Türk çizgi roman sanatının büyük ustası SUAT YALAZ,  KARAOĞLAN’ı bizlere emanet ederek hayata veda etti.

M. KEMAL SALLI

Tarihimize ve kültürümüze aşık br çizgi ustasıydı. Yeteneğini, fırçasını Türk gençlerinin, Batılıların çizgi roman kahramanlarının başarılarıyla değil, kendi tarihinin yetiştirdiği yiğitlerin kahramanlıklarıyla övünebilmesi için kullandı. 

Ömrü boyunca çizdi. Birkaç kuşak Batılı kovboyların kahramanlıklarıyla değil, onun hayalleyip canlandırdığı Karaoğlan’ın peşinde atayurdunu, tarihini ve geleneklerini tanıdı, öğrendi. Özgüven kazandı. 

O yıllarda çalştığı Büyük Gazaete’nin baskısını tamamlayıp Cağaloğlu Yokuşu’dan Sirkeci’ye inerken, Suat Yalaz’ın Vilayet karşısındaki Güncer Han’ın 3. Katındaki yazıhanesinin ışıkları hep yanık olurdu. Suat Yalaz, ohaftanın Karaoğlan’ını yetiştirebilmek için sabahlara kadar yalnız başına çalışırdı. 

Sevilen bir çizgi roman kahramanı canladırabilbek,onun her hafta yeni bir macerasını çizgilerle anlatabilmek hiç de kolay bir uğraş değildir. Batı’da çizgi roman kahraman kahramanlarının arkasında tek imza vardır, ama onu, her hafta yeni macerayla  okuyucu karşısına çıkarmak içi bir ekip çalışması gerekir. Bizde çizgi roman yayıncılığı bir ekibi besleyebilecek bir kazanç sağlamadığı için, Suat Yalaz gibi, Abdullah Turan gibi, Cemal Dündar, Yücel Köksal, Orhan Tunçdemir gibi çizgi romana gönül veren çizerlerimiz tek başlarına ya da aralarında yardımlaşarak hedeflerine ulaşmaya çalışmışlardır. Fakat bunlardan hiçbiri Avrupa’da yayınlanan dergilerin yalnızca balon yazılarını değiştirip yayınlayan yayıncılar kadar para kazanamamışlardır. 

Suat Yalaz uzun yılar Paris’te yaşamış olmasına rağmen, düşlediği miktarda bir maddi kazanç sağlayamamıştır. 

KARAOĞLAN yalnızca Anadolu topraklarında değil, KEBİR adıyla Afrika’nın kuzey bölgesindeki Müslüman ülkelerde de at koşturdu ve Türkiye’de olduğu gibi oralarda da sevildi, benimsendi. O coğrafyada KARAOĞLAN/KEBİR’in misyonu başkaydı; 400 yıl Osmanlı yönetiminde yaşayan o ülkede de gençler, KEBİR’in maceralarında  emperyalizmin zulmü karşısında dik durabilmenin heyecanını yaşıyorlardı. 

Hayatının en verimli çağında, şeker hastalığı nedeniyle görme yeteneğini büyük ölçüde kaybeden Suat Yalaz, Karaoğlan aşıklarından umduğu ilgiyi görememenin üzüntüsü içinde ömrünü tamamladı; Karaoğlan’ı sevenlerine emanet ederek ebediyete göçü.

SUAT YALAZ NELER ANLATIYOR?

Suat Yalaz’ı merak edenlere bakın neler anlatıyor büyük usta… 

-Suat Bey, çizmeye ne zaman başladınız? 

Suat Yalaz: Üç yaşında yastığın üzerine çizdiğim ilk resim ve annemden yediğim ilk tokatla başladım. Sonra, bulduğum her beyaz badanalı duvara tokat pahasına re- simler yapmaya devam ettim. Bir Kurtuluş Savaşı gazisi olan babam, vergi memurluğu yapıyordu. Ve kâğıtların zor bulunduğu yıllardı. Babamın memuriyetinden dolayı, her 3-5 yılda bir, Anadolu’yu karış karış dolaştık. 

-Para kazandığınız ilk eeriiz ne zaman nerede yayınlandı? 

S. Y.: İlk karikatürüm 17-18 yaşlarındayken Kayseri’de Erciyes Postası’nda yayınlandı. Kazandığım ilk para; 2,5 liraydı. Amatör olarak ilk karikatürüm, 14 yaşımdayken Adana’da yayınlanmıştı. Çizgilerimi gören “Türk Sesi” Gazetesi’nin yazı işleri müdürü; ‘Bunlar bu yaşta birinin yapabileceği şeyler değil, bunlar kopya olabilir’ dediğinde çok kızmış ve çizimlerimi alıp çıkmıştım. 

-Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde hangi yıllarda eğitim gördünüz?

S.Y.: Babam beni Ankara Devlet Konservatuarı’na yazdırmaya kararlıydı. Önce Cüneyt Gökçer jürisinin önünde sınava girdim, fakat kazanamadım. Bende o yaz tatilinde, 16 yaşımdayken, ilk çizgi romanım olan “İkizler Çiftliği”ni yaptım. 

-Sizi ressamlığa yönlendiren, etkilendiğiniz bir usta ya da ustalar kimlerdi? 

S. Y.: Belki, bizden biraz Cemal Nadir, yabancılardan; Flash Gordon’un (Baytekin) yaratıcısı Alex Raymond, Kanadalı Hal Foster. Babamdan sıkça istediğim paralarla aldığım kâğıtlara sürekli resim çiziyordum. 1945-50 arası, savaşın ardından gelen yokluk yıllarıydı. Para ve kâğıt kıymetliydi. Memur babam, ay sonunu zor getiriyordu. Babam, 4’ü biz, 2’si kuzenlerim; 6 çocuk okutuyordu. Sürekli istediğim kağıt paraları yüzünden babamdan da bir tokat yemiştim. 

-Güzel Sanatlar Akademisi’ne ne zaman girdiniz, kaç yıl okudunuz?

1951 yılında akademiye dosyamı sundum. Dosyam kabul edildi. Zeki Kocamemi atölyesine girdim. Aynı yıl Milliyet Gazetesi’nin 1.ci sayfasında ilk karikatürüm yayınlandı.  

Akademi’de beş yıl okudum. Zeki Müren, Özdemir Altan, Bedri Rahmi Eyüpoğlu arkadaşlarımdı.

- O dönemin çizgi roman üstadı Ratip Tahir Burak ile tanıştınız mı? Ondan etkilendiniz mi? 

S. Y.: Büyük bir “star”dı. Ratip Bey; ayrıca çok sükseli bir çizerdi. Fakat benim ustam değildi. Ondan önce de, Münif Fehim vardı biliyorsun. 

-Ama o çizgi romancı değil, iyi bir illüstratördü. 

S. Y.: Olsun, yine de muhteşem çizerdi, renkli çizerdi; Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun tarihi romanlarını resimlerdi. 

-Peki Akademi’de resim ve tablo çalışmalarınız olmadı mı? 

S. Y.: Allah bana resim yeteneği vermiş, ama benim aklımda fikrimde hep film yapımcısı olmak vardı.

-Bab-ı Ali’de çizgi roman maceranız nasıl başladı? 

S. Y.: Abdullah Ziya Kozanoğlu Akademi’den tanışıyorduk. Tan Gazetesi’nde geçici bir çizer arıyordu. Beni çağırdı, işlerimi götürdüm. Anlaşmıştık, fakat bir süre sonra gazete kapandı. Kozanoğlu, Malik Yolaç’ın satın aldığı Akşam Gazetesi’ne geçti. Bu gazete çok modern baskı tesislerine sahipti. Kozanoğlu’nun beni tekrar çağırdığı 1959 yılının Temmuz’u benim hayatımın dönüm noktası oldu. Gazeteye gittim. Ratip Tahir yorulmuş izne çıkacak, iki aylık süre için beni istiyorlar. 

‘Sana ayda 2000 lira vereceğiz’ dediler.O dönemde dört gazeteye birden çiziyorum; 800 lira ancak alıyorum. Benden biraz fazlasını Bedri Koraman, Altan Erbulak ve Turhan Selçuk alıyor. 

Gazete yönetimi Viyana Muhasarası’nı çizmemi istiyordu, ama ben konuyu sevmemiştim. ‘Peki, sen, ne çizmek istiyorsun?’ dediler. 

‘Ben ilk Türkleri çizmek istiyorum’ dedim. Çünkü o zamanlar Nihal Atsız’ın; Bozkurtlar Diriliyor’u var, Kozanoğlu’nun Atlı Han ve Savcı Bey’i var. 

Biz sana Osmanlı’nın en şanlı zamanlarını sunuyoruz, sen yoksul bozkır çocuklarını çizmek istiyorsun’ dediler. 

‘Yoksul ama soylu’ dedim. Malik Yolaç’ın desteği ile A. Z. Kozanoğlu; 

Peki, o zaman sana “Cengiz Han’ın Hazineleri’ni vereyim’ dedi. 

Kabul ettim ve hemen çalışmaya başladım. Bir bomba gibi patladı. Meğer herkes ne kadar açmış eski Türklerin hikâyelerine. 

-Siz iki ay geçici olarak çalışmaya başlamıştınız?  

S. Y.:O kalıcı oldu. İki ay sonra Ratip Tahir izinden döndü. Buruk bir şekilde; ‘Senin çizgiler de çok tuttu hani’ dedi. 

Ben de onu, onurlandırmak için, ‘Eee, hocamız kim?’ dedim. Oysa benim hocam değildi, çizgilerini de beğenmezdim. 

-Peki Karaoğlan nasıl ortaya çıktı? 

S. Y.: Başlangıçta belli bir Karaoğlan tipi yoktu. Ama Orta Asyalı bir savaşçı tipi yaratma fikri vardı. O yıllarda Fransız aktör Ge- rard Philippe’nin ‘Fan Fan la Tulipe’ filminden çok etkilenmiştim. Bu tip benim çok hoşuma gitti. Bu tipte; bir pantolon, bir gömlek, bir kılıç, belinde de bir kemeri vardı; atılgandı, serseriydi, sempatikti ve saçları rüzgârla savruluyordu. Karaoğlan karakterini belirleyen ana çıkış noktamda bu oldu.

-Kaç Karaoğlan macerası yaptınız? 

S. Y.: Sanıyorum bu sayı 82-84 arasındadır ama bu çizimlerin 50 tanesi tamamen benimdir, 30’dan fazlası da benim baş yardımcım Abdullah Turan’a aittir. 

-Peki, kaç Karaoğlan filmi yaptınız? Siz zaten asıl yönetmen olmak istiyordunuz ve oldunuz. Çünkü sizin uzun bir Yeşilçam maceranız da var.  

Ben yedi Karaoğlan filmi yaptım. 1952-53 yıllarında Yeşilçam’a senaryolar yazmış ve Ömer Lütfi Akad’ın asistanlığını yapmıştım. Ama 1965’ten sonra Karaoğlan filmlerinin yönetmenliğini ve yapımcılığını bizzat kendim yaptım. 

 Ertem Eğilmez’i ben yönetmen yaptım. Kartal Tibet’i ben star yaptım. 

-Sonra birden her şeyi bırakıp Fransa’ya gittiniz, Paris’e yerleştiniz ve orada 35 yıl geçirdiniz. Niçin gittiniz? Oralarda ne çizdiniz? Neleri istediniz? Neleri elde ettiniz? Neleri elde edemediniz? 

S. Y.: Ben; temiz, titiz, duyarlı ve güvenilir bir insanım. Bir gün geldi, kendi ülkemde her şey bana batar oldu. Haksızlıklara kayıtsız kalamayıp müdahale ettikçe de başım derde giriyor. Ve kimse beni anlamıyor. Bir gün yeter! Dedim ve tası, tarağı toplayıp Paris’e gittim. 

-Paris’te neler çizdiniz? 

S. Y.: Orada Karaoğlan’ı “Kebir” adıyla anlaştığım yayınevine çizdim. Yayınevi bunları bütün Kuzey Afrika Ülkelerine pazarladı. 

-Bizim Karaoğlan bu kez Arap kahramanı mı oldu yoksa? 

S. Y.: Hayır. Baybora’sı, Camoka’sı, Temuçini’yle yine Türkoğlu Türk bir Türk savaşçısı olarak, at koşturduğu coğrafyayla birlikte aynı kaldı. Sadece şive değişti. Bunun dışında hiçbir şeyi değiştirmedim. 

Kebir, bütün o coğrafyada çok tuttu. Çok sattı. Ayrıca Almanya başta olmak üzere Avrupa’da da anlaşmalar yaptım. 

-Mesela?

S. Y.: Mesela Almanya’da Ber- tessmann Yayınevi tarafından de- falarca basılmış “Küçük Vampir” romanı bu kez çizgi roman olarak yeniden basılacaktı. Dünyadaki birçok çizer içinden beni seçtiler. 

-Bunlar gurur verici şeyler. Peki, şimdi buradasınız tekrar Fransa’ya dönmeyi düşünüyor musunuz? 

S. Y.: Oradaki evim hâlâ duruyor. Fakat yaşım hayli ilerledi.  İnsan ne derse desin, sonunda yine de vatanım diyor. 

Suat Yalaz; ilerleyen yıllarda sadece Karaoğlan’la yetinmedi. Türk tarihine damgasını vuran kişi ve olayları da çizgi romanlara döktü. Enver Paşa, Çerkez Etem, Atatürk’e Suikastler... ve bunlar başlıca örneklerdi. Yandım Ali de Karaoğlan gibi yiğit, dövüşken, sevişken başına buyruk ve sempatik bir tiptir.

Allah rahmet eylesin büyük usta. Mekanın Cennet olsun.

Röportaj: Mustafa Aydemir ve M.Kemal Sallı