Gara olayı öylesine iç siyaset çekişmeleri konusu yapıldı ki, Gara’nın arka planındaki gerçekleri göremez olduk. 

Kırım Savaşı (1853-56) sonrasında gündeme gelen “Şark Meselesi”nin, Boğazlar’dan sıcak denizlere inme umudunu yitiren Rusların Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi’ne uzanma girişimlerinin, I. Dünya Savaş sonlarında Rusya’da yaşanan Ekim Devrimi nedeniyle deşifre edildiğinden rafa kaldırılan Skykees-Pcot Anlaşması’nın 1991’deki I. Körfez Savaşı’yla yeniden gündeme getirilmesinin, 9.11.2001’de yaşatılan İkiz Kuleler şoku eşliğinde Irak, Libya ve Suriye’nin işgal edilmesinin, Büyük Ortadoğu Projesi’nin, 15 Temmuz savrulmasının… aynı zincirin halkaları olduğunu farketmiyor muyuz?

Bütün bu olaylar zincirinin Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını paylaşma kavgası olduğunu göremiyor muyuz?

13 canımızın şehit edildiği Gara katliamının acısını yoğun olarak yaşadığımız günlerde, Suriye PKK’sı YPG’ye silah taşımaya devam etmesi, 60 yıllık müttefikimiz ABD’nin, I. Körfez Savaşı’ndan bu yana, bölgeye yönelik hedeflerinin değişmediğinin çok net bir göstergesidir. Bu tablo, ABD’nin, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almamıza gösterdiği tepkinin, CAATSA yaptırımlarının gerçek nedenini ortaya döken bir tablodur.

Operasyonu üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen Gara konuşmaya devam ediyoruz. 15 canımızın katledildiği bir olayın yaraları elbette kolay soğumuyor, ama Gara’nın sürekli kalmasına neden olan aşka nedenler de var.. 

Gara operasyonun asıl hedefi henüz tam netleşmedi; operasyonun amacı PKK canilerinin elinde rehin tutulan canlarımızı kurtarmak mıydı, yoksa Kandil’den sonra Sincar’da yuvalanmaya çalışan terör örgütünün yeni yuvalarını başlarına yıkmak mıydı?

Gara operasyonu, terör örgütüne bir ihtar operasyonu değildi. Ayrıntıları ilk duyulduğunda Okyanus Ötesi’nden ses getirdiğine göre, birilerinin ayağına basmıştık, birilerinin canını yakmıştık ki, Biden yönetiminden kinayeli bir başsağlığı mesajı geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, yayınladığı başsağlığı mesajında, “ABD Türk vatandaşlarının Irak’ın Kürdistan Bölgesi’nde öldürülmesinden büyük üzüntü duyuyor. NATO müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız ve son çatışmada hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı diliyoruz. Türk vatandaşlarının, terör örgütü PKK’nın elinde öldüğü haberleri doğruysa, bu eylemi en güçlü şekilde kınıyoruz” diyordu. 

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı başsağlığında kullandığı ifadeler, dostlukla, müttefiklikle asla bağdaşmayacak cümlelerdi. Bunca yıldır dostu ve müttefiki olan bir ülkenin, 13 masum canının katledilmiş olmasından dolayı yüreği yanarken, “Türk vatandaşlarının, terör örgütü PKK’nın elinde öldüğü haberleri doğruysa” gibi bir ifade Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti yetkililerini yalan söylemekle itham etmenin dışında bir anlam taşımaz. 

Bitmedi.. 

BİTMEDİ..

Türkiye’nin, “Türk vatandaşlarının, terör örgütü PKK’nın elinde öldüğü haberleri doğruysa” gibi, başsağlığı mesajında asla yer almaması gereken ifadelere çok sert tepki göstermesi üzerine, ABD’nin tutum değiştirmesi, ilk mesajın yarattığı kırgınlığı giderememiştir. “Sözde müttefikimiz” ABD’nin Türk milletinin vicdanında uğradığı imaj erozyonunu durdurmaya yetmemiştir. 

13 canımızın şehit edildiği Gara katliamının acısını yoğun olarak yaşadığımız günlerde, Suriye PKK’sı YPG’ye silah taşımaya devam etmesi, 60 yıllık müttefikimiz ABD’nin, I. Körfez Savaşı’ndan bu yana bölgeye yönelik hedeflerinin değişmediğinin bir göstergesidir. Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almamıza gösterdiği tepkinin gerçek nedenini ortaya döken davranıştır. 

GİRİT MODELİ YUNANİSTAN’A NE KAZANDIRDI Kİ?

60 yıllık müttefikimiz, Türkiye’nin,  kendini dışardan gelebilecek saldırılara karşı koruyabilecek bir savunma sistemine sahip olmasından neden rahatsızlık duymaktadır. S-400’ler, adı üstünde, bir saldırı değil, bir savunma sistemidir. Sizin,  gizli bir ajandanız, saldırma gibi bir niyetiniz yoksa, dostunuzun, müttefikinizin savunma sistemi edinmesinden neden rahatsızlık duyuyorsunuz? “Girit modeli” gibi alternatiflerden söz etmeden önce bu soruyu sormamız gerekmez mi? 

Bu arada not düşelim, Rusya’dan aldığı S-300’leri, ambalajını bile açmadan Girit’teki ambarlara koyması Yunanistan’a ne kazanmıştır ki, ısrarla bu modelden söz etmekteyiz? 

Bunca yıllık “sözde müttefikimiz” ABD, PKK’nın Suriye kurgusu olan YPG’yi “DEAŞ’la mücadele eden özgürlük savaşçıları” olarak tanıtmaya ve onları daha da güçlendirecek silahlar taşımaya devam ediyor. Gara katliamının acılarını yaşadığımız günlerde gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına yansıyan görüntüler bu “yardımın” nasıl pervasızca sürdürüldüğünü göstermekteydi. 

YPG, ABD’nin adlandırmasıyla, “Suriye Demokratik Güçleri”nin vurucu gücüdür. YPG, ABD’nin, kendi elleriyle kurduğu, eğitip donattığı, varlıklarını sürdürebilmeleri için Suriye’nin Rakka çevresindeki petrol kuyularını armağan ettiği bölgedeki en güvenilir askeri müttefikidir. 

“Özgürlük savaşçıları” kamuflajı YPG’nin, ABD tarafından kurgulanmış bir terör örgütü olduğu ve Gara’da 13 canımızı katleden PKK ile aralarında büyük bir geçirgenlik bulunduğu gerçeğini değiştirmez. Gara olayının arka planındadaki gerçekleri görmeye çalışırken, sayıları onbinlerle ifade edilen terör örgütlerinin,  arkalarında devlet desteği olmadan varlıklarını sürdüremeyecekleri gerçeğini unutmayalım. 

Gara OLAYININ ARDINDAKİ GERÇEKLER 

Gara olayı öylesine iç siyaset çekişmeleri konusu yapıldı ki, Gara’nın arka planındaki gerçekleri göremez olduk. 

Kırım Savaşı (1853-56) sonrasında gündeme gelen “Şark Meselesi”nin, Boğazlar’dan sıcak denizlere inme umudunu yitiren Rusların Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi’ne uzanma girişimlerinin, I. Dünya Savaş sonlarında Rusya’da yaşanan Ekim Devrimi nedeniyle deşifre edildiğinden rafa kaldırılan Skykees-Pcot Anlaşması’nın 1991’deki I. Körfez Savaşı’yla yeniden gündeme getirilmesinin, 9.11.2001’de yaşatılan İkiz Kuleler şoku eşliğinde Irak, Libya ve Suriye’nin işgal edilmesinin, Büyük Ortadoğu Projesi’nin, 15 Temmuz savrulmasının aynı zincirin halkaları olduğunu farketmiyor muyuz?

Bütün bu olaylar zincirinin Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını paylaşma kavgası olduğunu göremiyor muyuz?

 Bu paylaşım kavgasının, yeni aktörlerin de katılımıyla, 1991’de yaşanan I. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın 36. Paralel boyunca bölünmesiyle kaldığı yerden devam ettirildiğini, Irak’ın, Suriye’nin, Libya’nın, Doğu Akdeniz’in işgal edilmesiyle sürdürüldüğünü, anlamıyor muyuz? 

Karabağ’daki mücadelenin de, Irak, Suriye, Libya ile Doğu Akdeniz, Ege ve Karadeniz’deki mücadelelerimizin tarihin önümüze koyduğu gerçekler olduğunu, bu gerçekleri görmezden gelerek varlığımızı sürdürme şansımızın olmadığı gerçeğini neden tartışmıyoruz. “Kandil tamam, sıra Sincar’da” deme noktasına geldiysek, burada bir hak arama zorunluluğu gündeme gelmiştir. Evet, Türkiye’yi güney sınırları boyunca bir terör kuşağı ile kuşatma harekatı 1.Körfez Savaşı’yla başlatılmış, Irak’ın işgali, Büyük Ortadoğu Projesi, Arap Baharı, Suriye ve Libya’nın işgaliyle sürdürülmüştür ve sürdürülmektedir. 

Yazımızın başından beri sözünü ettiğimiz bölgeler, Osmanlı’nın mirası üzerinde ilerde bir şekilde “kontrol altına alınmak üzere” oluşturulmuş yapay devletlerdir. Paylaşılmak istenen, yağmalanan Osmanlı mirasıdır. Açın bakın haritaları, Irak ve Suriye’nin büyük bir bölümü, I. Dünya Savaşı öncesinde “Türkmeneli” olarak anılıyordu. “Onlar tarihte kaldı” söylemleri algı operasyonlarıdır, afyonlamadır. 

“Türkmeneli konjonktürel bir haktır” dediğimizde, “Onlar tarihte kaldı” diyenlerin öncelikle, “Irak’ın işgalinde ilk olarak Musul ve Kerkük’ün tapu ve nüfus kayıtlarının neden yağmalanıp yakıldı?” sorumuza yanıt vermeleri gerekir. Tarihte kalan ya da tarih olan birşey yoktur. Bütün mesele, bizim tarihimize, kültürümüze gerektiğince sahip çıkmamış olmamızdan ve uygulamaya konulan büyük oyunu görmemekteki ısrarcı davranışımızdan kaynaklanmaktadır. “Onlar tarih oldu” diyerek,  bizi mirasımızı sorgulamaktan alıkoymak isteyenler, Irak ve Suriye’deki ABD’nin, Rusya’nın, Almanya’nın ve Fransa’nın o coğrafyada hangi hakla bulunduklarını açıklamaları gerekir. 

HEDEFLERİ BÖLGENİN DEMOGRAFİK YAPISINI DEĞİŞTİRMEKTİ

Irak ve Suriye’nin işgali sırasında, milyonlarca insanın, güney sınırlarımız boyunca oluşturulmak istenen terör kuşağına uygun bir demografik yapı oluşturmak amacıyla katledildikleri ya da vatanlarını terketmek zorunda bırakıldıkları gerçeğini hiçbir zaman unutmayalım. 

Çağdaş haramiler, bütün uğraşlarına rağmen, bölgenin yüzyıllar boyunca oluşmuş temel demografik yapısını değiştirememişlerdir. Bugün Biden yönetiminde önemli bir konumda olan General Votel, Suriye’de bulunduğu dönemde, “Bütün çalışmalara rağmen bölgedeki Kürt nüfusu yüzde 20’yi geçmemiştir. Dolayısıyla burada bir Kürt devleti kurulamaz” demişti. ABD, General Votel’in dile getirdiği bu gerçeği görmüş olmalı ki, şimdi hedefine, “DEAŞ’a karşı savaşan özgürlük savaşçıları” dediği YPG terör örgütü üzerinden ulaşmak istemektedir. 

Siyasilerimizin, kişisel çekişmeleri bırakarak, konjonktürel gerçekleri görmeleri ve Türkiye’ye yönelik tehditlerden doğabilecek olumsuzluklara çözümler üretmeleri gerekmiyor mu?