İyon Denizi’ndeki karasularını 12 mile çıkarılmasını 1982 Uluslararası Deniz Hukuku’ndan doğan bir hak olduğunu savunan Miçotakis’e, Yunanistan’ın bir ada devleti olmadığını ve de Girit’in statüsüne ilişkin 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nı, 10 Ağustos 1913 Bükreş Anlaşması’nı, 14 Kasım 1914 Atina Anlaşması’nı ve 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması’nı hatırlatırız. 

“Girit konusunun Uluslararası Adalet Divanı’na taşınması mümkün değil, ama Türkiye, NATO nezdinde ve BM nezdinde girişimde bulunarak, Girit’teki  haklarını söke söke alır. Çünkü antlaşmaların hepsi BM’ye gidiyor. 

Türkiye BM ve NATO’ya başvurarak, Girit’in statüsüne ilişkin 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nı gündeme getirirse, Yunanistan’ın kendisini savunacak hiçbir tarafı yok. Türkiye, hakkını söke söke alır; Girit’in dörtte üçü Türkiye’ye aittir.1913 Londra Anlaşması ortada...”

GİRİT KONUSUNDA KAYGILARI ARTTI

Bizi “Sözde müttefik” sayan Batılı dostların Girit konusunda kaygıları var. BM onaylı Londra ve Zürih anlaşmalarının, “Türkiye’nin üye olmadığı bir topluluğa Kıbrıs katılamaz” hükmüne rağmen, AB Anayasası’nın “Sınır sorunları olan bir ülke AB üyesi yapılamaz”  koşuluna rağmen, Rumları, Ada’nın tamamını temsilen AB üyesi yapanlar, hem bu ikiyüzlülüğün hem de Girit’te geçerliliğini yitirmiş anlaşmaların gündeme gelmesinden kaygılanıyorlar. 

Türkiye Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” ile çağdaş haramilerin Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya uzatmayı planladıkları EastMed boru hattının önüne öyle bir set çekti ki, bölgedeki enerji denklemlerini altüst etti. Türkiye, Girit’in statüsüne ilişkin 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nı gündeme getirdiğinde çağdaş haramilerin işleri daha da zorlaşacaktır. 

İyon Denizi’ndeki karasularını 12 mile çıkarılmasını 1982 Uluslararası Deniz Hukuku’ndan doğan bir hak olduğunu savunan Miçotakis’e, Yunanistan’ın bir ada devleti olmadığını ve de Girit’in statüsüne ilişkin 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’nı, 10 Ağustos 1913 Bükreş Anlaşması’nı, 14 Kasım 1914 Atina Anlaşması’nı ve 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması’nı hatırlatırız.

Yunanistan’a ve destekçilerine, ne Kıbrıs’taki, ne Ege’deki ve ne de Girit’teki haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğimizi anlayacakları bir dille anlatma zamanı gelmiştir. Libya ile yaptığımız anlaşmayı daha güçlendirecek, Mavi Vatan’ın sınırlarını daha da netleştirecek bir hamle olarak Girit’i gündeme taşımalıyız.

Türkiye’nin Girit konusunu gündeme getirme zamanının geldiğini 15 Mayıs 2020 tarihli “GİRİT’İ İSTİYORUZ” ve 10 Aralık 2019 tarihli “KIBRIS’A DİKKAT” başlıklı  yazılarımızda dile getirmiştik:

“Türkiye, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” ve uluslar arası deniz hukukundan doğan haklardan yararlanarak, hem Libya hükümetine yardım ediyor hem de Ege Denizi ve Akdeniz’deki, yani, Mavi Vatan’daki haklarına sahip çıkmaya çalışıyor.  Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’de, ülkelerin kıta sahanlıklarını belirleyen haritalardan ve konuyla ilgili olarak, bugüne kadar imzalamış olduğu anlaşmalardan doğan bir takım hakları olduğuna ilişkin iddialar yıllardan beri dile getirilmekteydi. Libya’daki gelişmeler ve Yunanistan’ın, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı anlaşmaları geçersiz kılma girişimleri, Mavi Vatan ve Girit’teki haklarımıza ilişkin adımlar atmamıza neden oldu.  (15 Mayıs 2020)

10 Aralık 2019 tarihli “KIBRIS’A DİKKAT” başlıklı yazımızda da, Yunanistan’ın Ege Denizi, Akdeniz ve özellikle Girit’te yeni oyunlar peşinde olduğuna dikkat çekmiştik: “Önceki günkü gazetelerde Türkiye’nin 12 Adalar ve Girit konusunda harekete geçtiğini, “Şimdi Atina Düşünsün” başlıklı haberlerle duyuruyordu. Türkiye, bazı STK’lar öncülüğünde 12 Ada, Girit ve Batı Trakya’da bugüne kadar gasbedilen haklarını BM, AB ve uluslararası yargıya taşıyor.”

“…Mutabakata konu olan haritaya göre, Türkiye ile Libya’nın, Girit Adası’nın hemen güneybatısında, 18.6 millik, yani 29.9 kilometrelik bir sınırımız var. Türkiye 2011’de de, KKTC ile Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması imzalamıştı.  Bu iki anlaşma Türkiye’yi, Doğu Akdeniz’de çok önemli bir konuma taşıdı. 

Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ile yaptığı bir dizi anlaşma ile Türkiye’yi Akdeniz denklemi dışına savurma çalışırken, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”yla kapana kısılmış oldu. Köşeye sıkışan Yunanistan, şimdi de, İyon Denizi’nde karasularını 12 mile çıkararak Türkiye ile Libya arasına bir duvar örme hazırlıkları yapıyor.” (www.oncevatan.com.tr/girite-dikkat-makale,47200.html).

Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli kurmay Albay Ümit Yalım, Yunanistan İyon Denizi’nde karasularını 12 mile çıkarmadan çok öce uyarıda bulunmuş, “EastMed Doğalgaz Boru Hattı, Türkiye'nin kıta sahanlığından geçiyor. Türkiye'nin egemenlik haklarını ihlal ediyor. Bu girişimleri önlemek için Türkiye, Kıta Sahanlığı'nı ve Münhasır Ekonomik Bölgesi'ni derhal ilan ve deklare etmelidir” demişti. 

“GİRİT’İN DÖRTTE ÜÇÜ TÜRKİYE’NİNDİR”

Yunanistan’ın İyon Denizi’nde karasularını genişletmesine ilişkin kararını Türkiye, “O sınır Mora Yarımadası’nın güneyinde sona erer ve Ege Denizi’ni hiçbir şekilde etkilemez” şeklinde değerlendirdi. Atina, Türkiye’nin sabrını test ederek, Yunan karasularını Girit Adası’nın güneyi ve doğusunda da genişletmeyi deneyecektir ve Girit konusu kendiliğinden gündeme gelecektir. O nedenle, harekete geçme zamanı gelmiştir. 

Peki, nedir Girit’e ilişkin haklarımız? 

Onları da, “Girit’in dörtte üçü Türkiye’ye ait” diyen Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli kurmay Albay Ümit Yalım’dan dinleyelim:

“Türkiye’nin burada dörtte üç hakkına sahip çıkması lazım, çıkmadığı sürece onlar her türlü şeyi yapar. Öyle bir şey ki elimizde kapı gibi belgeler var. Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ açık, net bir şekilde Girit Adası’nın dörtte üçünden feragat etmişler ama kimse sahip çıkmıyor, ben ortaya koydum. 

İşin ilginç tarafı, Yunanistan da bunu savunamıyor. Yani burası bize aittir diyemiyor. Çünkü 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması’na baktığımız zaman açık ve net bir şekilde şöyle yazıyor 4. maddesinde: ‘Majesteleri Osmanlı İmparatoru, Girit Adası’nı, majesteleri müttefik krallara bırakır.’

Kim bu krallar? Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ. Burada açık bir şekilde paylı mülkiyet var. Yunanistan’ın Girit Adası üzerinde tek başına ferdi mülkiyeti yok. Tabii bu 1. Balkan Savaşı’ndan sonra yapılan bir antlaşmaydı. Sonrasında Balkan devletleri birbirine düştü ve 2. Balkan Savaşı oldu. Onun sonrasında yapılan 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması’nda da açık ve net bir şekilde diyor ki:

‘Bulgaristan Girit Adası üzerindeki hakkından feragat edecektir.’

Bu ne demek? Yunanistan’ın Girit Adası üzerinde tek başına ferdi mülkiyet hakkı yok. Bulgaristan, herhangi bir şekilde, ‘Yunanistan lehine feragat ediyorum’ demediği sürece böyle bir şey yapamaz. Ayrıca, zaten öyle bir şey demiyor. Mesela, antlaşmayı imzalayanlar arasında Venizelos da var. Bunlar bu maddeyi öyle bir koymuşlar ki, daha sonra biz oldu-bittiyle bu adanın tamamına çörekleniriz mantığıyla yapmışlar.”

24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile Girit Adası’nın sadece dörtte birinin Yunanistan’a ait olduğunun bir kez daha teyit edildiğini belirten Yalım, devam ediyor:

“Lozan’ın 12. maddesine baktığımız zaman, 30 Mayıs 1913’ü tekrar teyit ediyor. Lozan Antlaşması’ndan sonraki süreç içerisinde de Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ Girit Adası üzerinde herhangi bir şekilde bayrak çekmemiş, oraya vatandaşını ya da herhangi bir şekilde asker de koymamış. Dolayısıyla, buradaki haklarından fiilen feragat etmiş. Böyle bir durumda uluslararası hukuka göre aslına rücu eder. Yani Osmanlı Devleti’ne geri gelir. 

Bizde Osmanlı Devleti’nin mirasçısıyız. Mirasta bir cüzi halef, bir külli halef vardır. Biz külli halefiz, yani Osmanlı Devleti’nin hem borçlarını hem de mal varlıklarını almış durumdayız. Osmanlı Devleti’nden kalan borçları Türkiye Cumhuriyeti Devleti son kuruşuna kadar ödedi, biliyorsunuz. Dolayısıyla, Türkiye’nin Girit Adası’nın dörtte üçünü istemesi lazım. 

Zaten Yunanistan da bundan bayağı tedirgin olmuş durumda. Şimdi onlar da diyor ki ‘Bizim tezimiz daha kuvvetli.’ Bakın, tez başka, o bir iddiadır. Bizimkisi somut belge, kanıttır. Yunanistan bu konuyu zaten savunamıyor, savunması da mümkün değil. Ama çok enteresan bir konu, üzerine de çok fazla gidilmiyor.”

 “…Biliyorsunuz, uyuşmazlıklar konusunda Yunanistan, ‘2015 yılı itibarıyla Uluslararası Adalet Divanı yargı yetkisini kabul etmiyorum’ dedi. Dolayısıyla, bu konunun herhangi bir şekilde Uluslararası Adalet Divanı’na taşınması mümkün değil. Ama Türkiye NATO nezdinde ve BM nezdinde girişimde bulunarak bunları söke söke alır. Çünkü antlaşmaların hepsi BM’ye gidiyor. 

Türkiye başvurup ‘Böyle bir durum var’ derse, Yunanistan’ın kendisini savunacak hiçbir tarafı yok. Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ da şimdi çıkıp da, ‘Efendim, biz hakkımızı istiyoruz’ diyemez, çünkü çok uzun bir süre geçti ve zaten fiilen feragat etmiş durumdalar. Türkiye eğer BM ve NATO nezdinde bir girişimde bulunursa, hakkını söke söke alır, her şey ortada...”

Dünya düzeninin yeniden kurulmakta olduğu bir dönemde, haklarımıza sonuna kadar sahip çıkmamız gereken bir süreç yaşamaktayız. 

Türkiye’den bir tahdit gelmediği halde Yunanistan’ın süratle silahlanmasının nedeni nedir? Batılı dostları, ekonomisi çökmüş Yunanistan’a hangi nedenle bol keseden silah kredisi açıyorlar? ABD, proje ortağı olduğumuz, parasını ödediğimiz F-35’leri vermezken, Yunanistan’a uzun vadeli krediyle vermesinin nedeni nedir? 

Yunanistan’ın silahlanma heyecanını “Bu neyi hazırlığıdır komşu?” diye sorgularken, dünyanın anlayacağı bir dille konuşmaya hazırlıklı olmalıyız. Çünkü, Türkiye, yağmalanmak isteyen haklarına sahip çıktıkça, Ege’de, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Afrika içlerinde bayrak gösterdikçe, yeni cepheler oluşmakta, saldırılar yoğunlaşmaktadır.