Son yıllarda Avrupa Birliği dayatmalarıyla ve Haçlı zihniyetinin teşvikiyle tüm mukaddeslerimiz tartışma zeminine çekilmiştir.

 

Bunlardan birisi de şüphesiz, İslâm'ın şiâr ve alâmetlerinden birisi ve belki de en önemlisi olan EZAN'dır:

 

28 şubat Post-Modern darbesinden sonra Diyânet İşleri Başkanlığı'na dayatılan Merkezî Sistem'de va'z, Merkezî Sistem'de ezân, ne yazık ki, Teşkilatda vazifeli kimi müftülerce teşvik edilmiş, müslümanlardan toplanan trilyonlarca lira paralarla bu maksatla te'sisler kurulmuştur. Halihazırda Memleketimizin pek çok İl ve İlçe'sinde uygulanan sistem dolaysiyle va'z ve irşad dümura uğratılmış, minarelerden ezan sesi susturulmuştur.

 

25-30 Km2 çapında yüz-ikiyüz cami'i de ezan okunmamakta ancak merkezi bir noktada okunan ezan Radyo-Link vasıtasıyla diğer camiler-Köylere ulaştırılmaktadır ki, çoğu zaman Radyo-Link hattında meydana gelen arızalar ve hava şartları sebebiyle pek çok cami'ide ve mahallede ezan okunamamaktadır.

 

28 Şubat sürecinde İstanbul'a tâyin edilen kimi müftüler, "Biz, 28 şubat zihniyyetini İstanbul'a yerleştirmek için gönderildik", diye kendi kendilerine misyon yükleyen bu zavallılardan birisi de İstanbul'un Kadıköy'ünde Merkezî Sistem va'z, Merkezî Sistem ezan başlattı. 28 Şubat sürecinin bittiğini bu süreçte vazife yapanlar bile söyledikleri halde maalesef, 28 Şubat süreci Kadıköy'ünde devam etmekte olup, daha sonra gelen müftüler ve yeni tâyin edilen İstanbul Müftüsü bu bid'at'a bir türlü son vermemektedir.

 

Bunların gerekçeleri "her cami'de güzel sesli müezzin yoktur, elimizde bulunan güzel sesli bir kaç müezzinle nöbetleşerek ezan okutturuyoruz." şeklindedir. Bu gerekçe "Şu mektepler olmasaydı, Maarif'i ne güzel idare ederdim." diyen Maarif Nâzır'ının gerekçesine benziyor.

 

A'Muhteremler, siz de zamanında "Hâmil-i Kart yakînimdir", usulüyle değil de gerçekten imtihan ederek sesi, tavrı, uslubü güzel olan insanları, hâfızları müezzin olarak tâyin etseydiniz...

 

Amerika'yı yeniden keşfe hâcet yok.

 

Devir Devlet-i Aliyye'mizin sonları, Sultan 2. Abdülhamid devridir. Yıldız Sarayı'nın Müezzinbaşı ve yardımcıları İstanbul'un medreselerini, Rüşdiye ve Askerî  mekteplerini ziyaret etmekteler, buralarda sesi güzel ve kulağı sağlam olanları seçip Saray'a almaktadırlar. Saray'da sıkı bir mûsîkî eğitimi alan bu güzel sesli hafızlardan en kabiliyyetli olanlar, sırasıyla Ayasofya, Süleymaniye, Sultanahmet gibi "SELATİN" Cami'leri müezzin olarak tâyin edilmekte diğerleri de Saray'da Mızıkâ-i Hümâyunda kalmakta idiler.

 

Günümüzde hâlâ Arşivlerde Taş Plâk'tan dinlediğimiz meşhûr, Hafız Burhan, Hafız Kemal, Hafız Sami gibi Gazelhanlar bu devrin son temsilcileriydi. Bu Hafız ve Gazelhanlar, zaman zaman, Üsküdarda bulunan Ayazma Cami'inde sabah ezanı okurlarmış, Boğaz'ın öte tarafında Sultan 2. Abdülhamid Han Hazretleri Yıldız Saray'ının balkonlarında bu ezanları dinlermiş, zaman zaman da memnuniyetini ifade etmek için bu hafız Efendilere çeşitli hediyeler gönderirmiş...

 

İstenirse aynı şey şimdi de yapılır, sesi güzel, mûsikî kabiliyyeti olan gençler alınır, bütün masrafları T. Diyânet Vakfı tarafından karşılanır, dinî bilgileri Diyânetçe verildikten sonra mûsikî çalışmaları, Devlet Konservetuarlarında yaptırılır, buralarda ses eğitimi, makam ve usul öğretilir, ihtiyaç duyulan merkezlere gönderilirler.

 

Böylece, İslâm şiârından-alâmetinden olan güzel Ezanımızı bülbül sesli br hafızdan dinlemiş oluruz.

 

Usulüne uygun, ihlas ve samîmiyetle okunan ezan'ın yalnız insanlara değil, hayvanlara da te'sir ettiği bilinmektedir. Ehlî ve vaşî hayvanların, kuşların-kurtların, ezanı dinledikleri, kendileri ses çıkarıyorlarsa sustukları bilinmektedir.

 

Ezân-ı Muhammedî'yi dinledikten sonra müteessir olup hidâyete kavuşanlar çoktur.

 

20. Asrın başlarında olduğu gibi, günümüzde gür sesli Kaside, İlâhî ve Gaze okuyanların sayısı çok değildir. Hafız Burhanları, Hafız Kemâlleri ve Hâfız Samileri hatırlatan, gür sesiyle temâyüz etmiş bulunan Hafız İsmail Çoşar Efendi, Ankara'da Kocatepe Cami'i İmam-Hatipliğini yapmıştır.

 

Bir müddet de Parlamento'da Çankırı Milletvekili olarak bulunan Hafız İsmail Çoşar, tahmin ediyoruz, şimdilerde emeklidir.

 

Kendileri Ankara Kocatepe Cami'inde vazifeli olduğu yıllarda, Ankara'da İngiltere tab'iyyetinde olan ataist birisi vardır, hiç bir inancı yoktur, Allah'a da inanmamaktadır.

 

Fakat İsmail Çoşar Hoca'nın okuduğu her ezanı dinledikçe bir şeylerin değiştiğini, içerisinden bir şeylerin koptuğunu hisseder.

 

Nihâyet bir gün, İsmail Coşar Hoca ile birlikte Kocatepe Cami'inin minarelerinden birisine çıkar. Kocatepe Cami'i ve Minâre'nin en üst şerefesi, tüm Ankara yere serilmiş binbir ışıktan oluşmuş bir halı gibi altlarında! Hafız İsmali Çoşar, yatsı Ezanı'nı gür sesiyle ve bütün hulusiyle Hicaz Makamından okumaktadır. Öyle ilâhi ve Lâhûtî bir atmosfer meydana gelir ki, Hafız İsmail Çoşar "Haydin namaza, haydin kurtuluşa" diye tercüme edebileceğimiz kısma gelince, İngiliz vatandaşı olan bu ataist şahıs, tir tir titremeye başlıyor, ezân bitince daha Minarede iken, "İslâm'ı kabul edip müslüman olmam için ne yapmam gerekiyorsa lütfen hemen söyleyiniz," diyor ve oracıkta İslâm ile müşerref oluyor.

 

Türkmenistan'ın eski Başkenti Aşkabat'da Türkiye Cumhuriyeti Devleti Atayurdu olan bu ülkeye büyük bir cami yaptırmıştı. Bu Cami'in açılışına katılanlardan birisi de Hafız İsmail Çoşar'dır. Burada bulunduğu sırada yine Hicaz Makamında bir İkindi Ezanı okur, bu sefer minarede değildir, Cami'in içerisindedir. Ezan daha bitmeden ezan'ın okunduğu mahalle, Ortaokul seviyesinde bir kız çocuğu beraberinde ailesiyle birlikte girerler. Ezan bittiğinde:

 

"Biz, ailecek müslüman olmak istiyoruz, nasıl müslüman olacağımızı lütfen bize öğretiniz", derler. Ailecek İslâm'ı kabul edip hidayete ererler. 1995 yılında Gümrük Birliği'ni kabul ettiğimiz sırada Başbakan olan hamı, sık sık, "Biz, Ezanımızla, Bayrağımızlak, Kur'ân'ımızla Avrupa Birliği'ne gireceğiz" diyordu. Acaba öyle mi?...

 

(Cevabı ve geniş tahlili gelecek yazıda)...