Televizyon kanallarında ta’kip ettim. Gaziantep İli’mizde, iki kardeş, birisi 6 yaşında, diğeri 9 yaşında... Her ikisi de karaciğer yetmezliği sebebiyle ciddî bir şekilde rahatsızlar, tek çâre, bu kabil karaciğer rahatsızlıklarında karaciğerin tamamının veya bir bölümünün değiştirilmesi, bunun için de ya yakınlarından birisinin karaciğerinin bir bölümünün nakli ya da herhangi bir kadavradan alınacak bir karaciğerin naklidir. Ankara’da bir yavrumuzun beyin ölümü gerçekleşmiş, bu yavrumuzun karaciğeri husûsî bir uçakla alelacele, Gaziantep’e gönderilmiş, bütün değerler uygun, fakat hemen nakil yapılması gereken iki hasta var, elde nakledibilecek bir tek karaciğer var. Doktorlar ve hekimler karar veremiyorlar, derîn bir inkisâr ve şaşkınlık içerisindeler. Fakat o da ne? Hemen karaciğer nakli yapılması gereken kardeşlerden 9 yaşındaki yavrumuz, doksanlı yaşlarda, ba’zılarının ancak ulaşabildikleri müthiş bir kemâlât ile “Ben büyüğüm, biraz daha dayanabilirim, ne olur, kardeşime nakledin, bir an evvel o sıhhatine kavuşsun...” 6 yaşında, 60’lı yaşlardakinin henüz ulaşamadığı bir olgunlukla, “Lütfen ağabeyime nakil yapılsın, ben bir müddet daha dayanabilirim,” diyor. Göz yaşlarım sel halinde, yaşları küçük, sevgileri dünyayı kuşatacak kadar büyük bu kardeşleri, büyük bir sevgi ve hayranlıkla ta’kip ettim. Birkaç gün sonra, yine televizyon kanallarından ta’kip ettim. Bu sefer yer Şanlıufra, bir öğretmen baba’nın, birisi 14, diğeri 9 yaşlarında iki oğlu... Her ikisi de böbreklerinden rahatsız, vakit kaybedilmeden her ikisine de böbrek nakli yapılması gerekiyor. Ne yazık, memleketimizde böbrek nakilleri, ancak kan grubu ve diğer değerlerin tam uyum sağladığı bir yakınından mümkün oluyor. Nitekim, öğretmen baba her hususta uyum sağlayan böbreklerinden birisini vermeye hazır, fakat böbrek nakli yapılması gereken iki hasta var ve her ikisi de öğretmen baba’nın birisi, 14 yaşında diğeri 8-9 yaşlarında iki oğlu... Öğretmen baba, elbette tercihte zorlanıyor, oğullarından hangisine nakil yapılsın! Baba, çocukları arasında herhangi bir tercihte bulunamadığı için, son bir fedakâr’lık’da daha bulunuyor, hekimlere rica ediyor, “Lütfen benim iki böbreğimi de alınız, her iki oğluma naklediniz, ben yeterince yaşadım, bundan sonraki hayatımı diyalizle devam ettirebilirim,” dediyse de maalesef kanûnen ve hukûken izin verilmiyor. Dinî açıdan da her iki böbreğin nakliyle kişinin hayatının ciddî bir tehlikeye ma’ruz bırakmak asla tecviz edilemez. Öğretmen baba ve nakli gerçekleştirecek hekimler tam bir çaresizlik içerisindedirler. Büyük bir merak, büyük bir üzüntüyle ta’kip ettim. Bu büyük fedakâr’lığın, diğergamlığın, kardeşinin yararına olanı, kendi yararına olana tercih duygusunun Türk İnsanı’nın genlerinde olduğunu görüyorum. Enes bin Mâlik radiya’llâhu anh’den şöyle demiştir: Nebiyy-i Muhterem salla’llâhu aleyhi ve sellem Hazretleri buyurdu ki; Hiç biriniz, kendiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz.” Geniş Ailemizde, sıhrî ailede, çok büyük bir fedakârlık gösterildi. Büyük ailemizin fertlerinden, Fatma Hocahanım, Fatma (Hayıroğlu) Biberoğlu, uzun zamandan beridir böbrek yetmezliğinden rahatsızdı. Uzun yıllar, ilaçla, diyet ve rejimle idare etti. Fakat 2010 yılı Şubat ve Mart aylarında artık idare edilemeyeceği, mutlâk surette nakil yapılması gerektiği ortaya çıktı. Fakat bu sefer de mevcut diğer ba’zı rahatsızlıklarla, kan değerleri hemen bir nakle izin vermiyordu. Ama artık ilaçla, diyet ve rejimle de idare etmek mümkün değildi. Diyaliz mecburiyeti doğdu. Fatma Hocahanım, bir taraftan vücudundaki mikroplardan kurtulmak, kan ve diğer değerleri normale çekebilmek için yoğun tedaviye devam ederken, diğer taraftan haftanın üç günü, dörder saat diyalize giriyordu. Memleketimizde, sağlık sistemimizin nerelere geldiğini tesbit zımnında arz ediyorum ki, haftanın üç günü sabahleyin erken saatlerde bir ambulans geliyor, Fatma Hocahanımı Zeytinburnu’ndaki evinden alıyor, Bağcılar civarındaki diyâliz merkezine götürüyor, diyaliz bittikten sonra alıyor, tekrar evine getiriyor. Bu müddet zarfında, vücuttaki mikroplar yavaş yavaş vücudu terketti ve tüm değerler böbrek nakline uygun değerlere geldi... İyi de, Fatma Hocahanım’a böbreği kim verecekti? Elbette kan değerleri tıpatıp uyan, sağlıklı ve yakın akrabasından birisi olacaktı. Ailemizin delisi, yalnız buradaki delilik, cinnet manasında delilik değil, Anadolu’da söylendiği gibi, “Yiğidin has’ı biraz deli olur.” fahvasınca biraz kabadayı, biraz ağababa, sürprizler yapmasını sever, bir orada bir burada, nev-i şahsına münhasır birisi... İbrahim Hayıroğlu... Bu büyük fedakârlığı yapıp, sevgili kız kardeşine böbreklerinden birisini verebilmek için bıçağın altına yatan zât, İbrahim Hayıroğlu’dur. Alıcı kadar, vericinin de sağlıklı, bütün değerlerinin uygun olması gerekiyordu. Onun için çok sıkı ta’kipler, check-up’lar, tahliller yapıldı, kalp, beyin grafileri çekildi, normal şartlarda en ağır ve tehlikeli cerrâhî müdahaleler için ne yapılması gerekiyorsa eksiksiz, her şey yapıldı... Allah’a şükürler olsun ki, nakil sorunsuz olarak büyük bir başarı ile gerçekleştirildi. Verici İbrahim Hayıroğlu, hızla sağlığına kavuşuyor, alıcı Fatma Hocahanım’ın da morali çok yüksek seviyede, Allah’ın izniyle hızla iyileşme yolunda temennimiz ve dua’larımız, Fatma Hocahanımın da en kısa zamanda tam bir uyumla sağlığına ve gerçekten ikinci bir hayata kavuşması içindir. Ne yazık tır ki, günümüzde insanların vahşîleştiği, vahşette vahşi hayvanların avlarına saldırmalarından daha da vahşîce, eşini, çocuklarını, anne ve babasını katlettiği ve bu kabil cinayetlerin artık toplumumuzda “normal” olarak karşılandığı bir devirde, gerçekten fevkalâde büyük fedakâr’lıklar isteyen bu örnekleri, tarihe bir not düşmek için yazdım. Bunda ne var? Ben de verebilirim, o kadar büyütecek ne var, diyenleri duyar gibiyim. Fakat bunların çoğunun, “Bekâr’a karı boşamak kolay gelir,” gibi geliyor, bana. İbrahim Hayıroğlu, Merhûme Annesi, Hâce Rukiye Hanım’a, sağlığında “Bu kızın sonu ne olacak? (Fatma Hocahanımı kastederek) böbrekleri kısa bir zaman sonrası iflas edecek,” derin bir kahır ve üzüntü içerisindeyken, “Üzülme Anneciğim, ben o’na böbreklerimden birisini veririm,” demişti. Bravo İbrahim! Hem Merhume Anne’ne verdiğin o sözü tuttun, hem de bir insanın kardeşi bile olsa, bir başkasına yapılabilecek fedâkârlıkların en büyüklerinden birisini hiç tereddüt etmeden göze aldın! Şükran sana! İnşa Allah, bu hareketin pek çoklarına bir misâl teşkil eder, nice dert’liler de ikinci bir hayata kavuşurlar...