(Yazım, yüreğimin otopsisi sonucudur)
"RUHLARINIZI SEVEREK TEMİZLEMEK İSTER MİSİNİZ? ADIM DÜNYA"

Bu gün her gün gibi bayram değil ama bayram ihtimali olan bir gün. Bizim için, her çocuk esirgeme kurumunda olduğu gibi. Burada bayramlar çok erkenden başlar, herkes yüzlerce şekilde baba annelerini hayal eder, karşılaştıklarında hemen ellerini tutmaya cesaret edemezler, ürkerek önce eteklerine, pantolonlarına sürünerek “sevabına sev beni” derler.

Aslında onlar sevilmenin öznesi değil, birer nesnesidir. Biliyorum ben suçluyum. Annelerimi, babalarımı, köpükten baloncuk yapıp saklıyorum. İstediğim zaman baloncukları patlatıyorum.
Bilin istiyorum. Burada, akşamları, yorganımın zifiri karanlığında yüzlerce anneler ve babalar saklanır. Çünkü burası yüzlerce anne ve babası olan çocukların kaldığı “sıfır altı yaş” çocuk yurdu.
Adımı kimler koymuş bilmiyorum. Muhtemelen ezan sesini kulağıma okunmadan, gevrek ve melankoli arasında, salıncakta salınan bir parçacık kızgın bakış gibi, ismim “dünya” konmuştu.  

Bir karakolda bir çocuğa niye dünya ismini koyarlar, bilmiyorum. Bilmiyorum ama o günden sonra hep omzumda dünyanın yükünü hissettim. Her sabah bunu hissederim. Aynaya bakarken normal yüzümü görmem, olabilecek yüzümü görmeyi seviyorum. Sabahları gözlerimdeki bakış, kızdırılmayı bekleyen köpeğin gözü gibi gelir, ağzımı açtığımda, siftahsız bir hayat geçiren yazarın not defterini kapattığı gibi kaparım ağzımı. Tutuşmayı bekleyen bir bedenim ve tutuşmak isteyen çıranın ürkekliği var her nefesimde.

Oysa ben küçük elleri ,küçük bedeni, küçük düşleri, küçük yüreği olan bir dünyayım. Bedenim ateş bastığı zaman, ellerim ateşten yeni çıkmış fırıncı küreği gibi yanaklarım minik ateş topu gibi yanar. Sabahları olsun istemem. Her sabah tekrara  düşen acemi müzisyenin nota basışı gibi soluğum sıklaşır ve kimse beni görmesin diye, yorganı üzerime çeker dalarım. Ben bunu her yıl üç beş kez yaşarım. Ama bedenim yıl boyu acısını, gemideki kürek mahkumlarının dövüşteki savurduğu yumruğu yemiş gibi acısını hissederim.

Bu gün yine bayram olma ihtimali var. Bu gün ebeveynlerin  geçit töreni. Belki de bir anne bir babanın yüreğine konacağım. Biliyorum yüküm, yokuş yukarı çıkamayan bir katırın burnundan çıkan nefesindeki koku gibi tenimin kokusu, size ağır gelir. Ama ne zaman ki ellerimi konabildiğim, bir avuç bulduğum zaman, bu kokum gül kokusu gibi olur. Bu koku yanaklarımı kızartır, düşlerimi ateşler, düşlerim yanaklarımı ıslatır, mutlu olurum.

Yüzlerce annemi ve babamı görüyorum. Sevmeye istekliler, çünkü kendi iç hesaplaşmalarında mutsuz yanlarındaki güçlü kıymıkları törpülemek için cesaret depolarlar. Bu gücü bir çocuğun elini sık sıkı tutuğunda, aslında ikisi için de yeni bir güne uyanmanın başlangıcı olur. Artık iki elle sıkı sıkıyadır ve kördüğümdür. Ne ebeveyn adayı ne de çocuk o eli çözmek istemez. Ebeveyn günahkar,çocuk rahiptir.

   Her organ aslında solur,nefes alır verir. Gözümüzün nefesi, güzel bir çiçeğe bakmak. Kalbimizin nefesi sevilmektir.

   Konuşur, konuşurlar, uçmak için rüzgar bekleyen kağıda yazılır her şey. Hediyeler alınır verilir. Bedeli ucuz bir öpücük kondurulur, soğuk içini buza kesen.

   O öpücüktür aslında, hayalleri yazılı kağıdı uçuran rüzgarı besleyen, çocuğun damlayacak olan yaşı, göz pınarlarında tohumlayan. Ama yine de eller sıkı sıkıya kenetledir, ayin yeni başlamıştır. Tohum yeni düşmüştür göz pınarına, rahibin. Belki döl tutar belki de döl tutmaz.

Sıradaki günahkar gelecektir,günah çıkarmaya çünkü biliriz ki bizim payımız çok “dünyaların” buralarda soğuk düş görmesine sebep. Biliriz ki bu dünya da, “dünyalar” suçsuz.

   Orada her çocuk şunu mutlaka öğrenmek zorundadır.  O da “ruhlarımız ter ile temizlenir öpücük ile değil” Bu keşmekeş dünya da, hayat denilen romanın kelimeleri düşlerinde saklı, noktalama işaretleri ise duygu ve mimiklerdir. Sonları ekşi bir pasta tadı..

   Adım “dünya”, ruhumuzu temizlemek için birbirimizi sevelim mi? Bilelim ki Cennet çocukların gülüşünde saklı, güldürebilirseniz eğer görürsünüz.
Saygıyla.