Geçtiğimiz hafta Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı (TDAV) Süleymaniye Kürsüsü’nde gençler vardı. TDAV Gençlik Kolu öğrencileri, küreselleşmenin ekonomik bir olgu plduğu halde hayatın her yönünü etkilediğini savundular ve küreselleşme sürecinde yaşananları doğru değerlenmesi gerektiğini belirttiler.
Oturum başkanlığını MEHMET TÖRE YILDIRIM’ın (İstanbul Üniversitesi Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme)  yaptığı panele FİLİZ AYDIN (İstanbul Üniversitesi-Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları), NEZİHA KARTAL (Marmara Üniversitesi Gazetecilik), UTKU SAVAŞ (İsatanbul Üniversitesi-İktisat) ve MURAT OKTAY (İstanbul Üniversitesi –Fizyoterapi ve Rehabilitasyon) konuşmacı olarak katıldılar. Önce küreselleşme akımı, ardından küresel krizin narkoz etsi ve 11 Eylül İkiz Kuleler şoku eşliğinde başlatılan yeni dünya düzenini hayata geçirme operasyonları nedeniyle dünyamız, tarih boyunca daha önce yaşamadığı boyutta bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamaktadır. Küreselleşme süreci, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeleri olumsuz yönde etkilemektedir. Küreselleşme gerçeğinin hayatımızı her yönden etkilediği bir dönemde gençlerimiz ne düşünüyorlar? Bu sohbetimizde bu sorunun yanıtlarını bulacaksınız..


KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜR

NEZİHA KARTAL
Küreselleşmenin 1980’lerden sonra  dillendirilmesine rağmen, geçmişinin çok daha eskilere dayandığını söyleyen Neziha Kartal, M. MCluhan’ın “Küresel Köy” kavramının, küreleşmenin en doğru tanımlarından biri olduğunu ve başta ekonomi olmak üzere, siyaset, kültür ve medya gibi birçok alanla doğrudan ilişkili olan küreselleşme sürecinin, teknolojinin gelişmesiyle dünyamızı, herkesin birbirini tanıdığı tam bir köye dönüştüreceğini savunarak şöyle dedi:
“Nasıl ki devletleri milletler oluşturuyorsa, milleti oluşturan şey de hiç şüphesiz kültürdür. Küreselleşmenin kültüre bakışındaki temel ilke, merkezsiz, ortak bir dünya kültürüdür. Küreselleşmeyi bu anlamda sınırların, farklılıkların ve eşitsizliklerin kalktığı bir dünya düzeni olarak yansıtmak iyimser, ama var olan bir görüştür.  Bu da dünya etrafında el ele tutuşmuş çocuklarla sembolleşmiştir. Ancak bu kadar iyimser (!) bir görüşün bile sıkıntılı yanları mevcuttur.
Bahsedilen merkezsiz ortak kültürün oluşumu için bir temel gerekmekte ve bu temeli de küreselleşmenin öncüleri olan ülkelerin kültürleri oluşturmaktadır. İşte sorun da tam bu noktada çıkmaktadır. Amerika ve Avrupada’ki çeşitli ülkelerin kültürlerinin harmanlanmasıyla oluşan bu yeni ve küresel kültür, onlar için ortak bir kültür olma özelliği taşımaktadır. Ancak, bu durum, küreselleşmeyle sonradan tanışan bizim gibi milletler için, kendi kültürlerinden vazgeçmek ve yozlaşmak olarak da görülebilmektedir. İnsanların küresel kültürle karşılaşması medya sayesinde olmaktadır. Zaten, küresel kültürün yayılma aracı da, hiç şüphesiz ki medyadır”
Nezihe Kartal, medyanın, başlangıçta yasama, yürütme ve yargıyı millet adına denetleyen dördüncü güç konumunda olmasına rağmen, tekelleşmeler sonucunda (Türkiye’de 1980’lerden sonra), bir haberleşme aracından çok bir etkileme aracına dönüştüğünü savundu. Küreselleşme için verilebilecek en güzel örneğin ABD’li CNN şirketi ile Doğan Grubu’nun 1999’da ülkemizde ilk yabancı ortaklı televizyon kanalının oluşturması olduğunu ve bunu diğer ortaklılkaların ve satınalmaların izlediğini belirten Kartal, “Her ne kadar ulusal basın olarak bahsedilse de, haber kaynakları ve medya ortaklarının ulus ötesi olması, yayın kuruluşlarını kendi kültüründen soyutlamıştır” dedi.

Neziha Kartal, yayın organlarının yabancı sermayenin kontrolüne girmesinin sakıncalarını şöyle anlattı:
“Geleneksel medya yıllarca küresel güçlerin isteği doğrultusunda bir toplum yaratma çabası içinde oldu. Bize verilen haberler hep küresel mantıkta küresel haberlerdi. Bir araba kazasında insanlar ölür ve yakın çevrenizden birinin olup olmadığı ilk akla gelen şeylerdendir. Bu sizin diğer insanlar için üzülmediğiniz anlamına gelmez. Yalnızca bu yakınlığın gerektirdiği bir durumdur. Ancak dünyanın her hangi bir yerinde uçak düştüğünde ulusal medyamız oturup içinde Türk olduğunu sorgulamaz doğrudan ölen insanlardan bahseder. Çünkü önemli olan insanların ölmüş olmasıdır. Evet, kimse uçak kazsından birileri öldü diye sevinmez ancak medyanın bize sunduğu bu şey aslında dünya vatandaşlığıdır.  Size var olan ortak değerlerimizden ve genetiğinizden kopararak yeni bir bütünlüğe bağlamak ister ve bunu size fark ettirmeden yapar. Size doğrudan, ‘hadi gelin, dünyada ortak kültürün oluştuğu yeni dünya düzeni oluşturalım’ demez. Küresel sermayeyi yönetenler, o kültürün kararını ve içeriğin çoktan oluşturmuşlardır. Siz sadece buna uyarsınız.”
Sosyal medyanın günlük yaşantımızı, kültürümüzü nasıl etkilediğine de değinen Kartal, Facebook’un önceleri ilkokul arkadaşlarını bulma amacıyla kurulduğunu, sonraları bunun yaygın şekilde kullanılmaya başlanmasıyla bir haberleşme aracına dönüştüğünü, zamanla haberleşme hızı yönünden yetersiz kalması üzerine, anlık mesajların verilebildiği twetter’ın devreye girdiğini ve insanların bilgi alışverişi konusunda daha da özgürleştiğini anlattı.
Teknolojinin gelişmesiyle insanların küreselleştiğini belirten Kartal, bunun olumsuz etkisi olarak da, insanların yakın çevresinden, yakınlarından uzaklaştığını belirtti: “Biz millet olarak aile ilişkilerine çok önem vermekteyiz. Bir internet sağlayıcısının reklamında anne tv’da bir dizi seyrederken anneanne diz üstü bilgisayardan ayrı bir dizi seyretmektedir. Evin çocuğu tablet bilgisayardan sosyal meyayla meşgul olurken baba akılı telefonundan maç seyretmektedir.”
Neziha Kartal, kitle iletişim araçlarının gelişmesinin ve yaygınlamasının toplumlar üzerindeki etkisini de şöyle anlattı:   
“Önceleri, fiziksel anlamda bir arada bulunun cemaatler vardı. Ve bunlar köy kahvesinde ya da bir evde oturup sohbet etmekteydi. Kitle iletişim araçlarının oluşumu küçük cemaatleri ortadan kaldır. soğuk savaş dönemi sonra tek kültürden ve tek bir cemaatten bahsetmek mümkündü. Herkes sadece televizyona bakıyor ya da bir iki farklı gazeteyi okuyordu. Ki, bu gazeteler de, yine tekelleşme mağduruydu. Ancak sosyal medya bunu tam tersine çevirdi ve eski küçük cemaatler, sanal cemaatler olarak yeniden, ancak bu kez küresel ölçekli olarak ortaya çıktılar. Farklılıkların önemsiz olduğu ortak kültürü hedefleyen küresel mantık, aynı zamanda azınlık kültürlerine ve siyasi yapılarına destek oldu. Geleneksel medya da, yayınlayamayacakları bilgi ve haberler için eşsiz bir yer haline gelen sosyal medya üstüne bu gurupların kendilerini küresel ölçekte  tanıtma şansını da verdi. Ve sonuçta, kahvede oturup bir araya gelen küçük guruplar, bu kez sosyal medya aracılığıyla binleri bir araya getirip, yeni, ama daha büyük bir cemaat haline geldiler.
Teknolojiye daha geç ulaşmamız bizi, millet olarak, geleneksel medyanın zararlarından ve etkisinden yeterince korunmamıza izin vermemiştir. Ancak, sosyal medya hem çok hızlı yayılmış, hem de artık bir tecrübe kazanmış olan bizler, bu konuda daha dikkatli olmalıyız.
Sosyal medya, her geçen gün biraz daha hayatımıza girmekte iken, onun var olan zararlarına bakarak ondan uzak durmak, bizi geride bırakır. Çünkü, bu yeni oluşumlar, geleceğin yön vericisi olma noktasında ilerlemektedir. 20 sene sonra basılı gazetelerin yok olacağı konuşulurken, sosyal medyadan uzak durmak bize hiçbir şey kazandırmaz. Burada benim söyleyebileceğim şey, sosyal medyayı amaç değil, kendi hedeflerimiz doğrultusunda araç haline getirmemizdir. Bu da, bu konuda çalışmayı ve kafa yormayı gerektirir. Geleneksel medya kadar büyük bir maddiyata gerek olmayan bu alan, bizim gibi çok geniş coğrafyalara dağılmış milletlerin bağını kuvvetlendirmek için bir araç olabilecek güçtedir. Bu gücü kullanmak da bizim elimizdedir.”

……………………………..

MODERN DÖNEMDE KÜRESELLEŞME
MURAT OKTAY
 
Murat Oktay, MODERNLEŞME DÖNEMİNDE KÜRESELLEŞME başlıklı konuşmasına,
 modern dönemde sosyal bilimlerin fen bilimlerinden etkilendiğini, bu alandaki görüşleri taklit ettiğini belirterek başladı ve “Bu batının kozmopoliztizmine dayanak olmuştur. Kozmopolitizm batının kendisini merkeze alarak rasyonaliteye dayanarak kültürel farklılıkları modernleşme adıyla eritmek istemesidir. Bir açıdan batı sömürgeciliğine bilim maskesi geçirmiştir” dedi.

Murat Oktay, küreselleşme sürecinin felsefi arka planını ve insan psikolojisine etkisi konusunda şunları söyledi: “Batıya uzun süre etki etmiş idealizmin kurucusu Hegel’in anlayışı dünya tininin tabiatta ve toplumsal hayatta özgürleşme aracına doğru kendini gerçekleşmesi üzerine kuruludur. Bu anlayış düz-çizgisel ilerlemeci tarih ve toplum felsefelerinin en önemlilerindendir. Özgürlük ve kendini bulma amacına doğru sürekli kendini nesnelleştiren evren ruhu (geist) doğayı yarattığı gibi aynı zamanda tarihi ve kültürü yaratmış olur. Bu yaratmanın ve nesneleştirme sürecinin son biçimi devlettir. Devlet en son biçimini Prusya’da bulacaktır. (Yani kendi ülkesinde)
 Bu anlayışı batının her devletinde ilerlemenin en ileri temsilcisi olduğu inancıyla yaptığı sömürgecilikte net olarak görebiliriz. Bütün toplumların aynı basamaklardan geçip tek bir yoldan pozitif hale ereceğine inanan Comte, sosyal bilimleri pozitif bilim olarak görmüştür.
 Tüm bunlar Avrupa’nın geçmişte bilimle aklını kullanarak aynı sonuca varacağı kanısını güçlendirmiştir. Modernizm’in en ileri temsilcisi olduğuna inanan Avrupa devletleri, önce sömürgecilik yarışında sonra dünya savaşlarında kanıtlamaya çalışmıştır.
 Bu sunumda sizlere, küreselleşme sürecinin felsefi arka planını ve insan psikolojisinin etkisini. Toplumun yeni dönemde girdiği düşünceyi ve ruh halini anlatacak daha sonra milli devletlerin bu süreçte karşılaşacağı güçlüklerden bahsedeceğim.”

MUTLAK DETERMİNZİMİN ÇÖKÜŞÜ VE POSTMODERNİZM
Determizm’in, her olayın maddi veya manevi birtakım nedenlerin zorunlu sonucu olduğunu kabul eden ve her olayı neden-sonuç ilişkisi içinde inceleyen felsefi görüş olduğunu ve Batı’nın uzun süre baş tacı ettiği determinizm’in ve onun devamı olan modernizmin sonuçta kitlesel katliamlara ve dünya savaşlarına neden olduğunu belirten Murat Oktay, Batı’da aydınlanmaya olan ilginin azaldığı bir dönemde ortaya çıkan Bohr atom modeli görecelik yasasının determinizmi çökerttiğini, bir sorunun birden çok çözümünün olduğunu ve maddenin farklı davranışlar sergilediği savunan bu görüşün Newtoniyen bilimi çökerttiğini, fakat Batı’nın emellerinden asla vazgeçmediğini anlattı.
 
‘1970’lerin başlarında New York sanat çevresinde doğan ve Modernizmi tamamen redden bir görüş olan Postmodernizm, iyiye ulaşma akılcılık yoluyla ileriye gitmenin olanaksız olduğunu savunduğuna’ dikkat çeken Murat Oktay, “(…) postmodernite muzaffer bir pozitif bilim kesinliğinden genelleştirilmiş bir belirsizliğe geçişi karakterize etmektedir” diyordu:
“Post modern bakışa göre aynı anda birden çok doğru mümkündür. Modernizmin dayattığı tek doğru mutlak gerçek kavramı yoktur. Burada belirtilecek asıl husus. Özellikle bu fikrin etimolojik yapı üstünde durmasıdır. Tüm kavramlar nazaridir. Yani herkesin bakışı kendinedir, mutlak bir doğru yoktur. Bu yönüyle Postmodernizm karmaşık bir yapıya sahiptir. Antik yunan sofistlerinin bilinemezciliği Postmodernizmin içinde kendine fazlasıyla yer bulmuştur. Sokrates’in “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.” sözüne karşılık Karneades’in söylediği “Hiçbir şey bilip bilmediğini de bilemezsin.” düşüncesinde bir toplum canlanmıştır.”
“… Baudrillard'ın (Jan Bodriyar) örneğine bakacak olursak: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.”

KÜRESELEŞME VE POSTMODERNİZM KURAMI

Küresel kapitalizmin modernizmin içinde doğmuş olduğunu, postmodernizmin modernizme toptan karşı olduğunu savunan Murat Oktay, bu konudaki gelişmeleri de şöyle özetliyordu:
“Postmodernizmin farklı etnik kimliklerin patlama yaptığı bir akımdır. Öyle ki bireyler birden fazla uçucu alt kimliğe sahiptir. Aynı kişi bir dönem öğrenci, hem fenerli, hem Konyalı, hem sporcudur. Bu küçük uçucu alt kimlikler bir anda verilip insandan alınabilir. Yani kimlik tüketimi vardır. Küreselleşme ise toplumlar arası ilintileri sıklaştıran çoğaltan bir süreç gibidir.

Bu açılardan bakıldığında postmodernizm kavramı küreselleşmeye karşı bir kavram gibi göründüğünü, fakat Giddens’ın modernitenin doğal olarak küresel olduğunu savunduğunu belirten Oktay, “Modernizmin yapısal olarak küreselleştirici olduğunu söyler. İşin özü bu iki kavram zıt gibi dursa da birbirini destekleyen kavramlardır. Bunun sebebini küreselleşmenin yine küresel yapıya göre devam eden bir süreç olmasıdır. Bu bakımdan modern küresellik ve postmodern küresellik ayrılır.
Postmodern dönemdeki küreselleşme kavramı iletişim ağıyla beslenmiştir. İnsanlar birbirleriyle kolayca irtibat kurabilir. Modern dönemde bu imkân mevcut değildir.
Postmodern dönemde insanların birbirlerine artan farkındalığı sadece yeni düşmanlıklar çatışmalar yaratmadı. Gerici siyasetleri ve kökleşmiş yabancı düşmanlığını besledi” diyordu.


MİLLİYETÇİLİK VE POSTMODERN DURUM

“Postmodernizmin küreselciliği destekleyen tarafı asıl olan milli kimliği sürekli tükettirdiği alt kimliklerle silmesidir. Bunlar ulusa karşı etnisiteyi, kurumlara karşı duyguları ön plana çıkaran anti-rasyonel hareketlerdir. Bunlar bizatihi modernitenin çelişkilerinden kaynaklanır. Milli ve kimlik dayanışmalarının zayıflaması alt kimlikleri daha çarpıcı hale getirir. Bunun nedeni ilkel güven ihtiyacıdır. Devlette meydana gelen umut ve hayal kırıklığı silsilesi cemaatleşmeye yol açar” diyen Oktay, ortaya çıkan bu kimliklerin geçici olduğunu şu örneği vermekteydi:
“Misalen Fenerbahçeli olmanın bir şartı formasını almak onun ürünlerini tüketmektir. Kişi bu takıma kendini atkısını takarak ait hissetmektedir. Postmodern durumun getirdiği bilinemezcilik insanları bireyciliğe itmektedir. Bireyin kendisini ilk başta bölgesel daha sonra evrensel alt kümelerde tanımlaması milliyetçilik düşüncesini ciddi anlamda azaltmaktadır. Postmodernizm’in ilerlemeye şüpheyle bakan yapısı onun ülküsü olan milli devletlerin ayağına taş bağlamasına yeter sebeptir. Bunun yanında milli devletlerde bireylerin temsili demokrasiye olan inançları fazladır. Lakin yeni dünya düzeninde buna olan inanç azalmıştır.”

POSTMODERN DÖNEMDE KÜRESELLEŞME SÜRECİ

 Küreselleşme sürecinde küresel düşünüp yerel hareket etmemiz gerektiğini savunan Murat Oktay konuşmasını şöyle noktaladı:   
“Genel itibariyle bakarsak küreselleşmenin girdiği bu yeni kavşakta alt kimlikler patlama yapmakta ve durmadan değişmektedir. Teknolojik gelişmeler arttıkça bu sürecin önüne geçmek imkânsızlaşacaktır. Etnik kimlikler milli kimliklerin önüne geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu değişmeler postmodern insan modelinin karmaşık yapısından kaynaklanmaktadır. Türk insanının tarihsel düşünce yapısı aslında önümüzdeki süreçte milletimize çok fazla çıkar sağlayacak gibidir. Gerek farklılıklara gösterilen hoşgörü, gerekse gelişmelere olan adaptasyon yeteneği milletimizin gelişen iletişim çağında dünyaya katacağı birçok değerini ön plana çıkarmaktadır. Fakat önümüzde tarihsel düşmanlarımızın bize uyguladığı sıkı bir kota vardır. Bu kota küresel sermayenin tam kendisidir. Küresel sermaye artık bölgeye göre şekil alıp her milletin içine sızmaktadır. Maalesef bu sermayenin getirdiği kültür yine tek yönlü Amerikan kültürüdür. Batı içindeki sömürgeci vampiri bir türlü susturamamış bilgi toplumunun yapısıyla birlikte iyice açığa vurmuştur. Yapılması gereken küreselleşmenin temellerini iyi kavramak ve bundan korkmadan önümüzdeki fırsatları ve tehlikeleri göz önünde bulundurmaktır.  Yani sunumda belirttiğim gibi küresel düşünüp yerel hareket etmek bu aşamada bize çok şey kazandıracaktır.”