Merhaba Erdal Bey, hem senaryo yazarı olarak hem de oyuncu olarak sizi tanıyoruz. Yazdıklarınız, oynadığınız karakterler hep bizi güldürmeyi başardı. Şimdilerde hangi projelerin içerisindesiniz?

Kendi çocukluğumdan yola çıkarak yeni bir film yazdım. Onun hazırlıkları yapılıyor. Orada oyuncu olarak yer alabilecek miyim, hiçbir fikrim yok. Aslında benim rol oynama kısmım şöyle oluyor; Ben kendi yazdığımın dışında hiç oynamadım, çünkü oyunculuk anlamında kendi yazdığım şeyleri oynamayı hep tercih ediyorum. Şimdi çekeceğimiz filmde bana uygun bir karakter var. Babam karakteri. Benim babamı da benden iyi kimse oynayamaz diye düşünüyorum ama henüz belli değil. Bir de dijitale hazırladığımız bir dizimiz var. Bir senarist arkadaşımla birlikte yazıyorum. Henüz görüşmelere yeni başladık. Eğer olumlu ilerlerse bu İki projeyi de peşi sıra çekeceğiz.

Neden kendi yazdığınızın dışında hiçbir yerde oynamıyorsunuz? 

Ben her şeyi en iyi yerden öğrendiğim için başka yerlerde oynama arzum olmadı. Ama bundan sonra olabilir, çünkü ilk kez  “Evet ya oyunculuk da yapılabilir” kısmına girmeye başladım. Ben piyasaya ilk girdiğim zaman Oyuncu olacağım diye geldim. Ama öyle bir anlattılar ki bana oyunculuğu “sen  oyuncu olursun zaten önce senaristliği hallet” dedikleri yerden başladığım için oyunculuk arzum çok yoğunken bir anda söndü.  Ama evet yabancı kaldı o yüzden şey geldi ama bir sürü filmden “oynar mısın?” teklifi geldi. Senaryolarında okudum, hepsine kibar kibar cevaplar da verdim.

Bir röportajınızda “Hayatımda sadece sanat var” demiştiniz. Sanatın içinde bu kadar olmak sizi nasıl birine dönüştürdü?

Burada bana ilham olan Mustafa Kemal Atatürk. Ben Doğu Anadolu’da ve bir köyde doğdum büyüdüm. Yıllarca köyde yaşadım. Sanatla tanıştıktan sonra kendimi daha iyi ifade edebildiğimi gördüm. Aslında ben ODTÜ mezunuyum İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirdim.  Afrika'da yol mühendisliği yaptım ama kendimi hiçbir şekilde ifade edemiyordum. Sanata bulaştıktan sonra sanat beni şekillendirdi. Sanat benim kendimi ifade etmemi sağladı. Çünkü Kendimi anlatamıyordum; dertlerim var, anlatmak istediğim şeyler var, ama yol yaparak içimdeki hüznü nasıl anlatabilirim ki? O yüzden sanat beni ben yaptım daha çok ben olmaya başladım. 

Hep sanatın içerisinde oldunuz, ama inşaat mühendisliği okumuşsunuz. Neden?

Özellikle Doğu Anadolu'da büyümüş bizim gibi ebeveynleri daha çok korumacı olan ailelerde oyunculuk çok da hoş karşılanmıyor. Gidip annene babana “Ben tiyatrocu olmak istiyorum” diyemiyorsun. Sağda solda gördükleri, duydukları insanlara göre seni kıyaslamaya başlıyorlar. Bir tiyatrocu tanıyorlar “Benim oğlum da tiyatrocu olursa bu tiyatrocu gibi perişan olacak” gözüyle bakıyorlar Acaba evi olacak mı yoksa serkeş bir hayatı mı olacak? Bu sorular özellikle benim dünyamın içinde büyüyen ailelerde çok fazla soruluyor. Benim ilkokuldan sonra yapmadığım meslek kalmadı. Kollarım altın bilezikle dolu Babam beni eczaneye gönderdi iki sene eczanede çalıştım kalfa oldum, terzide çalıştım abiye dikmeyi öğrendim, tesisatçıda çalıştım bir evin bütün tesisat sistemini döşeyebilirim, kahvehanede çalıştım çok iyi kart kararım ve 10 tane çayı hiç dökmeden çok rahat taşıyabilirim, tostçu da çalıştım çok iyi tost yaparım, kasapta çalıştım ben bir kurbanı 15 dakikada kesebilirim… Çünkü babam hep kendi hayatından yola çıkarak kendi işini kursun ailesini kursun güdüsüyle beni doldurabildiği kadar doldurdu, fakat babamın hesap edemediği bir şey vardı; ben çok iyi bir öğrenciydim. Ben ODTÜ'yü birincilikle bitirdim. Bu kadar emekten sonra da babama gidip “Ben bunların hepsini bırakıp yazar olmak istiyorum” diyemezdim. 

Sonra ne oldu?

Ailemin maddi durumu çok kötüydü. Bu piyasaya girdiğin zaman ilk önce para kazanma ihtimalinin çok düşük olduğunu biliyordum.  Benim ailemi rahatlatmam gerekiyordu. O yüzden Afrika'ya gittim baraj mühendisliği dalında yüksek lisans yaptım. Hatta yazdığım makale ödül aldı. Sonra Teksas Amerika'dan doktora için kabul aldım fakat 4 sene de orada doktora yapmam gerekiyordu. Aldığım burs anca Amerika'da beni idare edecekti ama geride bekleyen bir ailem vardı. Size komik bir hikaye anlatacağım. Ben 8 yaşına kadar düzenli bir şekilde altına işiyordum. Bir gün babam geldi  bağırmaya başladı, dedim ki “Baba ben sana ileride bir ev alayım bu konuyu burada kapatalım” Tamam dedi ve gitti. Ben ODTÜ’den mezun olduktan sonra babam bana hep “Ev ne oldu?” dedi. Eğer Amerika'ya gidip doktora yapsaydım en az 12 yıl babama ev alamazdım. Sonra Batı Afrika'da iş buldum. 3 sene orada çalıştım ve babama evi aldım. Ailemin keyfi yerine geldikten sonra “Ben oyuncu olacağım” dedim. Ondan sonra hiç karışmadılar çünkü benim başarabildiğimi gördüler. 

Doğu Anadolu’da büyümeseydiniz nasıl bir hayatınız olurdu? Hiç düşündünüz mü?

Ben aksi türde nasıl bir hayatım olurdu hiç düşünmedim, çünkü başıma gelen her şeyden razıyım. Ben hayatımızın o kadar sistematik bir şekilde kurulduğunu düşünüyorum ki bana kalsa ben şu an burada olamazdım. Kesin bir yerde hayatım uçuruma sürüklenirdi. Allah'tan bana kalmadı ( gülerek ). Doğu Anadolu'da büyümenin şöyle bir faydası oldu, en azından beslenebildiğim yeri buldum Şuan bir Mezopotamya’lının nasıl davranabildiğiyle ilgili bilgiden çok faydalanıyorum.

Bir travmadan bahsettiniz. Bunlar nasıl travmalardı?

Benim ailem beni sevdi ama eğitim sisteminde bir sıkıntı vardı. Şimdiki çocuklar sobayı görüyor, babası uzun uzun sobanın neden sıcak olduğunu anlatıyor. Çocuk bütün soba sistemini çözmüş oluyor. Bizim köyde eğitim sistemi böyle değildi. Baba soba sıcak mı derdiğimde alır elini yaklaştırır, gerekirse bir parmağına da değdirirdi. Her şeyi deneyimleyerek öğrenmek zorundaydım. Bir rehber karakterim yoktu. Her şeyi deneyimlediğim için daha iyi öğrendim, ama ufak tefek travmalar oluştu Küçük bir çocuğun ilkokulu bitirmeden çıraklık yapması çok doğru bir şey değil. Ben çocukken yaz tatili gelsin istemiyordum çünkü yazın çalışıyordum. Benim Üniversiteyi bu kadar hızlı bir şekilde kazanmamın sebebi, bir yaz tatili daha kaldıracak halim yoktu. Belki 2 sene önce hayatımdan mutlu olup olmadığımı sorsaydınız çok daha farklı bir cevap verebilirdim. Yazarlığa başladıktan sonra daha çok düşünmeye başladım. Bu da kendimle ilgili daha çok şey bulmama sebep oldu.

Çok hayal kuran bir çocuk muydunuz?

Benim ilk yazdığım kitap ortaokuldayken “Arı Maya Malatya’lılara karşı’ydı. Hep uçuyordum. Süpermen'i beğenmezdim. O yüzden Kayısımen yapmıştım, çünkü Malatya’nın kayısısı meşhurdu. Boyut değiştiren bir çocuktum. En çılgın hayalim Arı Maya çizgi filmini seyrettikten sonra ben olsam ne yapardım diye hikayeler kurmam olmuştu.

Yazmak da sizin için bir hayal miydi? İçinizde o yazma arzusunu ilk ne zaman keşfettiniz?

Ben çocukken hiç yazmayı düşünmedim. Üniversiteye başladığımda kendimi insanlara karşı ifade edemedim, çünkü çok ağır bir şivem vardı. İlk kez Ankara'ya tek başıma kayıt olmaya gittiğimde kocaman bir Kampüs vardı. Öğrenci işlerini aradım bulamadım. Bir çocuk gördüm onun yanına gittim “Sana kurban olayım Kardaş! Ne olur bana bu Öğrenci işlerini söyle” dedim.  Çocuk beni gördü “Ay sen nerelisin canım” diye çocuk sever gibi sevdi beni. Sanki ben Pikaçuyum. Öyle bir tavırla konuşmaya başladı. Şiveli konuşan insanlara Yumurcak muamelesi yapıyorlar. Oysa dil iki insanın birbiriyle anlaşması için oluşturulmuş bir araçtır. Ben o gün kendimi çok dışlanmış hissettim. Benim Üniversite’deki en yakın arkadaşım hep şiveli konuşan insanlardır. Orada fark ettim ki iyi konuşamasam da iyi yazabiliyorum. Mesela bir kızdan hoşlanıyorsam sayfalarca mektup yazardım ama konuşmazdım.

Senaryo yazarlığı birçok yazı diline göre daha farklı bir dal… Özellikle sitcom yazıyorsanız… Bir yazma metodunuz var mı?

Ben gülmediğim hiçbir şey yazmıyorum. Bilgisayar başına geçip yazabilen insanlardan değilim mutlaka önce sahneyi kafamda kurarım karakterleri çok iyi Tanımam lazım.  Belki şizofrenik bir durum olduğunu düşüneceksiniz ama yazacağım karakteri önceden tanımlayıp en az bir gün o karakter gibi yaşarım bütün karakterleri yaşarım sonra güldüğüm anıları yazarım. İyi bir yazarın üç şey yapması lazım Çok okuması lazım Çok düşünmesi lazım Çok yazması lazım Senarist olduğunuzda da buna çok izlemesi lazım ekleniyor.

Bir gün dram yazmayı düşünüyor musunuz?

Artık düşünüyorum çünkü dramı nasıl anlatabileceğimi buldum. Bir gün benim yazdığım projelerden birini izleyen bir kız bana mesaj atmış “sizin yazdığınız projelerde ben çok duygulanıyorum.  O ben değilim demiştim. Bana bir sahne anlattı, ben o sahnenin dramatik altyapısının bu kadar  acıklı olduğunu bilmiyordum. Ben güldürüyorum zannediyordum. Şimdi Aşkın Denizi adında bir müzikli anlatımız var. Okan Bayülgen  yönetiyor. Dada Kabare de çıkacak. Deniz Tansel Öngel oynuyor. İnanılmaz acıklı. Ben öyle bir şey yazdığıma inanamıyorum. Provada izleyenler gözlerini siliyorlar şaşırıyorum.

Günümüzde birçok roman Televizyona uyarlanıyor. Sizin de kitaplarınız var.  Bir gün bir roman yazıp, uyarlanmasını ister miydiniz?

Ben onu istedim ve yaptım şu an yazdığım kitabın filmini uyarladım ve onu yapacağız.

Aynı zamanda stand-up yapıyorsunuz. Herkesi güldürme gibi bir yeteneğiniz var. Güldürdüğünüz kadar güler misiniz?

Ben çok gülerim ama belli başlı insanlara gülerim. Herkeste o iletişimi sağlayamaz yaptığın espirinin karşı cevabını verebilecek çok insan yok belli başlı hayatında kodladığım insanlar vardır.

Sahneye çıkıyorsunuz karşınızda yüzlerce insan. Bir an donup kaldığınız “Şimdi ne söyleyecektim” dediğiniz oldu mu?

Hiç olmadı, çünkü ben bu korkuyla ilk sahneye çıkacağım zaman yüzleştim. Bir arkadaşım yanıma geldi ve dedi ki “ya güldüremezsen”.  BKM’de sahneye çıkacağım, Biletlerin hepsi tükenmiş, araya sandalye atmışlar -O kadar dolu- İlk gösterim de o bana öyle deyince ben de “amuda kalkarım, düşerim, bir şey yaparım, bir şekilde güldürürüm” dedim. Zaten insanlarda şöyle bir algı var; stand up’a gidiyorsa gülmeye kodlanmış bir şekilde gidiyordur Bence onları güldürmek daha kolay oluyor. Ben o yüzden sahnede çok rahatımdır.

Hayatınızda olan bu kadar güzel şeyin içerisinde başarılarınızın arasında biricik olan, her düşündüğünüzde yüzünüzde tebessüm bırakanı hangisi?

Kitap benim için diğer yaptığım işlerden daha kıymetli. Ben o kitabı Afrika'da yazmıştım ve çok zor bir dönemdeydim.  Orada tek başınaydım. Dostum yok,  arkadaşım yok, tek başıma delirmek üzereyim. İşte orada o kitabı yazmaya başladım ve kendi kendime inanılmaz eğlendim. 

Hem bu hayatın sahnesinde yer alan hem de o sahnede olanları yazan biri olarak tozpembe dünyanın içerisinde o sahneye dışarıdan baktığınızda ne görüyorsunuz?

Ben orada bir sihir, bir mucize gibi bir şey görüyorum. En çok izlenen işlere baktığımız zaman genelde toplumun içinde var olmasını isteyeceği yaşamları görüyoruz Asmalı Konak dizisinde belki de izleyicinin hiç göremeyeceği, hiç düşünemeyeceğin bir dünyayı gösteriyoruz. Ve diyoruz ki bu dünya hoşuna gittiyse sen de bu dünyadan parçalar alabilirsin Bir kapı aralıyor uz ben bu düstur ile yazıyorum. Ben bütün yazdığım işlerde “bunu da görün ve ne istediğinizi karar verin. İstediğiniz şeyden emin olduğunuz zaman orayı o şeyi almamak için hiçbir neden yok” diyorum. Evden çıkmamış bir insan dışarıda dondurma olduğunu bilemez. Ben o çocuğa dondurmayı göstermek istiyorum.

(Yeni Çağrı Gazetesi'nden alıntıdır.)