FİTNE-İ UZMÂ, AŞURÂ, KERBELÂ!... (3)
Hazreti Osman’ın şehid edilmesinden i’tibâren daha da şiddetlenen fitne, sulh yoluyla bir türlü bastırılamayınca ne yazık, mukteleye kadar varan bir harp başlayacak ve İslâm tarihine bir daha aslâ silinmeyecek bir kara leke olarak geçecekti.
Ümmühâtül’mü’minîn Âişe-i Mutahhare Annemiz Hacc vazifesini ifa için Medine’den Mekke’ye gitmişti. Menâsik-i Hacc’ı eda ettikten sonra Medine yolunda, Haz.Osman’ın şehid edildiği haberini aldı. Medine’ye dönmekten vazgeçip Mekke’ye döndü. Medine’de fâcia’nın sebebiyet verdiği kargaşıklıklar, kararsızlıklar, karışıklıklar devam ediyordu. Mekke’li’ler, Haz.Âişe’ye vaziyeti sorduklarında, Âişe Vâlidemiz, Haz.Osman’ın haksız yere şehid edildiğini, Medine’de fesad ateşinin bütün âfakı karartacak bir şekilde tüttüğünü, mazlûm ve şehîd Haz.Osman’ın kanının heder edilmemesi gerektiğini, kâtillerin mutlakâ cezalandırılmaları ve bu suretle İslâm’ın izzetinin ve Müslüman’ların nâmuslarını kurtarmak vazifesinin yerine getirilmesi gerektiğini ifade buyurmuştur.
Aşere-i Mübeşşere’den, Haz.Talha ile Haz.Zübeyr de Mekke’ye gelmişler, Medine’deki vaziyeti Haz.Âişe Vâlidemize izah etmişler, onların söyledikleri Haz.Âişe’nin fikrini ve kanaatini kuvvetlendirmiş, o da mazlûm ve şehid Osman’ın intikamının alınması için herkesi etrafında toplanmaya da’vet etmiştir. Bundan önceki bölümlerde ifade edildiği veçhile Halife Haz.Alî’nin Haz.Osman’ın şehid edilmesi vak’asını derinden tahkika, cânileri tesbit ve tevkîfe birer birer bunları muhakeme edip hak ettikleri cezaları vermeye kudreti yoktu. O gün için Medine’nin mukadderatı adetâ âsî’lerin elinde idi. Ve onları dağıtmak da o an için fiîlen mümkün görünmüyordu.
Şöyle de bir görüntü vardı. Hâdiseler öylesine birbirini ta’kip etti ki, adetâ Haz.Ali’nin asilere göz yumar bir vaziyette gösteriyor, dışardan bakan herkes onun suçluları himaye ettiğine, en azından onlara müsamaha gösterdiğinden şüphe ediyorlardı.
Zirâ, bu fitne’de kâtiller, âsî’ler ve taraftarları, Haz.Osman düşmanları Haz.Alî’nin safında idiler. En azından Haz.Ali bunları başından defetmiyor, defedemiyordu. Bir başka husus da, Haz.Ali, işbaşına gelir-gelmez, Haz.Osman tarafından ta’yin edilen bütün valileri değiştirmek istiyor, ekserisini değiştirmişti. Bütün bu hareketler, Haz.Ali’nin Haz.Osman’a en azından muğber olduğu hususundaki kanaatleri pekiştiriyordu. Bu i’tibarla da, ba’zı çevrelerde Haz.Ali’ye karşı ayaklanmanın (isyanın), meşrû bir hareket olduğu kanaatini oluşturmaya başlamıştı. Zahirde, Halife şehid edilmiş, kan dökülmüş, kâtiller, cânî’ler kanı dökenler ta’kip edilemiyor, cezalandırılamıyordu.
Bir tarafta Mekke’de ashabın ileri gelenlerinden ba’zıları, Mervan bin Hakem, Sa’d bin El-Ass gibi bir an evvel Basra’ya gidip Basra’daki devlet hazinesine el koyup, Küfe ve diğer zengin Irak şehirlerini ele geçirmek istiyorlar. Diğer taraftan Mekke’deki hazırlıklardan haberdar olan Haz.Ali Efendimiz onlardan önce Irak’a gidip, vaziyete hâkim olmak hazine’nin karşı tarafın eline geçmesini önlemek istiyordu.
Halife’nin Medine’yi terketmesi doğru muydu? Ensâr, Haz.Ali’nin Medine’den ayrılmasını münasip görmüyorlardı. Resûl-i Ekrem’in ashabından ve Bedir kahramanlarından olan, Ukâbe bin Âmir, Halif Hazreti Ömer zamanında bunca harpler vuku bulduğu halde kendisinin hiç bir harbe iştirak etmediğini, Haz.Hâlid, Haz.Ebû Ubeyde, Haz.Esû Musa El-Eşarî gibi şahsiyetleri kumandan ta’yin ederek Suriye ve İran’ı fethettiğini, fakat kendisinin Medine’yi terketmediğini söylemiş, Haz.Ali, doğrudur, fakat Haz.Ömer zamanında böylesine bir fitne, ashab arasında tefrika yoktu. Ayrıca Medine dışında, zenginleşmiş büyük beldeler de yoktu.
Halbuki, günümüzde Irak’ın nüfusu kesif, hazinesi de çok zengindir. Bu bakımdan bir müddet oralarda kalmak daha münasip olacaktır.” dedi. Bunun üzerine sefer hazırlıkları başladı. Haz.Ali herkesi bu sefere da’vet etti.
Abdullah İbn-i Ömer’e de bu sefere katılmasını ve öncülük etmesini teklif etmişse de İbn-İ Ömer, “Ben Medine’liyim, Medine’liler sana bi’at ederlerse ben de bi’at ederim. Onlar senin bi’atından ric’at ederlerse ben de bırakırım,” demiş, Medine’yi terk ederek Mekke’ye hareket etmiştir.
İbn-i Ömer’in hareketini Haz.Ali’ye haber verenler, “Bu gece Talha, Zübeyr, Aişe ve Muâviye hadiselerinden daha mühim bir hâdise vuku buldu. Ömer’in oğlu da Şam tarafından hareket etti” dediler.
Bütün bu gelişmelerden sonra, Hazreti Ali yola çıkmış, “Zikâr” mevkiine muvasalat ettiğinde Haz.Talha ile Haz.Zübeyr’in Basra’ya yaklaştıkları, Sa’doğullarının ve neredeyse bütün Basra’lı’ların Haz.Talha ve Haz.Zübeyr’e iltihak ettikleri haberini almıştı.
Haz.Ali “Zikâr” da kalarak oğlu Hasan’ı Ammâr Bin Yâsir ile birlikte Kûfe’ye gönderdi. Kûfeli’lerin Haz.Ali’ye yardım ve Medine’li’lerle birlikte hareket etmeleri istenecekti. Haz.Hasan’ın Kûfe’ye muvasalatında, Kûfe valisi Ebû Musa El-Eş’arî Kûfe halkını mescid’de topladı ve halka hitâben, “Resûli Ekrem bizi daimâ fitne ve fesad’dan sakındırmıştı. Bu gün ise fesad başımızın üstünde dolaşıyor. Bizlere yakışan fesada karışmamak, fitneden tamamiyle uzaklaşmaktır. Fitne ve fesad zamanında uyuyanlar, uyanıklardan, oturanlar, ayakta duranlardan, ayakta duranlar, at üzerinde olanlardan, at üzerinde olanlar hareket edenlerden daha hayırlıdır. Sizler kılıçları kınlarına koyunuz. Mızrakları bir tarafa atınız. Mazlûm olanları himaye ediniz. Bu fitne bertaraf edilinceye kadar bu vaziyeti muhafaza ediniz.” demişti.
Haz.Hasan Kûfe’ye muvasalat edince, vali Ebû Musa El-Eş’arî aynı cevabı vermiş ve şu sözleri de ilâve etmişti. “Cenab-ı Hakk bizleri kardeş etti, birbirimizin kanını dökmeyi haram kıldı.” Haz.Hasan mescidde minbere çıkarak, “Ey Müslümanlar... Valinizin da’vetine icabet ediniz, arkadaşlaırınızla birleşiniz,” tarzında nutuk irad etmiştir.
Haz.Ali ordusunu “Zikâr” da nisbeten takviye ettikten sonra, Basra’ya doğru hareket etti. Bu sırada Basra üç fırka’ya ayrılmıştı. Haz.Ali’den taraf olanlar, Haz.Âişe, Talha ve Zübeyr’in yanında olanlar, tarafsızlığı ve sükûneti ihtiyar edip sulh ve sükûnu talep edenler.
Haz.Ali, fitneyi söndürmek, sulhu te’min için bütün tarafların i’timadına mazhar Ka’ka’a-i vazifelendirdi.
Ka’ka’a, Haz.Âişe’nin yanına giderek sordu:
- Vâlide niçin buralara kadar geldin?
- Islah için (sulh ve sükûnu te’min için) oğlum!
- O halde Talha ve Zübeyr’i buraya çağırır da, benim sözlerimi onların karşısında dinler misiniz?
- Dinlerim.
Haz.Âişe, Talha ile Zübeyr’i çağırmış, Ka’ka’a da sözlerine başlamıştı:
“Mü’minlerin vâlidesine niçin buralara kadar geldiğini sordum, ‘Islah’ için geldiğini söyledi. Siz ne dersiniz? Siz de bu fikirde misiniz? Yoksa buna muhalif misiniz?”
Haz.Talha ile Haz.Zübeyr, muvafık olduklarını söylediler. Ka’ka da devam etti.
- O halde ıslahın yolu nedir? Bunu anlayabilirsek ıslah’a teşebbüs ederiz.
Talha ile Zübeyr:
- Osman’ın kâtillerinden intikâm dediler. Çünkü bunu ihmal Kur’ân-ı ihmaldir. Ka’ka’nın tavassutu ve sulh çabaları meyvesini vermiş, Haz.Ali taraftarlarını savaştan alıkoymuş, Haz.Âişe de kendi taraftarlarını teskin etmişti. Bu arada, Haz.Ali, atını sürmüş savaş meydanının ortalarına kadar gelmiş ve karşı taraftaki Haz.Zübeyr’e, “Ey Ebû Abdullah! Hatırlıyormusun bir gün, Resûl-i Ekrem sana ‘Ali’yi seviyor musunuz?’ diye sormuştu ve ‘Evet. Yâ Resûlellah, severim,” demiştin. Sonra Resûl-i Ekrem sana ‘bir gün gelecek sen haksız yere Ali ile mücadele edeceksin” demişti. Hatırlıyor musun bunları Zübeyr?”
Zübeyr: “Hatırladım” dedi.
Bunun üzerine Haz.Zübeyr, oğlunu çağırdı hâdiseyi anlattı. “Eğer ben bu hadiseyi daha önce hatırlamış olsaydım, zâten yerimden hareket etmezdim. Ben bu mücadeleden vazgeçiyorum,” dedi ve yaya olarak eşyasını alıp Basra tarafına yürüyüp gitmişti. Ne yazık bu kardeş kavgasında, fitnede 70 kadar Müslüman şehid düşmüştü. Bu sayı Uhud’da şehid olanlara eş sayı idi. Bu savaşa bir son vermek için, Haz.Ali tarafından birisi Âişe Vâlidemizin bindiği deveye arkadan hücum ederek yere düşürmüş, Haz.Ebû Bekr’in oğlu Muhammed, Haz.Ali tarafından koşarak Haz.Âişe’yi koruma altına almıştı. Bunun üzerine, Haz.Ali harp meydanından kaçanların ta’kip edilmemelerini, yaralılara dokunulmamasını kimsenin malının ganimet sayılmamasını, hiç bir kimseye hiç bir şekilde saldırılmamasını emretti.
Bilâhare Haz.Âişe Annemizin yanına giderek hatırını sormuş bir kaç günlük istirahatten sonra biraderi Muhammed ile birlikte Medine’ye göndermişti. Haz.Âişe Vâlidemizle birlikte Basra’nın en asîl ailelerine mensup kırk kadın da bulunuyordu. Haz.Âişe Basra’dan ayrılırken kendisiyle Haz.Ali arasındaki mücadelenin yanlış anlamadan ileri geldiğini söylemiş, Haz.Ali de Haz.Resûl-i Ekrem’in muhtereme haremine her türlü ta’zim ve hürmeti göstermenin bir vecibe olduğunu beyan etmiş, Haz.Âişe de Hicret’in 36. senesi Recep ayında Medine’ye müteveccihen hareket etmişti.