Devlet-i Aliyye’mizin bütün şehir’lerinde, (Memâlik-i Osmaniye)’nin bütün şehirlerinde ve Osmanlı İslâmbol’unda (İstanbul’da), Mahalle merkezli bir teşkilat yapılanması vardı. Mahalle’nin merkezinde, Cum’a ve bayram namazlarının, bütün mahalle sâkinlerinin katılımıyla Cum’a ve bayram namazları kılınıyordu. Mahalle’de, nikahlar mahalle imamı tarafından kıyılıyor, evlenenlerin, doğanların, ölenlerin kayıtları, yine mahalle imamı tarafından tutuluyor, en kısa zamanda İstanbul Kadılığı’na bildiriliyordu. 
Mahalle’den birisi ticâri bir faaliyete başlıyorsa ya da bir başkasının yanında işe girmek istiyorsa, mahalle imamından bir “Hüsn-ü Hâl” tezkeresi almak zorundaydı. 
Mahalle’nin merkezî yerindeki bu cami’den başka, sağ’dan-sol’dan, dört bir taraftan her 500 metrelik mesâfelerde birer mescid bulunurdu. 
Bu mescid’lerde, vazifeli imam-müezzin-kayyım bulunmaz, mahalle halkından ehil olan birisi imam olur, bir başkası müezzin, mahalle genç’leri de mescidin diğer hizmetlerini görürdüler. 
Osmanlı İstanbul’u’nun, bu mimârî dokusu, maalesef günümüze kadar tam olarak intikal ettirilememişse de, ba’zı örnekleri halâ mevcud’dur. Fatih dönemiyle tarihlendirilen, dünya’nın en büyük kapalı alanlı alış-veriş merkezi olan İstanbul Kapalıçarşı’nın, hemen çevresinde, Beyâzıd, Mercan Yokuşunda, Fuatpaşa Cami’î, Hacıküçük Cami’i, Mahmudpaşa, Nuruosmaniye, Gazi Atikalipaşa, Çorlulu Alipaşa Cami’i gibi, Selâtîn ve Vezir Cami’i’leri bulunmasına rağmen, çarşı’nın içinde ve hemen yan duvarlarına bitişik mescid’ler de mevcud idi. 
İstanbul’un Ticaret Merkezi, Sultanhamam ve Tahtakale civarındaki bütün büyük hanların içinde ve çok yakınlarında mescid’ler vardı. Vâlide Han, Büyük Vâlide Han gibi han’ların mescid’leri hala da vardır. 
- Bünyesinde mescid bulunan, son han örnekleri, Mısır Çarşısı’nın hemen arkasında, Çiçek Pazar’ında, Kayserili, meşhûr camcı, Merhûm Hacı Refik Bürüngüz tarafından yaptırılan, “Bürüngüz”, Hanı ile, Sirkeci’deki meşhûr “Konyalı”, olarak bilinen, Konya Lezzet Lokantası’nın da bünyesinde bulunduğu, “Konyalı Hanı”dır. 
İstanbul, Sirkeci’de, hava, deniz ve karayolu’nun gelişmediği dönemde, Türkiye’nin Avrupa’ya açılan tek kapısı Avrupa Demiryolu’nun başlangıcı Sirkeci Garı’nın tam karşısında bulunan, Konyalı, 1897’de kurulmuş, 117 yıllık bir müessese’dir. Bu yıllar’da, Memâlik-i Osmaniye’de, aşevlerinde, imarethane’lerde sofralara oturularak yemek yeniyordu. İlk def’a, Konya Lezzet Lokantası’nda, sandalyelere oturularak, masa’larda yemek yemeye başlanılmıştır. Tahta masalar üzerine ilk def’a, Konya Lezzet Lokantası’nda beyaz örtüler örtülmüştür. 
Hayatındayken, kendisini tanımaktan, onun yakınında bulunmaktan, dâima şeref duyduğum, Merhum, Konyalı, Hacı Mustafa Doğanbey, devrinde, İstanbul’un parmakla sayılacak kadar az, hamiyetperver, gayyûr zenginlerinden birisiydi. 
Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid, Medâr Mürşid, Süleyman Hilmi Silistrevi (K.S.) Efendi Hazretleri’nin, tedrisat ve irşad vazife’lerini deruhte ederken hep yanında olan, maddî-ma’nevi, destek verenlerden birisiydi.  
Sahib-i Zaman’ın izniyle, İlim Yayma Cemiyeti’nin, Şişli Cami’i Vakfı’nın Süleymaniye’deki Esnaf Hastahanesi’nin kurucuları ve idarecileri arasında bulundu. 
Devrin Diyânet İşleri Reisi’ni, Diyânet İşleri Reisliği, Müşâvere Hey’et Başkanı ve aza’larını, İstanbul’u ziyâret eden İslâm Ülke’leri İlim adamlarını ve memleketimizin güzide âlimlerini, devrin en lüks oteli, Sirkeci’deki, Musul Palas Oteli’nde misâfir eder, Konya Lezzet Lokantası’nda ağırlardı. (Musul Palas Oteli’nin lüksü, Sirkeci’deki diğer otellerde bulunmayan, asansör ve kalorifer te’sisatının bu otelde bulunmasıdır. Başkaca bir lüks sözkonusu değildi.) 
Musul Palas Oteli, hâlen, Atabay Ailesi’nin mülkiyetinde, iş merkezi olarak hizmet vermeye devam ediyor. 
Merhûm Konyalı, Mustafa Doğanbey, lokanta’nın üst katlarındaki geniş oda’lardan birisini, misâfirler ve çalışanlar için, mescid haline getirmişti. Her yemekte, özellikle Ramazan ayında, iftar ve sahurlarda, misâfirler arasında bir’den fazla din adamı, hoca efendi bulunurdu. 
Merhûm, Mustafa Beyamca, orada bulunan, cübbe-sarığı bizzat orada bulunan hoca efendiye giydirir, misâfirler, oğulları çalışanlardan namaz kılanlar hep beraber o vaktin namazı cemaatle kılınırdı. 
Âhirete intikâlinden sonra, vâris’leri, lokanta’nın bulunduğu hanı yıktırdılar, yerine eskisine namazaran daha geniş ve yüksek bir bina yaptırdılar. 
İlâhî Tevâfuk, yeni inşa ettirilen bina’nın, daha önceleri babaları tarafından mescid olarak tesbit edilen cenah, hâlen hayatta olan, büyük oğlu Pek Muhterem Nureddin Doğanbey Ağabey’e düştü. –Rabbim’den, Nureddin Doğanbey Ağabey için âcil şifa’lar diler, sıhhat ve afiyet üzere uzun ömürler niyaz ederim.- Nureddin Doğanbey Ağabey, bina’nın ikinci katındaki bir geniş oda’yı, mescid olarak tahsis etti. İleride vefatımdan sonra ne olur, ne olmaz, diye de burasını “Mescid” olarak tapu’ya tescil ettirdi. 
- Devlet-i Aliyye’mizdeki çarşı’larda ve büyük iş yerlerinde mescid açma sünnetini devam ettiren, Hacı Refik Bürüngüz ve Hacı Mustafa Doğanbey Merhum’ları, minnetle ve rahmetle yâd ederken, bu mescid’leri devam ettiren, varisleri, Ahmed ve Mehmed Bürüngüz kardeşlerime, Nureddin Doğanbey Ağabey’e derîn şükranlarımı arzederim. 
- KARAKÖY CAMİ’İ:
İstanbul, Beyoğlu sınırları içerisinde, Karaköy Meydanında, hâlen varolan, Ziraat Bankası binası’nın yanında bulunan, 1878 tarihinde, İtalyan Mimar Raimondo D’Aronco tarafından yapılan Karaköy Cami’i, maalesef 1956, 1957 ve 1958 yılları arasında Karaköy Meydanı, Kemeraltı Caddesi ve Meclis-i Meb’usan Caddesi’nin açılışı sırasında yol için aslâ zarûri olmadığı halde, -ki, cami yıkıldıktan sonra caminin yeri, yol değil, meydan haline getirilmiştir. Eğer burada meydan genişletmek gibi bir niyet olsaydı, o takdirde, bu tarihi cami’i’den çok daha sonraları yapılan Ziraat Bankası binası, Karaköy Palas ve diğer bina’lar da yıkılırdı. Halbuki, onların hepsi yerli yerinde dururken, sâdece sahipsiz Karaköy Cami’i, üstelik de, yol için hiç de gerekli olmadığı halde vandalca yıkılıp yok edilmiştir. 
Karaköy Cami’i’nin varlığını, ilk önce, eski gravürlerde, 1957 öncesi çekilen Türk film’lerinde gördük. Fakat pek fazla dikkatimizi çekmemişti. Daha sonraları, yıkılan, yok edilen cami’ler hakkında bir-kaç yazı yazdıktan sonra, çığı gibi ihbarlar, bilgi ve belge yağmaya başladı. İstanbul’daki ba’zı meydan ve caddelerin açılışı sırasında, Menderes hükûmet’lerinin işbaşında bulunduğu, 1956, 1957 ve 1958 yıllarında, ba’zı kayıd’lara göre 300, diğer ba’zı kayıtlara göre 150 cami, yıkılmış yok edilmişti. 
Karaköy Meydanı, Kemeraltı Caddesi ve Dolmabahçe’ye kadar, Meclis-i Meb’usan Caddeleri açılırken, bu yol üzerlerinde bulunan, Karaköy ve Süheyl Bey Cami’i’leri tamamen yıkılmış, yok edilmişken, eşsiz, Mimar Sinan eser’lerinden olan, Tophane’deki, Kılıç Ali Paşa Camiî, Nusretiye Camiî ve Molla Çelebi Camiî ile, Dolmabahçe, Bezm-i Âlem Vâlide Sultan Camiî, hazire, sebil, çeşme ve şadırvan gibi önemli bölümlerini kaybetmişler, mimârî bütünlükleri bozulmuştur. 
- Cum’a sohbetleri müdâvimlerinden, Aziz Kardeşim, Orhan Telci Bey’in te’min ettiği Karaköy Cami’i’nin resim ve Karaköy Cami’i hakkındaki ciddî yazı, Türk Matbuatında ilk def’a bu sütunlarda yayınlandı. 
Yıllardır, bizim bakıp görmediklerimizi gören ve bu hususlardaki hassâsiyeti müsellem, Abdullah Işıklar Ağabey, bu yazıları teksir ettirerek, bir üst yazıyla, Devletimizin en üst makamı da dâhil, ilgili ve etkili bütün makamlara gönderdi. Her makam’da ma’kes buldu. Vakıflar Umum Müdürü, Pek Muhterem, Dr.Adnan Ertem Bey, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, Pek Muhterem Dr.Mimar Kadir Topbaş Bey, kesin bir dille, Karaköy Cami’i’nin ihya edileceğini ilân ettiler. Ta’kipçisi olacağız...