Merhaba Ferhat, şöyle bir geçmişe baktığımda, hemen hemen herkesin izlediği, Yılan Hikayesi dizisinden Rambo Berk olarak hayatımıza girdin. Şimdi Bozkır Aslanı Celaleddin dizisinde “Şemseddin” olarak bambaşka bir karakter, bambaşka biri olarak karşımızdasın. O günden bugüne nasıl geldin?

Yılan Hikayesi muhteşem bir diziydi. Ondan sonra da çok iyi projelerde oldum. Büyük kanallarda, büyük yapımcılarla çalıştım. Ben genelde komedi oynuyordum, ama 70 kilo vermeden önce Sevda Kuşun Kanadında dizisinde çok kötü bir karakteri oynadım. Hatta o dizide “Canım Benim” diye bir söz kullanıyordum, o herkesin diline pelesenk oldu. Zayıfladıktan sonra bir anda rol yelpazem genişledi. Mesela ben 160 kiloyken ata binip, atın üzerinde dörtnala giderken ok atabilir miyim? Hayatımdaki bu değişimle birlikte birçok şey de beraberinde değişti. Geçen gün Emre Kınay’la konuşurken Bozkır Aslanı Celaleddin’i izlediğini söyledi. “Oyunculuk ne şahane bir şey, seni seyrederken bir tane hata bulamadım. İnanılmaz heyecan vericiydin. Konuşmadan gözlerinle oynadın.” Dedi. O dönemden bu döneme kadar oynadığım bütün işlerde, bir sürü şey deneyimledim. O deneyimle de 40 yaşından sonra aktörlükteki o kıvam geldi. Genç bir aşçıyla, usta bir aşçının aynı yemeği yaptığında ortaya çıkan fark gibi… Benim daha önceki oynadığım projelerde çok güzeldi. Bütün karakterlerimi de gerçek yaşamdan, sokaktan, mahalleden aldım. Hepsi ya şuan yaşıyordur ya da vefat etmiştir. Hepsinden bir şeyler alır hemen üzerime giyinirim. Aslında oyunculuktaki bütün mesele, o karakteri aldıktan sonra üzerine oturtabilmektir. Farkını orada yaratabiliyorsun. 


İnsanlar seni yolda yürürken hala Rambo Berk” diye durduruyor mu?

Bütün oynadığım karakterleri hatırlayanlar var. Bu beni çok mutlu ediyor, ama en çok sevindiğim beni radyodan hatırlayanlar. Beni üç kuşak tanıyor. Kanal D bir dönem yazın, Yılan Hikayesi’nin tekrarlarını verdi. Dizi ilk dörde giriyordu. Benim oğlum 16 yaşında. Oğlumun arkadaşları beni Rambo Berk olarak biliyor, hatta makarasını yapıyorlar. Hatta Kutsal Damacana’yı yazan Ahmet Yılmaz ve Vedat Özdemiroğlu 3 yıl önce beni aradı. Ben onların elinde büyüdüm. Hemen yanlarına gittim bana “Acil Rambo Berk’in sinema filmini yapmamız lazım” dediler. Rambo Berk’in 20 yıl sonrası, komiser olmuş, Yılan Hikayesi’ndeki karakterinin devam filmi olacak bir aksiyon komedi filmi çekmek istediklerini söylediler. Üç neslin bildiği, herkesin sevdiği, hazır bir tip Rambo Berk. “Böyle bir filmin gişesi garanti olur” dediler. Oturduk iki tane senaryo yazdık. Sonrasında araya pandemi girdi. Şu an iki tane yazılmış senaryomuz var. Hatta ilk filmin ismi, Tibet Öküzü olacak. Bunu da ilk defa burada söylüyorum.

Hala 20 yıl önceki bir projeyle anılmak, etiketlenmek seni rahatsız ediyor mu?

Hayır, hepsini aynı derecede seviyorum. Şu an oynadığım Bozkır Aslanı Celaleddin dizisi için bütün Türkiye Cumhuriyet’lerinden bana deli gibi yazıyorlar. Orta Doğu’nun en büyük dijital platformunda yayında. Türkiye, Özbekistan ve tüm Ortadoğu’da yayınlanıyor. Kısa süre içinde de  birçok ülkede daha yayına girecek. Türkiye’nin ilk uluslararası dizisindeyim. Oynadığım bütün karakterleri çok seviyorum.

İlk defa mı bir tarihi dizide rol alıyorsun?

Evet, ilk defa oynuyorum.

Tüm konsept, o dünya, kıyafetler sana neler kattı?

Türk dünyasındaki bilinen 5 bin yıllık kadime çok hakim olan bir oyuncuyum. 1215’li yıllar, harzemşah sultanlığını anlatıyoruz. Tarihte Celalleddin diye kahraman bir devlet adamı var. 31 yaşına kadar yaşamış, ama muhteşem bir adam. Dünyada Cengizhan’ı lk durduran adamdır. Celaleddin Paşa olmasaymış, Selçuklu, Osmanlı Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyet’i olmayacakmış. Harzemşah Sultanlığında Celaleddin’le birlikte oradaki veziri azamlardan birini oynuyorum. Kostümlerimiz birebir, bindiğimiz at eğerleri Özbekistan’dan geldi. İnanılmaz bir çalışma yapıldı.

Oynadığın Şemseddin karakterinden bahseder misin?

İsmail Güneş Hocam 11.bölümü yazıyorlardı. Plato’da otururken bana “Senin sahnelerini bölüm yayınlanmadan önce izledik, hayran olduk” dedi. Sonra daha çarpıcı bir şey söyledi “Yoldaki bir adamın iyi veya kötü olduğunu anlamazsın ya, seni de oynarken iyi mi yoksa kötü mü anlayamıyoruz” dedi. Bu hem senarist için hem de izleyici için çok iyi bir şey. Ucu açık bir oyun veriyorum. Senaristler üç bölüm sonra, oyuncu benim yazdığımın üstüne ne kattı diye bakıp bir daha yazıyorlar. Karakterin içinde oynuyorum. Bu çok heyecan verici bir durum.

Önümüzdeki sezon da Şemseddin’i izleyebilecek miyiz?

2. Sezon çekimlerine yakın zamanda başlayacağız.

Kısa bir süre önce dört ayda 60 kilo verdiniz. Bu hayatınızla ilgili çok büyük bir değişim. Sizi bu değişim kararına yönlendiren olay ne oldu?

En son değerlerim kötü çıkmıştı. Hem mesleğim için hem de sağlıklı kalabilmek için kilo vermem gerekiyordu. Şu an hayatım değişti.

Ülkemizde en çok yaşadığımız ve gün geçtikçe artan sağlık sorunlarından biri obezite. Bu kilo verme süreci nasıl geçti?

Kerim Güzel adında, çok başarılı bir doktordan destek aldım. Ameliyat oldum, ama mide ameliyatı değil. Benim bağırsağım pankreasa şeker vermiyordu. Onu çözdük. Çözüldükten sonra zaten vücudum normale döndü ve hemen kilo vermeye başladım. Vücut enteresan bir yazılım. Sağlığın normale döndüğünde hemen boyun ve kilonu doğruluyor. Bana beynim az ve sık yemeyi öğretti. Eskiden sabah 5’te yatıyordum. Ameliyattan sonra akşam 10’da yatıp, sabah 5’te kalkmayı öğrendim.

Ameliyattan önce kilo vermeyi deneyip, veremiyor muydunuz?

Evet, birçok kez denedim, ama olmadı. Doktorum “30 kilo verirsin, 40 kilo geri alırsın” dedi. İç organlardaki problemi çözmeden diyetisyene ve spora gitmek çözüm değil. Şimdi ben sporumu da düzenli yapıyorum. Ata biniyorum, her gün aksatmadan yüzüyorum hiç durmuyorum.

Hala aynı koşullarda yemek yiyorsunuz…

Evet, ben normalde ekmeksiz, pilavsız yaşayamazdım, şimdi pilavı masada görmek istemiyorum.

Peki, şuan hayata nasıl bir pencereden bakıyorsunuz?

Hayata biraz daha geniş bir pencereden bakmaya başladım.

Çocukluğundan beri oyunculuk mesleğinin içerisindesin. Hem dizi, hem film hem de tiyatroya yıllarca emek verdin. Sana bu mesleği sevdiren duygunun adı nedir?

Kesinlikle aşk. Bu sonrada heves edilecek bir şey değil, insana doğuştan yüklenen bir sevda. Tekrar dünyaya gelsem yine aynı yollardan geçerim.

Erken yaşlarda oyunculuğa başlamak hala o içindeki çocuk gibi merak etme heyecanını da devam ettiriyor mu?

Şu an bu röportajı verirken bile heyecandan yerimde duramıyorum. Bütün olumsuzluklara rağmen o heyecanı içimde taşıyorum.

Her şeyin çok çabuk tüketildiği, yok edildiği bir dönemdeyiz. doğa, insan hakları, meslek haklarımız… Bu tüketimin içinde en çabuk öğütülen mesleklerden biri de oyunculuk. Bu dönüşüm nereye gidiyor?

Bu dönüşüm bizleri çok güzel bir yere koyar. Kötü olanlar çok çabuk eleneceği için iyinin kıymeti daha çabuk ortaya çıkar. Burası er meydanı ben sana torpil yapsam tiyatroda başrolü kapsan, o sahnede oynayamadıktan sonra hiçbir işe yaramaz. Şimdi de gelsin sahnede veya kameranın karşısında oynasınlar. Bir tanesinde oynarlar, ama diğerlerinde oynadıkları zaman o karakterleri çıkaramazlar. Burada iyiysen kalırsın. Ne kadar hızlı dönüşürse, o kadar hızlı temizlenir.

Oyunculuk için konservatuar mezunu olmak şart mı?

Eğitim şart. Yıllar önce Kadıköy Halk Eğitim merkezi konservatuvardı. Benim zamanımda birçok ünlü ismin de çıkış noktasıydı. Konservatuvar veya konservatuar türü merkezlerde bu işin eğitimini almak şart.

Evde nasıl bir Ferhat vardır? Baba Ferhat nasıldır?

Ben oğluma aşığım. Oğluna çok düşkün bir babayım. Aynı şekilde oğlumda bana çok düşkündür. 16 yaşına geldi, bazen anlaşamadığımız zamanlarda oluyor, ama aramızdaki saygı her zaman bakidir. Bu da o sevgiyi güçlendiriyor.

O zaman evde kaldığımız süreçte zorlanmadınız?

Hiç zorlanmadık. Ben her gün yemek yaptım. Karadeniz pideleri, dolmalar, sulu yemekler… Her çeşit yemeği denedim. Temizlik, ütü onları da hiç üşenmeden yaparım. Evde olmak çok keyiflidir. Dışarıda olmaktansa evde olmayı daha çok tercih ediyorum.

Pandemi sürecinde neler yaşadınız?

Bir ara hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Hala bitmiş değil, ama ilk zamanlar büyük bir korku vardı. Özellikle İtalya’daki insanların videoları çok kaygılandırdı. Halk Silivri’de F Tipi Cezaevi’ne konulmuş gibiydi. Ben zaten üç-dört ay, ilk zamanlar evde kapalı kaldım. Sonrasında hep çalıştım. Yapımcılar çok dikkatliydi, her sabah test yapıyorlardı, ama kelle koltuktaydık.

Şimdi burada Duru Tiyatro’dayız. Bir oyun hazırlığı içerisindesin. pandemiden sonra herkesin beklediği bir kavuşmayla seyircilerle buluşacaksın. Nasıl bir oyunla karşılayacaksınız?

Dağhan Balaban ve Japon oyuncu Ayumi Takano ile oynuyoruz. Ayumi benim eşimi oynuyor. Dağhan da eşimin beni aldattığı genç diş hekimini oynuyor. Orta yaş bunalımına girmiş bir kadın, kendini işine vermiş bir adamı anlatıyoruz. Karım ilk beni dişçiyle aldatıyor. Sonra bana (kocasına) “sen sığsın, seni istemiyorum” deyince, adam gri kravatıyla dolaşırken bir anda danışmanlık alıp, hippi kıyafetleriyle çıkıyor. İlk önce diş hekimine beni öldürtmeye çalışıyor. Sonra diş hekimini bana öldürtmeye çalışıyor. Oyunun sonunda diş hekimiyle, kocası kadını öldürmeye çalışıyor.

Bu oyunun içinde uzun zaman sonra sahnelere dönmeni sağlayan etken ne oldu?

Hem çok özledim hem de Duru Tiyatro’yla (Emre Kınay’la) aile gibiyizdir. Oyun da çok güzeldi. Hepsi bir olunca kendimi sahnede buldum.

Seni hiç kimsenin tanımadığı bir odaya soksak, ilk yarım saatte odadakiler senin hakkında ne söylerdi?

İlk beş dakikada hepsini ele geçirirdim. 10 dakika içinde hepsiyle konuşurken vücut dillerinden, konuşmalarından nasıl insanlar olduğunu çözerim. 20. Dakikada beni çok severler. 30. Dakika da bir anda kendilerini bana yemek ısmarlarken bulurlar. Tabi ben istersem o odayı cehenneme de döndürürüm. Her şey benim elimde olur.