Türk Edebiyat Vakfı ve Sultanbeyli Belediyesi işbirliği ile, 2 Mart 2019’ta İstanbul’da  "Kırım'ın Edebi Sesi Cengiz Dağcı" başlıklı bir panel düzenlendi.

Türk Edebiyat Vakfı’nın Sultanahmet’teki merkezinde gerçekleştirilen panelde, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdulvahap Kara, Kültür Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi İsa Kocakaplan ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde "Cengiz Dağcı'nın Romanlarında SSCB Dönemi Kırım Tarihi" konulu yüksek lisans tezi hazırlayan Buket Kemiksiz konuştu.

Prof. Dr. Abdulvahap Kara, Cengiz Dağcı'nın sadece Türk dünyası değil, tüm insanlık tarihi için önemli bir yazar olduğunu, çünkü onun eserlerinde II. Dünya Savaşı’nın acılarının yansıdığını belirtti ve “Dünyada tekrar savaşlar olmasın dersek, Dağcı’nın romanlarını tüm dünya okumaladır” dedi. Dağcı araştırmalarıyla tanınan İsa Kocakaplan ise, Cengiz Dağcı'nın bilinmeyen şiirlerine odaklandı. Özellikle onun Söyleyin Duvarlar isimli şiirinin Kırım Türkleri’nin Kırım Hanlığı döneminde parlak tarihini veciz bir şekilde ortaya koyduğunu vurguladı.  

Genç yazar ve tarihçi Buket Kemiksiz ise, Cengiz Dağcı'nın romanlarında Kırım Türkleri’nin tarihinin yansımalarına değindi. Konuşmasında Dağcı’nın büyük sürgün yıllarında yaşanan felaketleri anlatırken kullandığı karakterlerin, Kırım Türkleri’nin milli beraberliğini sembolize ettiğine işaret eden Kemiksiz, özellikle 1944 Kırım Sürgünü üzerine yazdıkları üzerinde durdu ve Dağcı’nın romanlarında sürgün öncesi, sürgün sırasında, sürgünden sonra yaşananlar ile Kırım’da Slavlaştırma uygulamalarının nasıl yansıdığını çarpıcı örneklerle anlattı.

II. Dünya Savaşının sonunda Ruslar Kırım’ı yeniden işgal ettikten sonra, “Almanlarla işbirliği yaparak, Ruslara karşı savaştıkları ve vatana ihanet ettikleri” gerekçesi ile Kırım Türklerine çok ağır baskılar uygulamışlar ve kitle halinde katletmeye başlamışlardır. İki kişinin ifadesi ya da ihbarı, herhangi bir kimseyi Almanlarla işbirliği yaptı gerekçesiyle suçlamaya ve ölüme mahkûm etmeye yeterli oluyor ve cezalar hemen infaz ediliyordu. Bu konuda Cengiz Dağcı’nın Badem Dalına Asılı Bebekler isimli romanında şu satırlara rastlamaktayız:

“Zöhre hanım:

‘Beni de devrim düşmanlığıyla suçlayıp içeriye almalarını mı istiyorsun, cancağızım’ dedi, genç öğretmenin yüzüne bakarak.

Fakat ‘devrim düşmanlığı’ korkusundan çok evimizin müsadere edilişi acısı kanıyordu kan damarlarımda galiba ki, bakışlarını Hati Apa’nın yüzünden ayırmadan:

‘Biz, Kırımlılar, Kırım’ın yirmi metre karelik toprağına hakkımız olmadıktan sonra okulun da sosyal devrimlerin de bir anlamı kalmaz. Gelsin sürsün, hepimizi ipe çeksinler!’ diye kesip attı.”

BADEM DALINDA ASILI BEBEKLER

Cengiz Dağcı, Badem Dalına Asılı Bebekler romanında, Zöhre adlı kahramanın ağzından, Sovyetlerin o dönemde Akmescit şehrinin sokaklarındaki ağaçları darağacı olarak kullandığını, insanları cadde ortasında kurşuna dizerek toplu katliamlar yapıldığını şu sözlerle ortaya koyar:

“On kişiylermiş. İki aydan beri N.K.V.D. binasında öteki hapislerle bir aradaymışlar. Sabahleyin olmuş olanlar… Geçen hafta bir ayırmışlar ötekilerden. Bugün… Şafak sökerken binanın bodrumunda dizmişler kurşuna…

İçimdeki şaşkınlık yatışmamıştı henüz; gözlerim hala badem ağacında, beceriksiz adımlarla sendeleyerek ağaca doğru yürüdüm. Yaklaştıkça ağacın görünüşü daha da değişiyordu. Gene durdum. Hayır; badem ağacı aynı badem ağacıydı, ama dalından gövdesine dikime inen başka bir kara ve tıknaz gövde asılıydı. Yaklaştıkça bir insan gövdesini andırıyordu. Havada sallanan iki bacak gözlerime iliştiği zaman soğuk bir ürperti geçti içimden.”

CENGİZ DAĞCI, KIRIM’IN ACILARINI ROMANLAŞTIRDI

Dağcı’nın eserlerinde, Kırım Türkleri’nin Sürgün Yolculuklarında Yaşadıklarıyla da ilgili bir çok tasvir ve canlandırmaları bulmak mümkündür.

Sürgün operasyonunun hayvan vagonlarına doldurularak yolda geçen safhası, Kırım Türkleri açısından unutulması mümkün olmayan acıların yaşanmasına sebep olmuştur. Tarihi kaynaklara baktığımızda, tıka basa vagonlara doldurulan halk, günlerce aç-susuz bir şekilde, en temel ihtiyaçlarını gideremeden, sonunun ne olacağını bilmediği bir yolculuğa çıkmıştı.

Yol boyunca birçok insan hastalanmış, özellikle yaşlılar ve çocuklar açlığa, susuzluğa ve vagonların havasızlığına dayanamayarak hayatını kaybetmişlerdi. Ölenler, durulan ilk yerde vagonlardan indirilmiş ve defnedilmelerine müsaade edilmeden yol kenarlarına bırakılmıştı. Bu şekilde yol boyunca 7889 Kırım Türkü’nün öldüğü belirtilmektedir.

SOVYETLER KIRIM’DAKİ TÜRK İZLERİNİ SİLİYORLARDI

Dağcı’nın romanlarında, sürgünlerden sonra Sovyetlerin, Kırım’daki Türk izlerini ve kültür miraslarını yok etmeye çalıştıklarını da görmemiz mümkündür. Sovyet yönetimi tarafından rejim karşıtı olarak nitelendirilen Türklerin ve diğer unsurların Kırım Yarımadası’ndan çıkarılmasından sonra, buradaki Türk kültürünün ve diğer gayri Slav toplulukların izlerinin ortadan kaldırılmak istendiği dikkati çekmektedir.

Bunun için yöneticiler ve yerel halk tarafından evleri yıkılmış, bağ ve bahçeleri kullanılmaz hale getirilmiş, Türklere ait mezarlıkları sürülerek, naaşların da “dirilerin çektikleri ıstırapları çekmeleri” için yerlerinden çıkarılmış, hatta mezar taşlarının yerlerinden sökülerek yeni yapılan binalarda inşaat malzemesi olarak kullanılmıştır.

Marksist-Leninist eserler dâhil olmak üzere, Kırım Türkçesi ile yazılan binlerce kitabın yakılması ise, Kırım’da yapılan bu kültür katliamının boyutlarını göstermesi bakımından çarpıcı örneklerdir.   Kırım’ın Türk-İslam geçmişine ait bütün tarihi binalar, abideler ve eserler yerle bir edilmiş ve bu topraklardaki Türk kültürünün izlerini ortadan kaldırabilmek için de çeşitli çalışmalar yapılmıştır.

Sovyet yönetiminin uyguladğı sürgün ve katliamların hedefi, Kırım’ın demografik yapısını ve kültürel iklimini değiştirmek, coğrafi açıdan çok stratejik bir konumda olan Kırım’ı bütünüyle Slavlaştırmaktı. Nitekim 2015 yılında Rusya’nın, uluslararası hukuku çiğneyerek burayı işgal etmesi, Kırım’ın Ruslar açısından önemini ortaya koymaktadır.

Cengiz Dağcı, Rusların bu Slavlaştırma operasyonlarını, Onlar Da İnsandı romanında şu sözlerle ortaya koyuyor:

“Artık kimse Ayı Dağı’na Ayı Dağı demiyor, Gelinkaya’nın adı anılmıyor, kayanın uçurumuna yapışmış Dermenköylü zavallı taş gelini kimse görmüyor, Topyaka’nın, Yamankaya’nın, Çatalkaya’nın isimlerini kimse bilmiyordu. Roman Koş’un eteğinde çam ormanları, Dermenköy kırlarının eteklerinde bahçeler, Ceneviz kalesi, Soğuksu kıyıları, yer gök derin bir sessizlik içinde, Kızıltaş mezarlığından gelen ağır, boğuk balta seslerini dinliyorlardı. Yeni insanlardı bunlar; ama gene de insandılar!..

İvan, Kızıltaş’taydı. Köy boşladıktan sonra bir gün bile Kızıltaş’tan ayrılmamıştı. Nereye gidecekti, niçin gidecekti? Kızıltaş’a bahar gelmişti, baharla beraber insanlar gelmişti, İvan’a benzeyen kimseye gelmişti.”

Cengiz Dağcı, Kırımlılar bölük bölük başka yerlere tahliye edildikten sonra, onların yaşadıkları yerlere, zamanla Rusların yerleştirilmeye başlanması üzerine yerli halkın yabancıları yadırgadıklarını yine Onlar Da İnsandı eserinde şu satırlarla dile getirir:

“Güzeldi bahar, güzel! Yalnız evler, sofalar, ahırlar sessiz ve kederliydi. Daha geçen yaz insanların yürüdükleri yollarda boy atmış ortala bakıyor, kendilerini bırakıp gitmiş insanları bekliyorlardı. Yavaş yavaş insanlar geliyordu, ama başka insanlardı bunlar. Bu toprağın, bu evlerin insanları değildiler. Kıyafetleri, dilleri, yürüyüşleri başkaydı, ama gene de insandılar .”

Dağcı, Badem Dalına Asılı Bebekler romanındaki Haluk adlı başkahramanın bu sözü ile dönemin yaşanan milli değerleri ve milli kültürleri yoketme çalışmalarına karşılık, Kırım Türklerinin bu konuda çaresiz kaldıklarını şu şekilde anlatmaktadır:

“Alimcan daha o gün Akmescit’ten Bahçesaray’a geçecekti; garın önünde indi taksiden, annesiyle vedalaştı. Taksi kalabalık sokaklara dalınca ‘Akmescit’ dedi içinden Melek Hanım. Kentin bugünkü ismini söyleyecekti –kelimenin uzunluğundan mı, yoksa başka bir sebepten mi?- Simferopol demeye dili varmadı. Ama iki yıl önceki yabancılığını yitirmişti Simferopol. Oysa Karl Marks Caddesi, Sivastopol caddesi, Avrupa otelinin önün, Şehir Parkı’nın önü cıvıl cıvıldı.”

Bu eserde Dağcı, Kırım’daki yer adlarının değişmesinden sonra, öz halkın, içten içe duydukları acıları dile getirmektedir. Metin şu şekilde devam eder:

“Akmescit’de bizim insanlarımızdan kimse yok mu? Diye sordu Melek Hanım.

‘Var’ dedi Numüne; ‘Hem de çok.’

‘Göremedim,’ dedi Melek Hanım.

‘Göremezsin’ dedi, Numüne.

‘Eskiden kolayca ayırt edilirdi.’

Numüne güldü, ‘Eskiden erkekler başlarında kalpakla, kadınlar ak atkılarla dolanırlardı sokaklarda. Şimdilerde herkes aynı renk ve aynı biçim giysi giydikleri için, birbirlerine benziyorlar. Hepimiz Sovyet insanlarız, anne.’”

"Kırım'ın Edebi Sesi Cengiz Dağcı" konulu paneldeki konuşmasının sonunda Buket Kemiksiz, Cengiz Dağcı’nın romanlarındaki zengin betimlemeleri sayesinde sürgün dönemi hakkında, Kırım Türkleri’nin yaşadıkları tüm sıkıntı ve çektikleri tüm zorlukları hafızamızda bazı manzaraların canlanmasını sağladığını söyledi ve Cengiz Dağcı, Kırımlıların başına gelen felaketleri, çekilen ıstırapları romanlarında bizzat okuyucuyu şahit edercesine çok canlı tasvir etmektedir, dedi. Sözlerini “Dağcı’nın eserleri derlenip toplanırsa, iyi bir film senaryosu da çıkabilir. Bu hususta birçok tarihçi Dağcı’nın eserleri üzerinde çalışmalıdır” temennisiyle bitirdi.



OSMAN ERİŞ’TEN KIRIM TÜRKÜLERİ

Panelin sonunda, sanatçı Osman Eriş Kırım türkülerinin seslendirildiği mini bir konser verdi. Programın sonunda konuşmacılara ve sanatçıya Türk Edebiyat Vakfı Başkanı Serhat Kabaklı ve Sultanbeyli Kaymakamı Metin Kubilay tarafından vakfın yayınlarından oluşan kitap setlerinden hediye edildi.