybettiğimiz sağlık personeli olursa, şehitlik ünvanı verilerek ailelerinin güvenceye alınmasını istirham ediyorum.” 

SAĞLIK SEKTÖRÜMÜZÜ KORUMALIYIZ

Salgının bir süre daha deva edeceğini belirten Prof. Sönmez bu aşamada özel hastanelere destek vermek gerektiğini söylüyor: 

“Özel hastanelerin bu sosyal sorumluluk projelerinin en az üç ay daha süreceğe benziyor. Bu süre içinde, hiçbir geliri kalmayan özel hastanelerin personel maaşlarını, doktor demek istemiyorum, doktorlar hariç, hemşire personel maaşlarını devlet kadrosu şeklinde ödenmezse, ilaç, koruma malzemeleri ücretsiz olarak sağlanmazsa, elektirik su harcamaları sübvanse edilmezse, kredi borçları ertelenmezse, yıl sonunda vergi muafiyeti getirilmezse, bu sağlık sektörü diye bir şey kalmaz ve bir daha da toparlanmaz. 

Küçük özel hastaneler tamamen tıkanmış durumda, kullandıkları malzemeleri yerine koyamayacak duruma gelmişlerdir. Biz özel sektör olarak sonuna kadar hizmete hazırız, ama dilerim korona sonumuz olmaz. 

Son küçük bir mesaj vermek istiyorum; sokaklar bomboş kaldı, sokak hayvanları perişan. Lütfen, kapılarınızın önüne bir kap su, biraz yiyecek koyun. Onların gizli kahramanı olun. 

Bu savaşı da kazanacağız. Allah yardımcımız olsun.” 

Bilim ve teknolojinin büyük atılımlar yaptığı bir çağda insanlığın, bir mikroskobik varlık karşısında, Ortaçağ’daki veba salgınlarında olduğu gibi çaresiz kalması oldukça düşündürücüdür. Bu çaresizlik Covid-19’un bir biyolojik silah olarak üretilip kullanıldığına ilişkin iddiaların gündeme gelmesine neden oluyor. 

………………………….

Bizi Sarıkamış şehitlerimizle kucaklaştıran Bingür Sönmez Hocam, dün gece de, bu ölümcül salgınla fedakarca mücadele eden doktorlarımızın işbaşı kıyafetiyle katıldığı Haber Türk Televizyonundaki programda çok önemli mesajlar verdi. 

Bugüne kadar, gece 21.00'de balkonlara çıkarak alkışladığımız sağlık ordumuza karşı başka borçlarımızı da olduğunu dile getirdi ve bu salgın sona erdiğinde, onların her birinin gazi, hayatını kaybedenlerin de şehit sayılması gerektiğini söyledi. 

Bingür Hocamın bu teklifine milletçe, bütün kalbimizle katılıyoruz. Ne yapsak onların haklarını ödeyemeyiz, çünkü bir borç ancak karşılığı verildiğinde ödenebilir. Onlar, bizi hayatta tutabilmek için canlarını riske atıyorlar, bu fedakar insanlara borcumuzu nasıl ödeyebiliriz ki? 

Evet, Bingür Hocamın dile getirdiği gibi, sağlık ordumuzun her ferdi gazi, hayatlarını kaybedenler şehit sayılmalıdır.