İstanbul Büyükşehir Belediyesi kurumlarından Kültür AŞ ve El Farabi Kazak Milli Üniversitesi iş birliği ile İstanbul’da,  Topkapı Türk Dünyası Kültür Mahallesi’nde düzenlenen bir törenle Ebu Nasr El-Farabi Evi açıldı.

Kazakistan ve Türkiye milli marşlarının okunmasından sonra bir konuşma yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Şengül Altan Arslan, “Farabi sınırları aşma ve doğru bilgiyi bulma konusunda yol gösterici olmuştur. Biz de İBB olarak Farabi Evi’ni açarak Türk dünyasına katkı sunmak istedik” dedi.

Daha sonra kürsüye gelen El Farabi Kazak Milli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Galim Mutanov, "İnsanlığın ikinci öğretmeni" ve "Doğu'nun Aristo'su" olarak tanınan  Farabi adına İstanbul'da açılan müze evinin Türk Dünyası açısından önemini vurgulayan bir konuşma yaptı ve Farabi’nin insanlığın düşünce tarihindeki etkilerine satır başlarıyla değindi.

Müze evin açılışından mutluluk duyduğunu belirten Prof. Mutanov, "Farabi bir bilim adamı, İslam felsefesinin parlak yıldızı, dünya felsefesinin önde gelen bir ismidir. Onun ufuk açıcı eserleri tüm dünyanın dikkatini çekmiştir. O bir medeniyet filozofudur. Onun çok yönlü bilimsel araştırmaları o dönemki bilimin bütün yönlerini kapsamıştır ve dünyanın bilimsel gelişimine büyük katkılar sağlamıştır" dedi.

Prof. Mutanov, çok yönlü bir aydın olan Farabi'nin Müslümanların kültürel birikiminin yanı sıra, Batı’daki aydınlanma sürecinin mimarlarından biri olarak, Avrupa Rönesans düşüncesine de büyük katkılar yaptığını söyledi.

TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen Kaseinov da, Farabi'nin, modern bilime ışık tutan çok yönlü çalışmalar yaptığını ve çeşitli konularda eserler yazdığını belirten bir konuşma yaptı. 

Farabi'nin ortaya koyduğu bilimsel zenginliğin yaşatılması açısında İstanbul’da, Topkapı Türk Dünyası Kültür Mahallesi’nde açılan bu müze evinin çok önemli olduğunu belirten Kaseinov, Türk Dünyası olarak kültürel ve bilimsel tarihi birikimin korunması, yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğini söyledi.

Etkinliğe Kazakistan'ın İstanbul Başkonsolosu Baurzhan Abdrakhmanov, Türkmenistan İstanbul Başkonsolosu Murat Geldi Seyit Mammedov, Özbekistan'ın İstanbul Başkonsolosu Alisher Botirof, KKTC Konsolosu Cahit Kayıarslan, Azerbaycan konsolosu M. Mammedov, İBB Genel Sekreter Yardımcısı Şengül Altan Arslan, İBB Kültür AŞ Genel Müdürü Serdal Taşkın, İstanbul İl Kültür Müdür Yardımcısı Mümin Yıldızdaş, AA İstanbul Bölge Müdürü Hüseyin Altınalan, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Eğitim Müdürü Metin Köse ve İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda diplomatik misyon temsilcisi, akademisyen ve davetliler katıldı.

FARABİ KİMDİR?

Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed b. Tarhan b. Uzluğ el-Fârâbî et-Türkî (Doğumu Otrar- Ölümü Şam 950) İslâm felsefesini metot, terminoloji ve problemler açısından temellendiren ünlü Türk filozofu.

“Farabi, Türk İslam düşünürü İslam disiplini içinde yetişmiş Türk düşünürlerinin en büyüğüdür.

Aristoteles mantığına dayanan usçu bir metafizik oluşturmuştur. Amacı, Aristotelesi, biraz da Plotinosun yardımıyla, İslam diniyle uzlaştırmaktı... Bununla da yetinmemiş, İslam dinini de bilimle uzlaştırmaya çalışmıştır.

Önceleri Türkistanda kadılık yaptı, sonra kendini büsbütün felsefeye verdi. Anadili olan Türkçe kadar Arapça, Farsça, Süryanice ve Yunanca biliyordu. Aynı zamanda hekim ve müzisyendi. Yüzden çok kitap yazmış; Aristoteles, Platon, Zenon, Plotinos gibi Yunan düşünürlerini yorumlamış, bunların görüşlerine kendi görüşlerini katmıştır.” (Orhan Hançerlioğlu)

 “Farabi’nin felsefesi özetle şudur: İslam felsefesine zihinciliği getirmekle kalmamış, bu felsefenin ilk kez kapılarını açan da kendisi olmuştur. O, metafiziğe mantık yoluyla ulaşmış, İslam diniyle felsefe arasında sıkı bir ilişki kurmuştur.” (Cemil Sena)

Farabi çalışmalarının sonucunda birçok kitap ve risale yazmıştır. Bunlardan en bilinenleri şunlardır:

1. Arau Ehli’l-Medineti’l-Fadıla, 2. Es-Siyasetü’l-Medeniyye (Mebadiu’l-Mevcudat), 3. İhsa’u’l-Ulum, 4. Tahsilus-Seade, 5. El-Cem’ Beyne Re’yeyi’l-Hakimeyn, 6. Risale fi’l-Akıl, 7. Kitabu’l-Mille, 8. Kitabu’l-Hurup.

Fârâbi, mutluluk konusunu ayrıntılı olarak incelemiş ve bu konuda çeşitli eserler yazmıştır. Batı’da Aristo, İslam düşünürleri arasında da Farabi mutluluk filozofu olarak anılmaktadır. Mutluluğu, erdemli toplumların ulaşmaya çalıştıkları en yüksek hedef ve değer olarak tanımlamıştır. 

Farabi, Tenbîh Alâ Sebîli’s – Saâde adlı eserinde ise şöyle demektedir: “Mutluluğa iyi bir ahlaka sahip olunarak ulaşılabilir. Mutlu bir insan iyi bir ahlaka sahiptir, iyi bir ahlaka sahip olan ise mutludur. Fiillerin ve insan nefsinde bulunan şeylerin iyi ya da kötü olmasına vasıta olan şeye ‘ahlak’ denilir. İnsanda iyi fiillerin, nefse ârız olan iyi şeylerin meydana gelmesine neden olan iyi ahlak, kötü fiillerin meydana gelmesine sebep olan da kötü ahlaktır.”

Farabi, Es-Siyasetü’l-Medeniyye adlı eserinde halkı eğitebilme yeteneğini başkan olmanın en önemli koşulu sayar:

“Erdemli başkan tarafından yönetilen kişiler, erdemli, iyi ve mutlu kişilerdir. Bu kişiler bir ulus oluştururlarsa, o erdemli bir ulus olur. Onlar bir yerleşme bölgesinde toplanırlarsa, onları böyle bir yönetim altında bir araya getiren bu yer, erdemli şehir olur. Ama bir yerleşme bölgesinde değil de, değişik yerleşme bölgesinde toplanırlarsa ve bu bölgenin insanları söz konusu yönetimin dışında başka yönetimler altında iseler; onlar, o yerleşme bölgelerinin erdemli yabancıları olarak yaşarlar.” 

Felsefe, mantık, psikoloji, musiki, matematik ve tıpta derin bir bilgin olan Farabi için ilk sırada felsefe ve özellikle mantık vardı. Mantık tarihinin, Aristo’dan sonra en önemli filozofu hiç şüphesiz Farabi’dir. Aristo, mantığın kurucusu olarak kabul edilir. Farabi de mantığın sistemleştiricisi ve geliştiricisidir. Bunun için Aristo’ya ilk öğretmen, Farabi’ye ise ikinci öğretmen denmiştir.

Onun felsefesinin dayandığı kaynaklardan birincisi, İslam dini, ikincisi özellikle Eflatun ve Aristoteles’in fikirlerinin esas teşkil ettiği Yunan felsefesidir. Yunan felsefesinin unsurları ve kendi dönemindeki İslam kültürünün sentezini oluşturmuştur.

Farabi şöyle der: “Bütün bilimlerin başı olarak eşyalara isim veren, yani cevher kazandıran dilbiliminin olduğunu iddia ediyorum. İkinci bilim gramerdir. O, belirtilen eşyalara nasıl isim verileceğini, konuşma ve sözün nasıl oluşacağını, cevher durumunun ve bu sonuçtan çıkan aksanın nasıl ifade edileceğini öğretir. Üçüncü bilim mantıktır: O, mantık figürlerine göre bilinmeyeni bilmemiz ve neyin gerçek, neyin yalan olduğunu anlamamız sayesinde onlardan yargı çıkarmak için hikâye cümlelerinin nasıl kullanılacağını öğretir. Dördüncü bilim şiirdir.”

Aynı zamanda üstün yetenekli bir ud sanatçısı olan Farabi’nin Kitab’ül Musiki el-Kebir (Büyük Musiki Kitabı) adlı eseri Latinceye çevrilerek yayınlandığında, Avrupa’nın musiki disiplinini temelinden etkilemişti. Farabi’nin bu eseri, kendinden sonraki beş yüzyıl boyunca, hem Doğu’da hem de Batı’da musiki nazariyatının ana çerçevesini çizmişti.

 (Tahsil’s Sa’ade adlı kitabını da şöyle özetler: “Öğretim, milletler ve şehirlerde nazari (kurumsal) erdemleri var etme demektir. Eğitim ise milletlerde ahlaki erdemleri ve iş sanatlarını var etme yöntemidir. Öğretim yalnız konuşmayla başlar. Eğitim milletlerin ve şehirlilerin kendilerinde bu işi yapma azmini tahrik etmek suretiyle, ameli (uygulamalı) durumlardan doğan işleri yapmakta, alışkanlık yoluyla başlar. Onlardan doğan huylar ve işler onların ruhlarına hakim olmalıdır ve onlara aşıkmış gibi yapılmalıdır. Azim sözle veya işle ortaya konabilir.” 

“TOPLUM SUÇU KENDİNDE ARAMALIDIR”

Günümüz Kazakistan’ının Otrar kentinde doğan Farabi çeşitli alanlarda kitaplar yazmıştı. Bunlardan biri de ideal devletin nasıl olması gerektiğini anlatıyordu. Bu kitabında Farabi, düşünürleri kullanmasını bilmeyen bir toplumun suçu ancak kendisinde araması gerektiğini savunuyordu.  Bir toplumun düşünürlerini kullanabilmesi için, bazı konuları o düşünürler seviyesinde bilmeleri gerekmez mi? 

Burada “Kayıp Aydınlanma” yazarı Frederick Starr’ın şu çok önemli saptamasını anımsatmak isteriz:

“Orta Asya’daki düşüncenin kendisiyle iftihar etmesi gereken alanlardan birisi de sakinlerinin başka hiçbir bölgede görülmeyen ve bitmek bilmeyen bir tutkuyla peşinden koştukları felsefeydi. Yazılanlar, tüm Müslümanlar ve Batı’daki Hıristiyanlar üzerinde büyük tesir bırakmıştı. Kozmopolit, bireyci ve içten şekilde hümanist olan Orta Asya felsefesi, kendisini eleştirenler nazarında şüpheci ve dine aykırı ve hürmetsizdi. Felsefe en üst noktasına, Aristo’dan sonra, Muallim-i Sani (İkinci Öğretmen) denilen Farabi ve birçoklarına göre akıl ile vahyi, mantık ile metafiziği ve Aristo ile Neoplatonculuğu başarıyla harmanlayan İbn-i Sina ulaşmıştı.  Büyük Alman bilgini Adam Mez, Avrupa Rönesansı hümanizminin, Orta Asya’daki bu erken felsefi sorgulamanın infilaki olmaksızın hayat bulamayacağı saptamasında bulunmuştu.” 

İnsanlık düşünce disiplininin oluşumunda, Avrupa Rönesans ve Reformunun temelinde hangi dinamiklerin etken olduğunu bilmeden tarihin kilometre taşlarını yerli yerine oturtmak mümkün değildir. Otrarlı Farabi de, insanlık düşünce tarihinin en önemli aydınlanmacılarından biridir. Felsefe, devlet yönetiminden müziğin temel kurallarına uzanan ve günümüzde de hayranlıkla okunan kitaplar yazmıştır. 

Farabi ve çağdaşı olan düşünürlerin eserleri, o dönemde Türkistan coğrafyasının düşünce, kültür ve uygarlık düzeyini ortaya koyması açısından çok önemli belgelerdir. Maalesef, Batı’nın oluşturduğu kalıplar çerçevesinde düşünme ve Batı’nın dilimize doladığı kavramlarla konuşma kolaycılığına alıştığımızdan, temelinde kendi emeğimiz, kendi ürettiğimiz değerler olan ve haklı olarak gurur duymamız gereken bir tarih şeridine yabancı kalıyoruz. Yalnızca, eserlerini Arapça yazdıklarından dolayı, dini inaçları gereği Arap adı taşıdıkları için Arap sayılan değerlerimizi gerçek kimlikleriyle tanımıyoruz.

En saygın Batılı kaynaklar bile, akıl almaz bir hatayla, Orta Asya’nın bu meşalelerini Arap saymaktadırlar. O dönemde, tüm İslam Alemi’nde ortak dil olmasından dolayı, Orta Asyalı aydınlarının çoğunun eserlerini Arapça yazdıkları doğrudur. 

Starr, “O dönemde Orta Asyalı düşünürlerinin çoğunun Arapça yazdığı doğrudur. Hatta Arapça’nın tüm İslam Alemi’nde ortak dil (lingua franca) olarak saptanmasının bir uluslar arası fikir pazarı oluşturmasındaki rolü çok büyüktür. (…) İngilizce bir kitap yazan bir Japon ne kadar İngiliz ise, bin yıl önce eserini Arapça yazan bir Orta Asyalı da o kadar Araptır.” 

Yüzyıllar boyunca Türkistan coğrafyasını fikir ve düşünce dünyasının merkezi yapan ve eserleriyle Doğu ve Batı uygarlıklarını derinden etkileyen düşünürlerin arka planındaki dinamikleri sorgulayan araştırmalar henüz noktalanmış değildir. 

Türkistan kökenli düşünürler, filozoflar, bilim adamları astronomiden ilahiyata uzanan geniş yelpazede toplumu ve devlet adamlarını derinden etkileyen ne tür başarılar sergilemişlerdir? Bu başarıların ardındaki temel dinamikler neydi ve toplumlara ve yöneticilere uzun yıllar boyunca saygı duyacakları gelenekler dizisini, töreleri nasıl kabul ettirebilmişlerdi? Birbiriyle çelişen, hatta çatışan fikir ve düşünceler toplumları nasıl çalkantılara sürüklememişlerdi? 

Bu soruların yanıtlarını arayanlar için şimdi İstanbul’da iki önemli adres var. Biri Gülhane Parkı’nda Prof. Dr. Fuat Sezgin’in kurmuş olduğu Bilimler Tarihi Müzesi, diğeri Topkapı Kültür Parkı’ndaki Farabi Müzeevi. Türkistan coğrafyasında yetişen değerlerimizin Batı’nın düşünce dünyasını nasıl, ne ölçüde etkilediklerini görebilmek isteyenler, öncelikle bu iki adrese uğramalıdırlar.