Fotoğraflar: M. Kemal Sallı

Milli Meclis'in Komisyon Başkanı ülkemizi kasıp kavuran yangınlarla ilgili duygularını Önce Vatan okurlarıyla paylaştı.

Bakü'den, Önce Vatan'a açıklamalarda bulunan Azerbaycan Milli Meclisi Komisyon Başkanı Ganire Paşayeva, Türkiye-Azerbaycan kardeşliğinin en zor günlerde sınandığına ve ülkemizi kasıp kavuran orman yangınlarının bu zor günlerden biri olduğuna dikkatleri çekerek şunları söyledi: “Öncelikle orman yangınlarında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Şu aşamada yangınların ortaya çıkma nedenlerini tartışarak milli birlik ve dayanışma duygularını farklı noktalara çekmek yerine esas görevin durumların tamamen kontrol altına alınması olduğunu düşünüyorum. Olaylara zamanında müdahale edilmesine gereken desteğin verilmesi için Azerbaycan'ın ilk saatlerden kendi üzerine düşen kardeşlik görevini yerine getirdiğini vurgulayan Paşayeva, Azerbaycan Cumhurbaşkanının talimatları doğrultusunda kardeş ülkedeki yangın söndürme çalışmalarına daha kapsamlı destek amacıyla gönderilecek tam teşekküllü profesyonel ekiplerimizin sayısı artırılacaktır.” dedi.

Azerbaycan Milli Meclisi Komisyon Başkanı Ganire Paşayeva, gazetemize yaptığı açıklamasını şu sözlerle noktaladı: “Muadil devlet kurumlarımız sıkı koordinasyon halinde çalışmakta olup gereken ek tedbirlerin alınacağından ve Azerbaycan'dan istenen yardımların biran bile geç kalmaksızın sevkedileceğinden kardeşimiz Türkiye'de kimse kuşku duymasın. Tarih kardeşliğimizi bir daha imtihan ederken buradan da yüzümüzün akıyla çıkacağızdır.Yangınlarda hayatını kaybedenlere Allah'tan bir kez daha rahmet diliyorum. Yaralı ve zererdidelere her türlü yardım ise hepimizin borcu ve görevi olacaktır”

TÜRKİYEM

Seni niçin bu kadar

sevdiğimi soruyorlar,

Uzak diyarlardan gelen kızına:

-Bu sevginin kaynağı ne? 

-Neden?

-Kimsin sen? 

-Sen nere, bu topraklar nere?

“Aşkın sebebi sorulmaz”,

Diyorum yüz bin kere…

Çünkü ruhum yüzyıllar önce

Gönül vermiş bir türküye

“Sen benimsin, ben de senin”,

Türkiye!

Ahlat’ta mezar taşları tanırlar beni…

Malazgirt’e Alparslan’la geldim ben,

Vatan kılmak için bu güzel yurdu.

Her fetihte yeniden

Dirildim ve öldüm ben…

Hani ferman buyurmuştu

Karamanoğlu Mehmet Bey:

“ Şimden geri kimse,

Türk dilinden özge söz söylemeye!”

Bu kutlu fermanı ilk duyan benim!

Divanda dergâhta, çarşı-pazarda

Sevinç ile yayan benim!

Ertuğrul Gazi’nin yol yoldaşıyım

Birlikte fetheyledik, bu yurt yerini…

Osman Gazi’yle diz çöküp huzuruna,

Dinledik Şeyh Edebali’nin öğütlerini…

Orhan Beyle birlikte yürüdüm Diyar-ı Rum’a,

Kılıç yoldaşımdır Hüdavendigar!

Sorsalar, elbette anlatacaktır,

Bursa’da, ulu cami avlusundaki çınar…

Karadan gemiler indirdim, Sultan Fatih’le

Değimli ki, cihan, cihangire dar?

Bayrağı dikti Ulubatlı Hasan,

biz yürüdük ardından…

Sorsanız, hisarlarda taşlar anlatır size:

İstanbul’un surlarında kanım var!

Sevinçlerim kadar acılar da yaşadım,

Vatan bildiğim bu topraklarda…

Bazen yüzümüze gülmedi devir,

Tersine de döndü, feleğin çarkı,

Kıyasıya vuruşurken, iki cihangir…

Bir tarafta Emir Timur, Bir tarafta Yıldırım…

O günden beri öksüz Kerkük,

O günden beri yetim Kırım!

Kaç kez kan ile doldu,

Kardeş kavgasını durdursun diye

Tanrı’ya açılan elim…

Ama sığamadılar bu yeryüzüne

Şah İsmail ve Sultan Selim…

Kardeşin kardeşle vuruştuğu gün;

“Durun!

Türk’e Türk’ten özge yanan bulunmaz!

Kardeş kavgasında kazanan olmaz!”

Diye feryadı arşa dayanan bendim…

Çubuk Ovasına akan kanlar da,

Çaldıran’a düşen canlar da benim…

Üç yüz yılda döndüm, Viyana önlerinden.

Vuruştum boğazda yedi düvele karşı…

“Çanakkale içinde vurdular beni”,

Bir gonca gül iken derdiler beni…

Şimdi Gelibolu’da,

“Bir ölür, bin doğarız!” diye seslenen,

İsimsiz şehidin baş taşı benim…

Oğulsuz anaların, dul gelinlerin

Gözyaşı benim…

Sarıkamış’ta bedeni donan,

Yemen’de susuzluktan ciğeri yanan

Ve bir cepheden bir cepheye savrulan

Ölmez Türk benim!

İstiklal savaşına koştuk, sonradan,

Atatürk’ün yanındaydım her zaman!

Küllerinden yenden doğan

bir milletin evladıyım ben...

Vatanın ufkunu sarınca melal

Akif’in dizesiyle, dirildim yeni baştan

Haykırdım bütün dünyaya:

“Hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklal!”

 Türkiye’m! Ben senden hiç gitmedim ki!

Ezelden ebede seninleyim ben.

Uğrunda öldüğün Vatan, terk edilir mi?

Ölesiye sevdiğin Vatandan gidilir mi?

Senin nasıl sevdim, bir bilebilsen…

Güneşe vurgun ayçiçekleri,

Denize âşık martılar gibi…

Ben seni, Kıyıya sevdalı dalgalar

Yağmura hasret sahralar gibi sevdim.

Bağlanıp kaldı ruhum bir tek sözüne,

Sahibinden ayrılmayan bir gölge gibi

Yıllar yılı yüz sürdüm ayak izine!

Ben seni nasıl bekledim, bir bilebilsen…

Üstadın dediği gibi:

“Hastanın sabahı, mezarın ölüyü,

Şeytan’ın günahı beklediği kadar”...

Ve ben, bendeki seni bekledim her an!

Kimsesiz evin,

hiç gelmeyecek sahibini beklediği gibi...

Ben seni ölümüne sevdim, Türkiye!

Dudakta kalan son nağme,

Gözde donan son damla

Ve bir “Ah!” kadar!

Nasıl özledim seni, bir bilebilsen

Bebeğin anne sütünü,

Annenin evlat kokusunu

Üşüyen ellerin sıcacık bir ocağı

Özlediği kadar…

İçimde kanatlanan ve büyüdükçe büyüyen

Bir özlemim var...

Ben ki aşığım senin, baharına, yazına…

Seni niçin bu kadar sevdiğini soruyorlar,

Uzak diyarlardan gelen kızına:

Oysa “Aşkın sebebi sorulmaz”,

Aşk sebepsiz sevdadır”

​​​​​​​

Diyor, Bizim Yunus!

Sorulmasın bana artık bu soru,

Çünkü sen Türkiye’msin!

Vatansın! Vatan!

Bense çılgın bir Türk’üm,

Gökalp’in ruhunu yüreğinde taşıyan

Ve Vatanı Turan olan...

Canım Türkiye’m!

Sen bensin,

Ayağına taş değse, benim ciğerim yanar.

Sen gönlümde umutsun, kalbimde ince sızı,

“Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar!”

İmza: Kardeşin Azerbaycan’ın sana sevdalı kızı…

Ganire Paşayeva