"Küreselleşen dünyada artık işler sizin dediğiniz gibi yürümüyor. Ulus devletmiş, milli egemenlikmiş geçiniz bunları abi. Artık öyle radikal ideolojiler arkasına sığınarak ülkeleri çöplük gibi kullanan diktatörlerin çağı geçti birader. Dünya artık bir köy , herkes birbirinin derdinden haberdar... Kutuplarda bir insanın canı yansa imdadına koşacak milyonlarca insan var dünyada... İletişim birader; dünyayı hem küçülttü hem de insanları birbirlerinin sorunlarına karşı daha duyarlı hale getirdi. Kısaca kardeş sizin dünyanızın sonu geldi.”
Hemen her gün yukarıda ifade edilen üslupla üretilen binlerce metin; görsel, işitsel ve yazılı olarak zihinlerimize boca ediliyor. Dünyada “büyük birader”in arzularının dışında ne bir gerçeklik ne de bir var oluş hakkı tanıyan bu saldırgan ve (tüm karşı tezlerine rağmen) tektipleştirici söylem yağmuru altında insanların sağlıklı yorumlar yapabilmesinin ne kadar güç olduğu ortadadır. İnsanlar sanki bir görünmez merkez tarafından alternatifsiz olarak sunulan mevcut durumu kader olarak kabullenmeye zorlanmaktadırlar. Dayatılan kaderci anlayışın en yalın ifadesi “Alternatifi var mı?” cümlesidir. Bu soru içerisinde iki anlamı barındırır:1-Ben bütün siyasi seçenekleri inceledim ve birbirleriyle karşılaştırdım, hepsini iyi bilirim. Mevcut model en iyisidir. 2-Mevcut olan kötüdür ama ne yapalım ki tercih etmekte çaresizim.
Evrenin sırrını çözmüş, hakiki bilgiye ulaştığına inanan entelektüel küstahlıkla; çaresiz, özgüvenini yitirmiş aklını tapınmaya başladığı “bir bilen”in yörüngesine oturtmuş uydu-insan tavrının aynı cümle ile ifade edilmesi ise ayrı bir ironik tesadüf(!) olsa gerektir. Cehaletin kibiri ile acziyetin teslimiyeti tıpkı bu söylemleri üreten mikro kimlikçi-küreselci ihanet ittifakının yeknesaklığı kadar iç içe geçmiştir. Bu gün yürütülen savaş kabul etmek gerekir ki bütün dünya üzerinde temelde insana karşı yürütülen bir mücadeledir.
Kim ya da kimler tarafından?19.yüzyılın sonu ve 20.yüzyıl boyuna kapitalist sisteme ve beyaz adamın hegemonyasına karşı ortaya çıkan sol hareketler ve milliyetçi/anti sömürgeci akımlar karşısında taviz vermek zorunda kalanlar tarafından. Sosyal devletin tasfiye süreciyle ulus devletin tasfiye sürecinin tüm dünyada örtüşen ve birbirlerini besleyen süreçler olması tesadüf değildir?
Savaş beyinlerde kazanılır...
“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar/Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var...” mısralarıyla
ölümsüzleştirilen meydan okuma ruhunun yerinde bugün hangi iklimlerin rüzgârları esiyor? Teslimiyetin mi,   zavallılığın mı, kendi varlığından kaçışın mı? Kendimizden hiçbir acı duymadan, yüzümüzde en küçük bir kızartı belirtisi olmadan bu kadar kolay kaçabilmek; başka milletlerin becerebileceği bir maharet olmasa gerektir? Bizim bunca yıldır, hangi yöntemle olursa olsun, benlimize kazınan milli kimliğimiz ve değerlerimiz bu kadar kolay vaz geçilebilecek kadar ucuz muydu? Yani her şey gerçekten söylenildiği gibi yalan mıydı?
Bu noktada bir itirafta bulunmayı vicdani bir vecibe sayıyorum: Şahsen Sovyetler Birliği’nin dağılması için mücadele ettiğine inanmış ve komünizmle mücadeleyi milli mücadele olarak telakki etmiş bir kişi olarak SOVYETLERİ ÖZLÜYORUM. SSCB’nin yıkılışıyla komünizm sonrası dünyada; insanlığa-komünist olurlar korkusuyla- sermayenin verdiği tavizin diğer adı olan “sosyal devlet”; küresel sermaye tarafından tasfiye edilmeye başlandığı gibi, etnik kimlikler terörize edilerek “ulus devlet” de yok ediliyor. Yani komünizmin mağlubiyeti bizim zaferimiz olmamıştır.
Düşünce, tekeller karşısında bağımsızlığını yitirmiştir. Seçim sandığı; örgütsüzleştirilen/atomize edilen kitlelerin “yönetiyormuş “hissi”ne kavuşturulduğu biçimsel güdümleme aracına dönüştürülmüştür. Post komünist dünyada insana ait bütün değerler, duygular piyasalaşmış ve insan teki “birey” diye diye “tarihin sonu”nda  sistemin “azat kabul etmez kölesine” dönüştürülmüştür.
Yeni iletişim teknolojileri ile en yakınımızdaki somut,canlı,kanlı insanlardan koparılıp bilmem binlerce kilometre ötedeki insanlarla haşır neşir olmamızın evrenselleşmekten çok atomize olmak anlamına geldiğini kavrayabilmekten bile uzağız.
Gündelik hayatın zorlukları içerisinde boğuşan sıradan insanlara sunulan listede: etnik ve dini boğuşma, kimlikçi tartışmalarla, düşünce içermeyen aperatif  kitaplar okumak ve yanımızdaki insanla “merhabalaşma” yerine televizyon ya da internetin başında oturup binlerce kilometre ötedeki insanlarla atomizasyon temelinde “evrenselleşmek” var. Diğer bir ifadeyle; aklı çöpe atarak yaşamaktır “insan tekine” dayatılan...
Bu global zararlı ağın pençesinden kurtulmak istiyorsak; çekelim televizyonun fişini, açalım radyomuzu ve çayımızı demleyip kitabımızı okumaya başlayalım. Komşularımızla, dostlarımızla kaynaşalım. Sanal insan olmaktan çıkıp somut insan olmak galiba buradan geçiyor... Alın terimizi, emeğimizi ve vatanımızı ancak böyle kurtarabiliriz...