“Âhir zamandır. Fitneler (insanları birbirine karşı kışkırtmalar) zuhur etmiş (ortaya çıkmış)tır. İmanı kurtarmak çok zor olmuş, îman tehlikeye girmiştir. Resul-i Ekrem (sav), gelecek hadis-i şeriflerinde bu tehlikeyi şöyle haber vermektedir: 

     “İnsanlar fevç fevç (akın akın) İslâm’a girerler. Bundan sonra fevç fevç İslâm’dan çıkarlar.” (Müsned-i Ahmed, c.3, s.343’den nakleden: El-Hac Molla Muhammed Ali Doğan.)

     “Karanlık geceler gibi karanlıklar üzerinize çökmeden îman ve amel-i salihe uygun (Allah’ın rızasını kazandıracak ibadet ve işlere) koşun. O zamanda kişi mü’min (imanlı / inançlı biri) olarak sabahlar, kâfir (inkâr etmiş) olarak akşama çıkar. Veya mü’min (inanan) olarak akşamlar, kâfir (inkâr etmiş) olarak sabaha çıkar. Az bir dünyalık karşılığında dînini satar.” (Müslim, Kitabü’l-Îman, c.1, s.51’den naklen: El-Hac Molla Muhammed Ali Doğan.)

     “Kıyametten önce karanlık geceden bir parça gibi fitneler (inançta farklı fikir ve düşünceler) zuhur eder (kendini gösterir). O zamanda kişinin bedeni öldüğü gibi, kalbi mânen ölür. O zamanda kişi mü’min (inançlı) olarak sabahlar, kâfir (münkir, inancını reddeden) olarak akşama çıkar. Veya mü’min olarak akşamlar, kafir olarak sabaha çıkar. Az bir dünyalık karşılığında ahlâkını ve dînini satar.” (Müsned-i Ahmed, c.3, s.453’den nakleden: El-Hac Molla Muhammed Ali Doğan.)

     “O günde dinine temessük eden (sıkıca sarılan), elinde ateş parçasını veya dikeni tutan gibidir.” (Müsned-i Ahmed, c.2, s.390’dan nakleden: El-Hac Molla Muhammed Ali Doğan.)

     “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki; o zamanda Kur’an’ın ancak resmi, İslâm’ın ise ancak ismi kalır. O zaman, bir kısım insanlara ‘Müslüman’ denilir. Halbuki onlar, İslâm dininden en uzak olanlardır. Câmileri maddeten ma’mur (bayındır hâlde)dir; ancak hidayet (İslâmiyet) cihetiyle harâbtır. O zamânın âlimleri, sema kubbesinin altında en şerîr (şerli ve kötü) âlimlerdir. Fitne (ve kaos) onlardan çıkar ve onlara döner.” (Hz. Muaz’dan rivayet, Beyhekî; Hâkim: Tarih’den nakleden: El-Hac Molla Muhammed Ali Doğan.)                                                    

     “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki; câmide bin veya daha fazla kimse namaz kılar. Ancak içlerinde bir mü’min (gerçek inanan) yoktur.” (Deylemi’den nakleden: El-Hac Molla Muhammed Ali Doğan.)

     “O zamanda müezzin ezan okur. Bir topluluk namaz kılar. Halbuki, onlar mü’min (gerçekten inanmış kimseler) değillerdir.” (Taberani; Ebu Nuaym, el-Hilye’den nakleden: El-Hac Molla Muhammed Ali Doğan.)

     “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki; camilerde toplanırlar. Ancak içlerinde mü’min yoktur.”

(Hâkim, el-Müstedrek’den nakleden: El-Hac Molla Muhammed Ali Doğan.)

     “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki; onlar haccederler, namaz kılarlar, oruç tutarlar; halbuki içlerinde mü’min yoktur.” (Ebu Şuayb’den nakleden: El-Hac Muhammed Ali Doğan)

     “Bütün bu hadisler, îmanı muhafaza etmenin (korumanın) ne kadar zor olduğu hususunda bizi îkaz etmekte (uyarmakta)dır.” (El-Hac Molla Muhammed Ali Doğan.)

     X

     “Bu zaman, imanı kurtarmak zamanıdır. Bu zamanda en büyük ihsan (iyilik ve lütuf), imanı kurtarmaktır.”                                                                     

     “Evet, bu Cihan Harbi (Birinci Dünya Savaşı)ndan daha büyük bir hâdise (olay) ve bu zemin (yer)yüzündeki hâkimiyet-i âmme (her şeye ve herkese hâkim olmak) dâvâsından daha ehemmiyetli (daha önemli) bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise (olay) ve öyle bir dâvâ açılmış ki; her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâ-tereddüt (tereddütsüz / hiç çekinmeden) sarf edecek. İşte, o dâvâ ise, yüz bin meşahir-i insaniyenin (meşhur ve ünlü kimselerin) ve hadsiz (sayısız) nev-i beşerin (insanların) yıldızları ve mürşitlerinin (irşat edicilerinin / doğru yolu göstericilerinin) müttefikan (ittifak ve söz birliği) ederek, kâinat sahibinin ve mutasarrıfının (tasarruf sahibinin) binler va’d ü ahdlerine (vaat ve sözlerine) istinaden (dayanarak) haber verdikleri ve bir kısmı(nın) gözleriyle gördükleri şu ki:

     “Herkesin îman mukabilinde (karşılığında) bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar (köşkler) ile müzeyyen (süslü) ve bâkî ve dâimî (kalıcı) bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer îman vesîkasını (belgesini) sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyûnluk tâûnuyla (maddecilik vebasıyla, yâni her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkar eden dinsizler ve her şeyi madde ile ölçenler ve yaratılanları ve zerrelerin muntazam hareketlerini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip / vehmedip dinsizliğe yol açmağa çalışanlardan) çoklar(ı) o dâvâsını kaybediyor. (Çünkü: ‘Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.’) Hattâ, bir ehl-i keşf ve tahkik (perdeli şeyleri gören ve bilen velî), bir yerde kırk vefiyattan (ölenlerden) yalnız birkaç tanesi(nin) (mutlu ve sonsuz saadetler içinde geçecek olan ebedî hayatı) kazandığını sekeratta (ölüm anlarında) müşahede etmiş (görmüş); ötekiler kaybetmişler. Acaba, bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse, doldurabilir mi?”

     Kaldı ki, o keşfiyat (keşifler); câmi cemaati hakkındadır. O da o zamana mahsustur. Bu zamanda çok tehlike var. Kaybedenler ise daha ziyadedir (daha çoktur).