12 Mart 1971 Muhtırasından sonra, siyâsi istikrar’ın bütünüyle kaybolduğu yıllarda, zaten, temelde bozuk olan ortaöğretim sistemi, bütünüyle çökmüştür. Bu yıllar’da, sık sık değişen hükûmetlere paralel değişen Millî Eğitim Bakanları, kısa müddetlerle kaldıkları Bakanlık’ta, bir daha telâfisi imkânsız değişikliklere imza attılar. Daha da vahimi, bu yıllar’da, ortalama ömürleri bir-birbuçuk yıllık hükûmetler, iktidara her gelişlerinde, ortaöğretime öğretmen yetiştiren, Eğitim Enstitü’lerine el atmışlar, kendi siyâsi görüşlerine uygun hareket edeceğini düşündükleri genç’ler için, “Hızlandırılmış Eğitim Uygulaması” adı altında kırkbeş günlük ideolojik eğitimden sonra, ortaöğretim’de, öğretmen olmak üzere me’zun etmişlerdir. Böylece, zâten çok düşük olan eğitim seviyesi daha da düşmüştür.
- Ortaöğretim’den herhangi bir lisans programına geçiş, test usûlü imtihanlara bağlandığı, ortaöğretim’den meslekî eğitime de herhangi bir yönlendirme olmadığı için, dershâne’ler dönemi bir nev’i, alternatif ortaöğretim okulu gibi başlamıştır.
- Cemaat, camia, hizmet kendilerine hangi isim ve sıfatla hitap edileceğine bir karar verseler de bizler de o isim ve sıfatla kendilerine hitap etsek ve kendilerinden öyle bahsetsek...
Yazılı ve görüntülü ve sanal medya’larında “Muhterem, F.G. Hocafendi” diye bahsediyorlar. Biz de kendilerine, “Muhterem F.G.Hocaefendi’nin ta’kipçileri dersek herhalde yanlış olmaz.
- Muhterem Hocaefendi’nin ta’kipçilerinin “Dershâne”ler aşkı nereden geliyor?
Fethullah Gülen, Kırklareli’nden bir imam iken, daha önce Edirne’de imamlık yaptığı yıllarda, tanıdığı, Edirne Müftüsü, Yaşar Tunagür’ün, Ege Bölgesi Gezici Vâizliği’ne ta’yin edilmesi üzerine, İzmir’e vâiz olarak ta’yin edilmiştir. İzmir’de, Akseki’li, Ali Rıza Bey’in Başkanlığını yaptığı, Kestane Pazarı Cami’i’nin müştemilatında bulunan İzmir İmam-Hatip ve İlâhiyata Talebe Yetiştirme Derneği’nde barınmaya başladı. - 1965 yılının ortalarında, mer’iyete alınan, 633 Sayılı, Diyânet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu’ndan önceki mevzuata göre, müftülüğe ve vâizliğe ta’yin edilenlerin, Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından açılmış bulunan imtihanlarda, müftülük-vâiz’lik imtihanını kazanmaları şarttı. İmam’ların, doğrudan vâiz olarak ta’yin edilmeleri mümkün değildi.- Bu kaydı, “Muhterem Hocafendi”nin hangi şartlarda piyasaya sürüldüğünü tespit bakımından düştüm.
“Muhterem Hocafendi”, ne dinî ilimlerde ne de diğer ilimler sahasında formel bir eğitim almıştı. Kestane Pazarı’ndaki cami’i’n müştemilatında kalmakta olan, İmam-Hatip ve İlâhiyat’a hazırlanan talebe’ye vereceği fazla bir şeyi yoktu. Diğer taraf’tan, Cum’a günleri Kestane Pazarı Cami’i’nde va’az ediyordu. Fakat, bütün sermayesi cerbeze idi. Va’az’larında, cerbeze yapıyor, cinas kullanıyor, zaman zaman da, cemaate hakaret ediyordu. Meselâ, konuşmalarında, “Sizin gibi cemadat’a bir şeyler anlatmak için nefes tüketeceğime, bitli yorganıma sarılıp Rabb’imi zikretsem daha hayırlıdır,” tarzında konuşuyordu. Bilindiği gibi, ses benzerliği olan iki kelimeden birisi, “Cemaat”, toplum, kalabalık, bir araya gelmiş üç veya daha fazla insanlardan oluşan kitle demektir.
Sesdaşı “Cemadaat” ise, taş, toprak, moloz ve döküntü demektir.
“Hocafendi”, cerbeze ile Cum’a namazını kılmak ve namaz’dan önce kendisinin nasîhatlarını dinlemek için Kestane Pazarı Cami’i’ne koşan mü’minlere, “sizler çörçöp, moloz, döküntü, hissiz kimselersiniz,” diye hakaret ettiği iddia ediliyordu.
İzmir Müftülüğü’ne ve Diyânet İşleri Başkanlığı’na şikayetler vaki oldu. “Muhterem Hocafendi”, İzmir’den Bornova’ya naklen ta’yin edildi. Burada da, 57. Top.Tugay’ında vazifeli, subay ve astsubay’ların yoğun olarak, Cum’a namazı kıldıkları Ulucami yerine, gecekondu mahallelerinden birisinde, yeni inşa ettirilmiş küçük bir cami’i’de vazifelendirilmişti.
İnziva’ya çekilmiş, içine kapanmış, memleketi Erzurum’a dönmeyi, bitli yorganı’na sarılmayı, koyun çobanlığı yapmayı düşünmekteydi.
- İmdadına, Cumhuriyet’le akran olduğunu iddia eden bir gazete’nin yeteneksiz kimi yazarları ve muhabirleri yetişti. Gazete’lerinde, çok abartılı, iftiralarla dolu yayınlar yaptılar, “Muğla’dan-İzmir’e kadar bütün zeytinliklerin bu zât’a ait olduğunu yazdılar. Arkadan, 12 Mart 1971 Muhtırası geldi, İzmir, Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı, diğer ba’zı ma’sumlarla birlikte bu zatı da tevkif etti.
Şöhretin zirvelerindeydi. İzmir, tâ Osmanlı Devlet-i Aliyye’miz zamanında beridir, tütün, pamuk, incir ve zeytin gibi geleneksel tarım ürünlerinin ihracat limanıydı. İzmir’de ithalat-ihracat, sanayi ve ticaret levanten’lerin elindeydi. 1970’li yıllardan i’tibaren, özellikle Orta Anadolu ve Batı Anadolu’dan, İzmir’e yerleşip, Türkiye’nin diğer illerindekine paralel, sanayi ve ticarette söz sahibi olanlar vardı.
- İzmir’in bu hususiyetinden dolayı, İzmir’e “Gavur İzmir”, deniliyordu. İzmir’deki söz sahibi sanayici ve ticaret erbabı Müslüman, İzmir’e, dolaysiyle kendilerinin aralarında bulunduğu, İzmir’li sanayici ve ticaret erbabına “Gavur İzmir” denilmesinden ciddî rahatsızlıklar duyuyordular.
Hayrî hizmetlere hazırdılar, fakat birisinin öncülük etmesini bekliyorlardı. “Muhterem Hocaefendi” bu boşluğu farketti. Işık Evleri, Ege Dağlarında Kamp’lar derken, Özel Okullar ta’kip etti. Şimdi kesif bir şekilde tartışılan “Dershâneler” bu özel okulların tabi’î bir neticesidir.
Millî Eğitim’de, eğitim kalitesi düştükçe, ortaöğretimde, tek hedef, ne olursa olsun, herhangi bir lisans programını kazanmak olunca, test ve ezbere dayalı, papağanvâri bir eğitim sistemi, dershâne’leri eğitimin zarûri bir unsuru haline getirmiştir.
Dershâne’ler, önceleri, okullar’da verilen eğitime takviye olarak görüldüğü için, çok fazla i’tibar görmüyorlardı.
Dershâne sahipleri, husûsiyle “Muhterem Hocafendi”nin arkasından gidenler, ta’kipçileri, ellerindeki yazılı ve görüntülü ve sanal matbuatı öylesine kullandılar ki, dershâne’lere gidilmeden üniversite imtihanını kazanmanın mümkün olmadığını velilerin zihinlerine çaktılar.
- Buna ilâveten, Türkiye’nin en zeki çocuklarını arayıp buldular, bu çocukların ailelerine, ev-araba vermek suretiyle kendi dershane’lerine transfer ettiler. Bu çocuklar çok iyi puanlarla herhangi bir lisans programına girebilmişse de, husûsî röportajlar, def’aatle televizyon programlarına çıkarılarak, “Falanca Dershane’nin müdâvimi, talebe’den birisi” olduğu vurgulanarak, zihinleri alt-üst eden reklâmlar yapıldı.
Böylece, dershâne’ler, ortaöğretim’in kaçınılmaz alternatifi haline getirildi. Mütevâzi imkânlarıyla çocuklarını dershâne’lere kaydettiremeyen velî’ler, çocuklarının, iyi bir lisans programına yerleştirilebilmesi için, evini-arabasını satarak, mütevâzî aylığını te’minat göstererek, Banka’dan kredi çekerek çocuklarını astronomik rakamlarla dershâne’lere kaydettirmeye başladılar.
- Şimdi yapılmak istenen, ortaöğretimde, artık, dershâne’lere ihtiyaç duyulmadan yeni bir sistemle yola devam etmek...
Koparılan kıyâmet de işte bunun için yapılıyor. Bu ne şiddet ve celâl!
Hani, sizin için para’nın pulun, hiçbir kıymeti harbiyyesi yoktu!
Hani, siz, bir hizmet grubuydunuz!...
Not: Geçen hafta bu köşede yayınlanan “FOYA’SI MEYDANA ÇIKTI!..” serlevhalı yazı, paragraflar yer değiştirmiş olduğundan anlaşılamaz hale gelmiştir. Söz konusu yazıyı aynı köşede tekrar yayınlıyoruz. Okurlarımızdan özür dileriz.