MEHMET AKİF, ÇANAKKALE DESTANI'NI, ÇÖL ORTASINDAKİ BİR VAHADA, AY IŞIĞINDA, SABAHLARA KADAR DÖKTÜĞÜ GÖZYAŞLARI EŞLİĞİNDE YAZDI. Çanakkale Zaferi, dünyada eşi benzeri olmayan bir şahlanıştır. Bu günlerde birileri "Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi?" tartışmalarıyla, milletin aklını karıştırmaya, bu eşsiz şahlanışa gölge düşürmeye çalışıyorlar. Millet olma bilincini yitirmiş bu zavallılara İstiklal Marşı'mızın, Çanakkale Destanı'nın yazılış öykülerini anlatsak, acaba ne demek istediğimizi anlayacaklar mıdır? Mehmet Akif Ersoy; İstiklal Marşı'mızın ve Çanakkale Destanı'nın şairi.. "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak" uyarısı ile başlayan İstiklal Marşı'mız, en olumsuz koşullarda bile umudumuzu yitirmememizi öğütler: "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, o benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!" Zaman zaman, "bestesinin, sözlerinin azametini taşıyamadığı" konusundaki tartışmalarla gündeme gelen İstiklâl Marşı'mızın yazılış hikâyesini az çok biliriz. Genç Cumhuriyet'imizin kuruluş yıllarında "Bizim de şanımıza yakışan bir istiklâl marşımız olmalı" arayışları başlamıştı. Başlangıçta, İstiklal Marşı'nın para ödüllü bir yarışmayla seçileceğinin duyurulması, yaşam felsefesine ters geldiğinden, Mehmet Akif yarışmadan uzak durmuştu. Ancak Maarif Vekâleti'nin (Milli Eğitim Bakanlığı) para ödülünü kaldırılmasından sonra çalışmaya başlayan Mehmet Akif, milletine armağan ettiği o muhteşem eserini yazmaya başladı. İstiklâl Marşı'mız, Mehmet Akif'in Ankara'dayken kaldığı taş zeminli Tacüddin Dergâhı'nın mütevazı, loş odalarının birinde yazıldı. Kâğıt sıkıntısından, ilham geldiğinde bazı bölümleri dergâhın duvarlarına not ediliyordu. Kâğıt bulamadığından istiklal marşının müsveddelerini duvarlara yazmak zorunda kalan bu millet, 80 yılda, pek çok alanda dünya markaları yaratmayı başaracaktı. Para ödülünü reddeden Mehmet Akif'in milletine armağan ettiği İstiklal Marşı, böylesine olumsuz koşullar altında yazılmıştır. YA ÇANAKKALE DESTANI NASIL YAZILDI? Bu milletin, insanlık tarihinde bir benzeri olmayan, tarihin akışını değiştiren Çanakkale'deki şahlanışını "Çanakkale Destanı" ile ebedileştiren Mehmet Akif'in, bu şaheserini nerde, nasıl yazdığını bilenlerimiz çok azdır sanıyoruz. 92. yılında "Çanakkale Destanı"nın yazılış hikâyesini, Osmanlı İmparatorluğu'nun Teşkilat-ı Mahsusa (Bugünkü MIT) Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı'nın anılarından özetleyerek anlatacağız. "Çanakkale Destanı", İstiklal Marşı'mızdan dört yıl önce, Arabistan çöllerindeki bir vahada, ay ışığında, şairinin şükür hıçkırıkları ve gözyaşları arasında, sabahlara kadar süren bir duygu seli eşliğinde yazılmıştır. "Millet canını dişine takmış, gövdesini düşman ateşine siper ediyorken, Çanakkale Destanı'nın o duygusal şairi Mehmet Akif'in Arabistan çöllerinde ne işi vardı?" sorusu akla gelebilir. Anlatalım.. Cennet mekân Mehmet Akif, Teşkilat-ı Mahsusa (MİT) saflarında Ittihad-ı İslam hareketi içinde aktif olarak çalışmıştır. Çanakkale Savaşı'nın en ateşli günlerinde, Teşkilat-i Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı ile birlikte Osmanlı'nın Hicaz Vilayeti'ndedir. Mekke Şerifi Hüseyin Paşa'nın ihanetini ustalıkla gizlediği o günlerde, çölün kilit noktalarını elinde tutan Ibn-i Suud ve Ibn-i Reşit'in Osmanlı'ya sadık kalmalarını sağlamak amacıyla görüşmeler yapmaktadırlar. Çünkü zırhlı gemileriyle Çanakkale Boğazı'nı zorlayan İngilizlerin, cömertçe dağıttıkları altınlarla Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklandırmaya çalıştıkları haber alınmıştı. GÖNÜLLERI HEP ÇANAKKALE'DEYDİ Eşref Sencer Kuşçubası hatıralarında, Arapların Osmanlı'ya sadık kalmalarını, İslam birliğini bozmamalarını sağlamak amacıyla Necid çöllerinde dolaştıkları günlerde gönüllerinin hep Çanakkale'de olduğunu şöyle anlatıyor: "Biz Hail'e, Ibn-i Reşid'e doğru yol alırken, Çanakkale'de savaşın en çetin günleri başlamıştı.... Yalnız kaldığımız zaman, birbirimizin yüzüne endişe ile bakar, korktuğumuz acı sonucun adını söyleyemezdik. M. Akif bir gün dayanamadı ve dedi ki: 'Eşref, dün gece sabaha kadar ne için yalvardım, biliyor musun?' Sonra elini göğsüne koydu: 'Cenab-ı Hak'ka yalvardım... Dedim ki, 'Yarabbi, bana Çanakkale'de zaferi yaşatmadan canımı alma.. O büyük günü göreyim, sonra huzuruna davet et.' Gözleri yaşlı idi. Kolumu öylesine parmaklarının cenderesi içine almıştı ki, Şair Akif gitmiş, Pehlivan Akif gelmişti: 'Adalet-i ilahiye var, hak var, kahramanlığın bedeli var. (...) Allah, İstanbul'un yolunu bu müstevli sürüsüne açmayacaktır Eşref.. Benim kahraman Mehmetçiklerim bu insaniyet ve İslamiyet düşmanlarına sehamet dersi verecektir..." "ÇANAKKALE DESTANI" GÖZYAŞLARIYLA YAZILDI? Müjde dönüş yolunda, Anadolu-Bağdat demiryolunun El-Muazzam istasyonunda gelmişti. Adı "El-Muazzam" olmasına rağmen istasyon çöl ortasında küçük bir kulübecikti. O büyük sevinci nasıl yaşadıklarını Eşref Kuşçubası'ndan dinleyelim: "Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa beni aramış, Çanakkale zaferini müjdelemişti. Akif'in hayatının en bahtiyar, en mesut anı... Anlatılması çok zor.. Ay, bedir halinde idi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, hiçbir başka ışığa ihtiyaç bırakmayan, bu, güneşi bile unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı... İstasyon kulübesinin arkasındaki hurmalığın içine çekildi... İşte, o Çanakkale'ye layık destan, bu hıçkırıklar içinde ibda edildi, yaratıldı... (...) Sabaha kadar süren ilham saatleri sonunda, SAFAHAT, hayır, yalnızca SAFAHAT değil, Türk Destan Edebiyatı'nın o essiz şaheseri tamamlandığında Mehmet Akif, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasip olan rahatlığı ile yüzüme derin derin baktı: 'Artık ölebilirim Eşref... Gözüm açık gitmez...' dedi." Din kardeşlerimiz, Mehmet Akif'lerin, Kuşçubaşı Eşref'lerin Arabistan çöllerinde kurmaya çalıştıkları İslam birliğine, onların ortaya koymak istedikleri anlamda saygı gösterselerdi, Çanakkale'de durdurulan Haçlı ordusu, 90 yıl sonra Ortadoğu'da bayrak gösterebilir miydi? (23 Mart 2003- Önce VATAN) ...............................VEFA........................ RAHMET VE MİNNETLE Çanakkale zaferinin 92. yıldönümünde, insanlık tarihinin eşini, benzerini henüz yazamadığı tarihin akışını değiştiren o muhteşem ulusal şahlanışı canları pahasına gerçekleştiren aziz şehitlerimizi (ve aile şehidimiz 'Filibeli Süleyman oğlu Adil' amcamızı) rahmet ve minnetle anıyoruz. M. Kemal Sallı