Eğer insan, ene ve benliğine; mizan / ölçü, tartı, akıl, idrak, muhakeme ve bir mikyas nazarı / 

     Gözüyle bakarsa; kâinat / evrenden zihnine akıp gelen âfâkî / 

     Nefsin hâricindeki / dış âleme dâir malûmatı; kendi malûmatı / bilgileri ile,

     Tasarrufât / tasarrufları ve sıfat-ı İlâhiyeyi / İlâhî sıfatları da, 

     Kendi sıfatları ile tasdik ve kabul eder.

     Sonra yine merciine / merkez ve kaynağına iade eder / döndürür.

 x

     Çünkü: “Men arefe nefsehu, fekad arefe Rabbehu.” 

     “Kim nefsini / kendini bilir ve tanırsa, Rabbini bilmiş ve tanımış olur.” 

     Çünkü : Eserden ustaya, yapılandan yapana, fiilden fâile geçmiştir.

     Bundan ötürüdür ki; kendinde olanları, kendinden bilmez.  

     Çünkü: Bir iğne ustasız, bir köy muhtarsız olmaz.

     Yâni, fiil, hareket ve oluş; fâilsiz / yapansız meydana gelmez.

     Meselâ: Bedenine takılmış ve en iyi yere yerleştirilmiş olan gözlerinden; 

     Gözü ancak görmesi olan bir varlığın verebileceğini ve O’nun basar sahibi / 

     Görmesi olduğunu bilir ve anlarsın.

     Başına konmuş ve yine en iyi yere yerleştirilmiş olan kulaklarından; 

     Kulağı ancak işitmesi olan bir zâtın verebileceğini 

     Ve O’nun semî / işitici olduğunu bilir ve anlarsın.

     Anadan doğma kör olan biri, görülecek şeylerin mevcudiyetini 

     Ve Allahın görmesi olduğunu, hemen kabul eder mi?

     Anadan doğma sağır biri, işitilecek şeylerin bulunduğuna 

     Ve Allahın semî / işitici olduğuna, kolay kolay inanır mı?

     Kendi varlığını idrak edemeyen biri, Allah’ın varlığına yol bulabilir mi?

     “Bu benimdir.” diyemeyen, sahipliğin ne olduğunu bilmeyen ve tatmayan kimse, 

     Bu kâinatın Sahibi ve Yaratanı olduğunu kabul eder ve hiç O’na hemen inanır mı?

x

     Evet, ancak “Kad eflaha men zekkâha.” / “Nefsini maddî ve manevî kirlerden arındıran,

     Felâha / kurtuluşa erer.” (Şems: 9) âyetinin şümûlüne / kapsamına dahil olanlar;

     Bihakkın / hakkıyla emaneti ifa etmiş / yerine getirmiş; 

     Yani Yaratanı bilmiş, bulmuş ve tanımış olanlardır.

x

     Fakat kendisine müstakil / bağımsız / yaratılmamış / kendi kendine oluşmuş nazarıyla bakanlar!

     Kendilerini mâlik ve sâhip itikat eder / öyle sanır ve inanırlarsa;

     “Ve kad habe men dessâhâ.” / “Nefsini günaha daldıran da hüsrana düşmüştür.” (Şems: 10) 

     Âyetinin şümulü / kapsamına dahil olarak; emanete hıyanet etmiş olurlar.

     Zira semâvât / sema ve gökler ve arz / yeryüzünün, 

     Hamlinden / yüklenmekten korkarak imtinâ ettikleri / çekindikleri cihet;

     İşte “ene”nin; kendine buyruk bu ciheti / bu tarafıdır. 

     Çünkü dalâlet / yanlış yol, inanış ve  şirk / Allaha ortak koşma ve şerler; 

     Hep bu cihetten / bu yönden doğar ve kendilerini gösterirler!

     Eğer vaktiyle o menfî felsefe gözlü “Ene, Ben ve Benlik” in;

     Şiddetli bir terbiye ile başı kırılmaz ise, büyür insanın vücudunu yutar.

     Diğer insanların da enaniyeti / ene ve benliği inzimam eder / eklenirse, 

     Sâni’in / san’atla yaratan Allah’ın emrine karşı 

     Mübarezeye çıkar / O’nunla çatışır! 

     Tam mânasıyla bir şeytan olur! Sonra halkı da, kendisine kıyas eder; 

     Esbabı / sebepleri de o kıyasa / karşılaştırmaya dahil ederek, büyük bir şirke düşer!