Fâtih-Eminönü başlığını görünce hemen, merhum Peyâmi Safa'nın, Fatih-Harbiye Romanı gibi bir romandan bahsedeceğimi zannetmeyin! Yıllar önce, İstanbul'un ilçeler bazında idârî taksimi yapılırken, eskilerin Dâhil-i Sûr (Sur içi) dedikleri Tarihî Yarımada ikiye bölünmüş, mesâha olarak daha büyük kısmına Fâtih, küçüğüne de Eminönü adı verilmiştir. Haliç surlarından itibâren Yedikule'ye kadar karasurlarının içinde kalan bölgeler, Unkapanı Köprüsü-Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nın sağında kalan Marmara Denizine kadar uzanan bölgeler Fatih hudutları içinde, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı'nın solunda kalan, Kumkapısı sahillerine kadar, Galata Köprüsü'nden itibâren Yenikapı'ya kadar dar bölge de Eminönü hudutlarını oluşturuyordu. Hazret-i Fatih'in kılınç hakkı, vakfiyesi Ayasofya Camiî, ilk temellerini attığı, ilk köşkünü inşa ettirdiği Topkapı Sarayı, dünyaca meşhûr Mavi Cami Sultanahmed Camiî, Süleymaniye, Bayezid, Rüstempaşa, Yenicami, Salâtîn camiler, dünyaca meşhûr Hipodrom-At Meydanı-, Yerebatan, Binbirdirek Sarnıçları, Hatt-ı Hümâyûn'u okunduğu Gülhâne Park'ı, Osmanlı Devlet-i Aliyye'sinde Sadâret (Başbakanlık) makamı ve diğer nazâret (Bakanlık makamları) şimdilerde Vilâyet, İl Millî Eğitim Müdürlüğü, İl Emniyet Müdürlüğü ve İl Defterdarlığı, İl Sağlık Müdürlüğü, Başbakanlık Arşivleri Eminönü'ndeydi. Altın ve mücevherat ticaretinin kalbi sayılan Kapalıçarşı, toptancı tekstilin kalbinin attığı Sultanhamam-Pratik Ticaretin Halk Üniversitesi-, hâlen Eminönü'ndedir. Yakın bir zamana kadar nakliyat ambarları, İstanbul Toptancı Hali ve Kuru Gıda Merkezi de Eminönü'ndeydi. İstanbul hiç şüphesiz, memleketimizin kültür ve san'at başşehridir; Birbuçuk asırlık matbuatımız 1970'li yılların sonları ve 1980'li yılların başlarına kadar Eminönü'nde, Cağaloğlu'nda temerküz etmişti. Önce büyük gazete ve matbaa te'sislerinin sur dışına çıkmaları, daha sonra küçük maşalı bir makine ile fatura ve kartvizit basan küçük esnafın buradan Kaymakamlık ve Belediyece cebren atılmaları neticesinde günümüz Cağaloğlu semti, artık terk edilmiş bir mahalle görünümündedir. Çağlayan'da inşâsı süratle devam eden İstanbul Adliye Sarayı tamamlanıp, buraya taşınması halinde hukuk bürolarının da tamamen Cağaoğlu'ndan taşınacağı dikkate alınırsa bu semtimiz bir daha dirilmemek üzere tarihe karışacaktır. Bir zamanlar Ayasofya'dan itibâren, Nuruosmaniye Caddesi boyunca, zarif konaklar ve köşkler, estetik yapılı apartmanlar vardı. 1970'li yıllarda birden hız kazanan ticârî hareketlilik sonrası, Sultanhamam'a sığmayan tekstil toptancıları, trikocular, çorapçılar, iç çamaşırcılar yukarılara, Mahmudpaşa'ya, Çemberlitaş'a hattâ hattâ Cankurtaran'a, Kumkapı'ya sıçradılar. Tarihî ahşap konaklar, beheri birer mimârî şaheser villâlar, küçük apartmanlar hoyratça yıkıldılar, yerlerine her türlü mimârî estetikten mahrûm birer beton yığını halindeki hanlar yapıldı. Şuanda Cağaloğlu'ndaki hanların tamamı boştur, içlerinden bazılarının giriş katında birer kıytırık lokanta ve ihtiyaç maddeleri satan birer büfe vardır. Bir zamanlar, İstanbul sanayii ve ticaret erbabının tercih ettiği Lâleli, Doğu Bloku'nun dağılmasından sonra bavul ticareti ve fuhuşla birlikte anılır olduğundan oturmak şöyle dursun, gece-gündüz buradan geçenler utanılacak sahnelere şâhid olmaktadırlar. Aksaray'dan itibâren Topkapısı'na kadar uzanan Millet Caddesi'nin iki tarafında 1960'lı yılların sonlarından itibâren, kesif bir apartman inşasına sahne olmuşken, günümüzde buralar da terk edilmiş, hastahâneler bölgesi olduğu için hekim muayenehaneleri ve tahlil laboratuvarları tarafından işgal edilmiştir. Millet Caddesi'nin, Topkapı-Aksaray istikametinde sağ tarafta kalan Çakırağa ve diğer mahallelerdeki binalar da, İran devriminden sonra memleketlerinden firar eden İranlılar tarafından işgal edildiği ve bu semtlerden İstanbul'un dört bir tarafına göç meydana geldiği için, husûsiyle Eminönü İlçesi gündüz nüfusu 3,5 milyon kişi iken, gece nüfusu 30 binlere kadar düşmüştü. Filhakîka, Eminönü'ndeki binaların ekserisi iş merkezi, iş yerleri olduğu için emlâk vergisi bakımından bir mahzur teşkil etmemiş olmasına rağmen, İller Bankası'ndan nüfuslarına göre belediyelere verilen paydan çok az bir miktar gelir elde ediliyordu. Gündüzleri 3,5 milyon insana hizmet götürmek mecburiyetinde kalan belediye, İller Bankası'ndan 30-35 bin kişilik gelir elde ediyordu. Böyle bir çarpıklığı uzun süre devam ettirmek mümkün değildi. TBMM'sinde kabul edilen bir kanunla, bu çarpıklık giderilmiş, Eminönü İlçesi'nin Hükm-ü Şahsiyeti kaldırılarak her şeyi ile Fatih İlçesi'ne bağlanmıştır. 29 Mart 2009 tarihindeki mahallî seçimler sonrasında Eminönü Belediyesi de tarih olmuştur. Fatih, Eminönü ile birleşmeden önce, 69 mahalleye sâhipti. Mahalle birleştirmeleriyle bu sayı 24'e düşürüldü. Fakat, Fatih'in ancak %19'u kadar bir nüfusa sâhip Eminönü'nde, hâlen 33 mahalle bulunmaktadır. Bu durum, nüfusu ancak Fatih'in %10'u kadar olan Eminönü'nde, Fatih'in mahallelerinden %30 daha fazla mahalleye sahip olduğunu gösterir ki, bu da ayrı bir çarpıklıktır. Fatih'te yapıldığı gibi Eminönü mahalleleri arasında da bir operasyon yapılacak demektir. Bu ise, daha uzun bir müddet Fatih'te, suriçinde, Tarihî Yarımada'da mahalle, cadde ve sokak bazındaki kargaşanın devam edeceğini gösteriyor. Millet ve Vatan Caddelerinin birleştiği Aksaray Meydanı'ndan itibâren Ordu Caddesi başlıyor, sonra Koska Caddesi, Yeniçeriler Caddesi, Divanyolu, Alemdar Caddesi uzayıp, gidiyor. Fakat Ordu Caddesi nerede başlar, nerede biter bilen yok. Yeniçeriler Caddesi nereye kadar uzanır, Divanyolu hangi noktada da başlar, belli ki Alemdar Caddesi'nin başladığı Ayasofya önünde bitmektedir. Ayasofya'nın tam karşısında Yerebatan Sarnıcı'nın köşesinden itibâren başlayıp, İl Millî Eğitim Müdürlüğü köşesine kadar uzanan bir km. bile olmayan bu cadde eskiden, "Yerebatan Caddesi"ydi. Bu cadde üzerinde merhûm Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan'ın ev ve muayenehanesi vardı. Hoca vefat ettikten sonra bu caddenin bir bölümüne, "Prof. Dr. Kazım İsmail Gürkan," adı verildi. Bizim işyerimiz de, 1980'den itibâren bu caddeye açılan sokaklardan birisindedir. Arayıp adres soranlara bu uzun adresi yazdırmak bir hayli zor oluyordu, hele merhûm hocanın unvanını kısaltmadan bir de tam olarak yazmaya kalkanlar, dakîkalar boyu telefonlarımızı meşgul ediyorlardı. Oysa ki, uzun yıllardan beridir bilinen adıyla YEREBATAN ismi muhafaza edilip, hocanın evinin kapısına, "Bu binayı, merhûm Prof. Dr. Kâzım İsmâil Gürkan, uzun yıllar ikâmetgah ve muayenehane olarak kullanmıştır," denilse, hocanın da çok kısa bir hâl tercümesi yazılı bir plaket çakılsa daha iyi olmaz mıydı? Zâten beş-altıyüz metrelik bu kısa cadde de Yerebatan Caddesi nerede biter, Prof. Dr. Kazım İsmâil Gürkan Caddesi nerede başlar kimse, belediyeciler de dahil bilmiyorlar. CADDE VE SOKAK ADLARININ DOĞRU YAZILMASI: Suriçi Fatih, tarihî ilçeleri; Üsküdar ve Eyüp'te, cadde ve sokak isimleri Osmanlıca ve Arapça isimler ve terkipler olduğu için, maalesef ekserisi yanlış yazılmıştır. Divanyolu'nun başlangıcı Bâbıâlî Cadde ile Divanyolu'nun kesiştiği noktada bulunan köşede iki tabela çakılmıştır. Birisi uzun yıllar İstanbul'da mahalle, cadde ve sokak isimlerinin yazılı olduğu tabelaların rengini, bu renk aslında kırmızı üzerine beyaz Türk Bayrağı'nın asîl renkleriydi. Kırmızı üzerine beyaz renkli levhada, "DİVANYOLU", diğeri mavi üzerine beyaz renkli olanda da "DİVANYOLU CADDESİ"... "YOL" pek çok ıstılaha konu edilse bile, ilk akla gelen şehirlerde geniş karayolu akla gelir. Cadde, ara sokakların açıldığı geniş yol... Devlet-i Aliyyemizden beridir, burası "DİVANYOLU"dur. "DİVANYOLU"na yine geniş bir yol manasına gelen "Cadde"yi ilâve etmek bir cehâlet örneğidir. Ankara Caddesi üzerinden Cağaloğlu yokuşuna tırmanıldığında, sağdan Büyük Postahane'nin küçük meydanına çıkan sokağın tabelasında "MUHSIRBAŞI SOKAĞI," yazıyor. Ne manaya geldiğini uzun uzun düşündüm, Muhsır, "Hasr" masdarından gelse "herhangi bir şeyi bir şeye hasretmek, teklemek, tekellemek," manalarına gelebilir, biraz ilerideki eski "Tekel İdaresine delâlet edebilir miydi?" Tekel İdarelerin eski adı, bilindiği gibi "İNHİSAR İDARESİYDİ," fakat bu sağlıklı bir tahlil değildi. Hâlen, halkımızın "BÜYÜKPOSTAHANE" diye bildiği bu tarihî bina, Sultanahmed'deki Adliye Sarayı inşa edilmeden önce İstanbul Adliyesiydi. Bugün şiddetle ihtiyacı hissedilen, Adlî Kolluk Kuvvetine "MUHZIRLAR" deniliyordu. C.Savcılıklarına veya mahkemelere "İHZÂREN", celbi gerekenleri getirmekle vazifeli Kolluk Kuvveti mensuplarına "MUHZIR" onların âmiri durumunda olana da "MUHZIRBAŞI" deniliyordu. İhtimaldir ki, sevilen ve saygı duyulan Muhzırbaşı bu sokakta ikamet ediyordu. Vefatından sonra onun hatıratının yaşatılması için bu sokağa, "MUHZIRBAŞI SOKAĞI" adı verilmiştir. HÂMİŞ: Aziz Dost Ahmet Yılmaz Beyefendi! Bir yazarın, takip eden sadık bir okuyucusunun olması, zaman zaman yazarın hatalarını tespit edip, nâzik bir şekilde ikaz etmesi, o yazarın çok büyük bir bahtıdır. Doğrudur, Fatih Belediyesi'nde yaptığım bir tahkik ile "SANKİYEDİM," ve "ETYEMEZ" mahallelerinin, mahalle olduklarını yazdım. İkazınız üzere yine Fatih Belediyesi nezdinde yaptığım derinlemesine bir tahkikle "SANKİYEDİM," Cami'i'nin ve bu mahal'in, eski adı Kirmasti, birleştirmelerden sonra ALİ KUŞÇU, mahallesinde olduğu, "ETYEMEZ", Cami'i'nin ve bu mahal'in de, CERRAHPAŞA mahallesinde olduğunu tespit ettim. İlk tahkikimde, belediye'de "SANKİYEDİM" ve "ETYEMEZ"in mahalle olduğunu söyleyen yetkilinin te'vili beni tatmin etmese de Türk Dili'nin 300 kelimeye hasredildiği bir devirde, dil zenginliği bakımından hoşuma gitti, sizlerle paylaşmak istedim. "Beyefendi, ben size "Sankiyedim"in ve "Etyemez"in Fatih İlçe'mizde birer "MAHAL" olduklarını söyledim, siz "Mahalle" olarak algılamışsınız. Muhterem Beyefendi! Gazetemize ve şahsıma olan alakanızı devam ettirmenizi diler, bir kerre daha şükranlarımı arz ederim, efendim. (M.A.)