Bizi bir “Fırat Kalkanı” operasyonu yapmaya mecbur bırakan dinamikleri ve önümüze çıkarabileceği sorunları görmek ve önlemini almak zorundayız. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’nin oğlunun doğduğu yer olan Çobanbey’de bir “Güvenli Bölge” oluşturmak amacıyla gerçekleştirdiğimiz “Fırat Kalkanı”nın maddi ve ruhani boyutlarını görmek ve bilmek zorundayız. Bizi “Fırat Kalkanı” operasyonu yapmak zorunda bırakan gelişmeler, yalnızca sınır güvenliği sorunu değildir; Türk’ün ve İslam’ın sancaktarı olmuş Türk milletinin tarih sahnesinde kalabilme mücadelesidir.  Bu mücadelede atacağımız her adım bizim yararımıza olmalıdır; yalnızca bizim..

15 Temmuz savrulmasına rağmen Türk ordusunun sergilediği performans, bugüne kadar Ortadoğu’daki hedeflerine terör örgütleriyle yürümeye çalışan ABD’nin gerçekleri görmesine neden oldu; Musul ve Rakka’da (hedef Halep’tir) ortak operasyon teklifleri gündeme geldi. Musul ve Halep Türkiye’nin Mısak-ı Milli sınırları içinde olan kentlerdi. Musul ve Halep, Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli hedeflerinden biri olan ABD/İsrail Koridoru’nun başlangıç ve bitiş noktalarıdır. Düne kadar Ortadoğu’daki Türk varlığını silmeye çalışanlarla, Musul ve Kerkük tapu kayıtlarını yağmalayıp yağmalatanlarla, Süleymaniye’de askerimin başına çuval geçirenlerle yapacağın operasyonla hangi ortak çıkarımı savunmuş olacağım? 

15 Temmuz savrulmasına rağmen, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 14 günde Cerablus-Azez arasındaki Mare Hattı’nı kapatmış olmasının mutluluğunu yaşıyoruz. “Fırat Kalkanı” operasyonu, Türk’ün Ortadoğu denklemindeki ağırlığını ortaya koyması açısından çok önemli bir operasyondur. 

“Fırat Kalkanı” operasyonu, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içinde olan Suriye’nin kuzey bölgeleri ile olan bağlantısını koparmayı, İslam Alemi ve Türk Dünyası ile ilişkisini kesmeyi hedefleyen “koridor”un önüne set çekmesidir. 

“Fırat Kalkanı” operasyonu, “Bana kefen biçmeye kalkışanın kefenini biçerim!” şahlanışıdır. Türkiye’nin Cerablus-Azez ve El Bab üçgeninde oluşturduğu Çobanbey Kalesi tarihi mesajları da olan bir diriliş hamlesidir. Suriye’nin haritasında El Rai dediği yer, Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’nin oğlunun doğduğu yerdir. Türbesi Bursa’dadır. 

I.Körfez Savaşı’nda (1991) Batılılar tarafından gaza getirilerek Küveyt’e sokulan, sonra da “Bağımsız bir ülkeyi işgal etti” gerekçesiyle koalisyon güçleri tarafından tepelenen ve ülkesi 36. Paralel boyunca bölünen Saddam örneğini hatırdan çıkarmayan Türkiye, uluslar arası hukuk çerçevesinde kalabilmek adına, Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) destek verirken, Çobanbey ve çevresinde attığı her adıma büyük özen gösteriyor. 1949 tarihli “Savaş Felaketzedelerinin Himayesine Dair” sözleşmelere saygılı olduğunu ortaya koyuyor.

Ortadoğu’daki gelişmelerin geldiği aşamada, “Fırat Kalkanı” operasyonu bir işgal hareketi değil, bir devlet refleksiydi. Türkiye bu operasyonu sınırlarının güvenliğini sağlamak, birliğini ve bütünlüğünü korumak adına yapmak zorundaydı. Kaçınılmaz bir operasyondu ve yapıldı. 

Operasyon öncesinde Suriye’deki paylaşım kavgasının içinde olan ABD’ye, Rusya’ya, İran’a ve Suriye yönetimine önceden haber verildiğinden, “Fırat Kalkanı” operasyonuna itiraz edebilen olmadı. ÖSO’ya destek olarak Suriye topraklarına giren Türk askeri, kısa zamanda Çobanbey ve çevresini PKK/PYD ve IŞİD/DEAŞ’tan temizleyerek kontrol altına aldı.

15 Temmuz savrulmasına rağmen Türk ordusunun sergilediği performans, bugüne kadar Ortadoğu’daki hedeflerine terör örgütleriyle yürümeye çalışan ABD’nin gerçekleri görmesine neden oldu; Musul ve Rakka’da (hedef Halep’tir) ortak operasyon teklifleri gündeme geldi. Musul ve Halep Türkiye’nin Mısak-ı Milli sınırları içinde olan kentlerdi. Musul ve Halep, Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli hedeflerinden biri olan ABD/İsrail Koridoru’nun başlangıç ve bitiş noktalarıdır. Düne kadar Ortadoğu’daki Türk varlığını silmeye çalışanlarla, Musul ve Kerkük tapu kayıtlarını yağmalayıp yağmalatanlarla, Süleymaniye’de askerimin başına çuval geçirenlerle yapacağın operasyonla hangi ortak çıkarımı savunmuş olacağım? 

Musul ve Rakka’ya yapılacak bir askeri operasyonun meşru olabilmesi için Irak ve Suriye hükümetlerinin ve BM’nin izni gerekir. Bu izin belgelerinde, Musul ve Hatay’ın Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içinde olduğu notu olmasa bile, bu ülkelerdeki Türk varlığının yaşama haklarının korunmasından söz edilecek midir? 

Irak merkezi hükümetinin daveti ve BM izni olmadan yapılacak bir Musul operasyonu, Türkiye’yi, tarih önünde de, uluslar arası hukuk önünde de zor durumda bırakabilir 

EL BAB KONTROL ALTINA ALINDIĞI NDA…

Bundan sonraki hedef, o ünlü “koridor”u Akdeniz’e ulaştıracak olan Halep’in kilidi El Bab.. El Bab da kontrol altına alındığında, Mare Hattı derinlik kazanmış, Kobani ve Afrin kantonlarının birleştirilmesi ve Akdeniz’e açılan bir Suriye Kürdistanı’nın kurulması hayal olacak.. Çobanbey ve çevresi, Halep’in giriş kapısı olan El Bab ve IŞİD’in en önemli kalesi Rakka’ya giden yollar Türkiye’nin kontrolüne geçmiş olacak. Yani ABD’nin Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan bölgeyi Cehennem’e çeviren Büyük Ortadoğu Projesi duvara çarpmış olacak. ABD bunca riski göze alarak geldiği Ortadoğu’da böyle bir hezimet yaşamaya razı olabilir mi?

Elbette olamaz. 

Türkiye’nin yıllardır sözünü ettiği “Güvenli Bölge”nin hayata geçiyor olmasından ve Suriyeli mültecilerin buraya taşınacak olmasından dolayı mutluluk duyuyoruz. Bütün bunlar güzel dilekler, gerçekleşmesinden bütün insanlığın mutluluk duyması gereken gelişmeler, fakat, hayata geçirilme şansı ne kadardır? Küresel ve bölgesel aktörlerin hırsı, Ortadoğu’daki insanların mutluluk yaşamalarına ne ölçüde izin verecektir? Yeryüzünde insani değerlerin ne ölçüde etkili olduğunu anlamak açısından, bu sorunun yanıtı çok önemlidir.

“FIRAT KALKANI” SORULARI

ÖSO’ya destek olmak, sınır güvenliğimizi sağlamak için Suriye’ye giren TSK Çobanbey merkezli bir “Güvenli Bölge” oluşturduğunda, ülkemize sığınmış olan 3.5 milyon mülteciyi buraya taşıyabilecek miyiz? İstemeyenleri, can güvenliği nedeniyle karşı çıkanları zorla mı götüreceğiz? Mültecilerin bütün yükünü Türkiye’nin sırtına yıkmış olan Batılı dostlarımız böyle bir olayda Türkiye’yi insan haklarını ihlal etmekle suçlamayacak mıdır? 

En önemli soru da şu: Kobani Afrin kantonları arasına hançer gibi dalan TSK destekli ÖSO ya da ÖSO kamuflajlı TSK, bu “Güvenli Bölge”de ne zamana kadar kalabilecektir? 

ABD’nin, Rusya’nın, İran’ın ve bölgedeki Arap ülkelerinin bu “Güvenli Bölge” konusundaki tepkileri ne olacaktır? 

“Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı” gündeme geldiğinde ve TSK çekildiğinde, bölgenin güvenliğini kim sağlayacaktır; buraya PKK/YPG’nin ya da IŞİD/DEAŞ’ın yeniden dönmeyeceğini kim garanti edecektir? 

Çobanbey çevresinde oluşturduğumuz “Güvenli Bölge” konusunda bölgesel ve Küresel aktörlerle Türkiye arasında imzalanmış bir mutabakat yok. Suriye’de muhatap alabileceğimiz bir devlet yok; “Esed gitsin” demişiz, köprüleri atmışız. Peki, sınırın bu tarafına döndüğümüzde, 1200 km uzunluğundaki güney sınırımızın hemen ötesindeki terör örgütlerini tehdit olmaktan nasıl çıkaracağız? 

ABD İLE OLDUĞU GİBİ, RUSYA İLE DE SORUNLARIMIZ VAR

Rusya, ABD’nin oluşturmaya çalıştığı koridoru çıkarlarına aykırı gördüğünden, Türkiye’nin Çobanbey operasyonuna ses çıkarmıyor, ama TSK’nın El Bab’a yürümesi karşısında aynı anlayışı gösterecek midir? Türkiye’nin Halep çevresinde kendisine bağlı gruplara verdiği destek nedeniyle Halep’i, Türkmenleri rejim güçleriyle birlikte, sürekli bombalayan Rusya, “Güvenli Bölge”nin güneye uzanmasından büyük rahatsızlık duyacaktır. TSK’nın Halep’in kapısı El Bab’a yürümesi Türkiye ile Rusya arasında normalleşmeye başlayan ilişkilerin yeniden gerilmesine neden olabilir..

Görüldüğü gibi, Türkiye’nin 15 Temmuz savrulmasına rağmen başarıyla yürüttüğü “Fırat Kalkanı” operasyonu, önümüze, yanıtlanması gereken bir dizi soru yığmıştır.

 “Fırat Kalkanı” bir devlet refleksidir. 

“Fırat Kalkanı” operasyonunun gerekçelerini dünya kamuoyuna ayrıntılı olarak anlatmak durumundayız. Çünkü, Suriye’de, eski Osmanlı mirasını paylaşma konusunda müthiş bir paylaşım kavgası yaşanmaktadır. İşin can alıcı noktası, yüzyıl öncesinde sahneye konulan bu paylaşım kavgasında herkes bir şey kapmaya çalışırken, Osmanlı’nın varisi Türkiye Ortadoğu denkleminin dışına itilmeye, İslam Alemi ve Türk Dünyası ile olan ilişkileri kesilmeye çalışılmaktadır. 

1949 tarihli “Savaş Felaketzedelerinin Himayesine Dair” sözleşmelerde imzası bulunan Türkiye, Çobanbey’de gerçekleştirdiği operasyonlarda, uluslar arası bir hukuk darbesiyle karşılaşmamak için çok şeffaf olmak durumundadır. 

BİZİ BİR “FIRAT KALKANI”OPERASYONU YAPMAYA MECBUR BIRAKAN NEDENLERİ BİLMEK ZORUNDAYIZ.

Türkiye’nin sınır güvenliğini koruma amacıyla başlattığı “Fırat Kalkanı” operasyonu çok haklı bir devlet refleksidir. Cerablus-Azez-El Bab üçgeninde bir “Güvenli Bölge” oluşturması ve buranın uçuşlara yasaklanması konjonktürel bir haktır. Fakat bu gerçeğe rağmen, Batılı dostlar, “Uçuşa yasak bölgenin sahadaki temel sorunları çözeceğini düşünmüyoruz. Çünkü sorunlar ve şiddet ülkenin genelinde” gibi hiç de inandırıcı olmayan bir bahanenin ardına saklanarak Türkiye’nin önünü kesmeye çalışıyorlar. Bu samimiyetsizlik, “Batılı dostları Türkiye’nin bu çok haklı hamlesini, uluslar arası arenada onu zor durumda bırakabilmek için kullanabilirler mi?” sorusunu gündeme getiriyor.  

Dikkatinizi çekmiş olmalı, TSK ÖSO’ya destek olarak Çobanbey’i kontrol altına alınca, PKK/YPG bütün gücüyle Irak sınırına yüklenmeye başladı. ABD’nin saf değiştirmesinden, kendilerini ortada bırakmasından korkuyorlar. Saldırılar üzerine Türkiye’de Çukurca’da da kapsamlı operasyonlar yapmak zorunda kaldı. Teröre karşı hem Irak hem de Suriye sınırında savaşıyoruz.  Böyle bir ortamda, ülkemizi bölmeyi parçalamayı hedefleyen PKK YPG gibi terör örgütlerine “Karadaki en iyi dostum” diyebilen ABD’nin gerçekleştireceği Musul ve Rakka operasyonlarına askeri katkı sağlamamızın ne derece gerekli olduğunu çok iyi düşünmemiz gerekir. 

Musul ve Rakka, Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli hedeflerinden biri olan “Kürt Koridoru” görünümlü ABD/İsrail Koridoru’nun Akdeniz’e uzatılmasıyla ilgili hedeflerdir. Musul ve Rakka’nın IŞİD/DEAŞ’tan kurtarılması açısından bakıldığında, ABD ile Türkiye’nin ortak bir çıkarı yoktur. Türkiye ABD’ye, “PKK ve YPG’yi desteklemekten vazgeç, Musul ve Rakka’yı birlikte temizleyelim” mesajı veriyor olabilir, ama bu, sonucu çokiyi düşünülmesi gereken bir ortaklık teklifidir. Bu noktadan sonra ABD Kürdistan’dan vazgebilir de, “Kürt Koridoru” görünümlü ABD/İsrail Koridoru’ndan vazgeçemez. Son günlerde PKK/YPG’nin hırçınlaşmasının nedeni, ABD’nin “koridor” konusunda yeni ortaklar aramasıdır. 

Musul ve Rakka’da “bir şeyler yapmaya” gelince.. Musul, IŞİD/DEAŞ’ın oldukça geniş bir taban kazandığı halkla bütünleştiği bir kenttir. ABD’nin IŞİD/DEAŞ’ı buradan sökebilmesi için büyük bir bedel ödemesi gerekecektir. Rakka, IŞİD/DEAŞ için,  “Kıyamet Savaşı”nı başlatacağı kutsal bir kenttir. Bu iki kentte IŞİD/DEAŞ’a karşı  kazanımların Türkiye’ye bir intikam atağı olarak döneceği bilindiğine göre, Musul ve Rakka operasyonlarından kazancımız ne olacaktır? 

DİKKAT!

Dikkat, 1991’den bu yana, Ortadoğu’da insanlık tarihinin en acımasız katliamlarını gerçekleştirenler, bu insanlık suçunu Türkiye’nin sırtına yüklemek isteyebilirler. Bilindiği gibi, 1949 tarihli “Savaş Felaketzedelerinin Himayesine Dair” sözleşmelerde imzası var. Bu sözleşmesinin ortak 3. maddesi, savaş dışı olanların yalnız hayatlarını değil, haysiyet ve şereflerini de korumayı amaçlıyor. İnsan onuruyla bağdaşmayan her türlü önlemin alınmasını emrediyor. Dikkat; eski Yugoslavya’da ve Ruanda’da kurulan ve insan haklarına ilişkin hukuk ihlallerini sorgulayan mahkemeler  bir anda gündeme gelebilir!

Bizi bir “Fırat Kalkanı” operasyonu yapmaya mecbur bırakan dinamikleri ve önümüze çıkarabileceği sorunları görmek ve önlemini almak zorundayız. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’nin oğlunun doğduğu yer olan Çobanbey’de bir “Güvenli Bölge” oluşturmak amacıyla gerçekleştirdiğimiz “Fırat Kalkanı”nın maddi ve ruhani boyutlarını görmek ve bilmek zorundayız. Bizi bir “Fırat Kalkanı” operasyonu yapmak zorunda bırakan gelişmeler, yalnızca sınır güvenliği sorunu değildir; Türk’ün ve İslam’ın sancaktarı olmuş Türk milletinin tarih sahnesinde kalabilme mücadelesidir. Bu mücadelede atacağımız her adım bizim yararımıza olmalıdır; yalnızca bizim..