‘Ölüm’ yaşam lügatımızda cevabı olmayan ancak; hayatımız süresince cevabını arayıp durduğumuz kelimedir. Hakkında kitaplar yazılmış, felsefe tarihine konu olmuş bir kavramdır. Hepimizin bildiği gibi, doğumla birlikle başlayan bu süreç, ölümle noktalanır. Ve ölümü kabul etmemize rağmen o malum son’a meydan okuyor olmamız garip değil mi?
Kaçınılmaz bir son olan ölüm gerçeğini bilmek, sınırlarımız olduğunu kabullenmek demektir. Çaresizlik, belirsizlik, kontrolsüzlük ve korku halidir. Ölüm, zorunlu ayrılıktır aynı zamanda.
Çözemediğimiz bu bilmecenin handikabındayız hepimiz. Sessiz sedasız bir okyanus, heybemizde anılarımızla boğulduğumuz. Çözümsüz sanrılarla kifayetsiz kalan dualara sığındığımız.
Bedeni ruhla doğuran ve azat eden bir yolculuktur. Ayrılığın ketum sızısı tırmalarken yüreğimizi, üzerine endişeli toprak atıyoruz ve uzaklaşıyoruz mezar denen o taştan.
Bir kesim sanatıyla ölümsüzlüğe kafa tutarken, diğer bir kesim; yaş aldıkça ölüm korkusuyla yüzleşmekten kaçınmakta. Etrafınıza bakın şöyle, size değer verip ihtiyacı olanlar sizin öz-değerinizi anlamanıza yardımcı olacaktır.
Atam derdi ki; “ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı.”
Ölüm farkındalığı, hayatı daha anlamlı ve dolu dolu yaşayabilmek için bize bir kapı aralamıyor mu?
Ölümü ciddiye almak varlığı da ciddiye almak değil midir?
Çatısında kuşların ötüşmediği yer değil mi ölüm dediğimiz
Bütün renklerin ve bütün kokuların anlamını yitirmesi solgun gözlerde
Dünya denen rengârenk balonun patlaması herhangi bir istasyonda
Gereğinden fazla abartılan sızıların sıyrılışı
Yarına yarım kalan hayaller
Ansızın doğmak gibi ansızın ölmenin çekip giden halleri
Pencereden bakan bir kadının gözleri yas tutarcasına anısına
Bir çocuğun yorgan altında suskunluğunu gözyaşına gölge edişi
Bir adamın darmaduman halleri herhangi bir cumartesi sevdiğini toprağa emanet edişi
Ve hiçbir şeye yetişemeyişi sonrasında
Sorarım neydi ölüm
O kadar çok şey ki
Ucuz ve pahalı olan bütün kelimeleri dolaşmaktır aslında
İnsanın bu dünyada ki trajedisi farkındalığıyla yaşıyor olması değil mi ölümün
Bu zehir tadında dışa vurmak istediğimiz
Her şeyin hiçe dönüştüğü bu alaycı yolculuğun sırrı nedir
Nedir peki yaşamın iç çekişi
Nedir çekilmezliği adına sendrom dediğimiz her pazartesinin
Gözlerimizi her kapayışımızda nedir gömülüşümüz
Olur, olmadık hayallere
Fazlaca abartılmış sevecenliğimizde nedir aslında yutkunduğunuz
Söylemenin yeri değil mi dünya
Ansızın ölecek herkes
Kökleri çürüyen bir ağaç gibi
Yol kenarında atılmış eski bir bavul gibi
O halde nedir bu herkesin birbirini yaralama telaşı
Nedir bu gereksiz ve amaçsız kavgalar
Gözlerimizi kapamamız bir başkasının yarasına
Evet, kelimelerin yurtsuz kaldığı yer ölüm ile ayrılığın tanımı.
Tamda bu yazıyı kaleme alırken, sevdiğim bir akrabamın ani ölüm haberiyle kalakaldım.
Kaskatı kesildi kelimeler
Bir yolculuk daha sona erdi
Adı Yaşar’dı
Kısa yaşadı
Ardında kaç ceset bıraktı bilmeden
Ansızın koca bir alevle yürekleri yaşarttı
Şimdi,
Her şey sustu kendini,
Yüreğim gözlerimde soruyorum
İnsan neler biriktirmeli yaşarken
Her gün ölümümüze ve kendi sonumuza yaklaşıyoruz. Benliğimizin oluşabilmesi, ölümden korkmaktansa, ölüm gerçeğini kabul ederek olabilir.
Ölüm hükmünü yitirmiş bir bedene sahipken ayrılık amansız sızlanışı yüreğin. Acının rengi yani.
Boşlukta yankılanan sessizliğin adı oluyor ayrılık.
Ölüm olanca heybetiyle soğuk bir mermere yazılırken, ayrılık ketum bir içerlenmenin kapısı ölüm herkesle, ayrılık sadece sevdiklerinle arana perde çekiyor ne yazık ki.
__Biz öldüğümüzde “diğer” her şeyden ayrılacağız. “Diğeri” öldüğünde ise kontrolümüz dışı bir gerçek olarak ayrılığı deneyimliyoruz.
Her ölüm, her ayrılık varoluşsal haritamızı değiştiren, dönüştüren bir deneyim olabilir. İlişkide olduğumuz “diğeri” artık yoktur ve biz bu gerçek ile ne yapacağımızı bilemediğimiz zamanlarda anılarla yaşayabiliriz__
Bu yüzden yaşarken sırasını bekleyen sevinçleri umutları iyi ve güzel olan her şeyi biriktirmeli. Ölüm sonrası yoksunluk çekmemek için biriktirdiğimiz anılara sarılmalıyız.
Zira ölüm daha sevecen
Her ne kadar da bu yolculuğu sevemesek de
Bir çocuk hüznüyle anlayamasak da
Adresi bilip
O konağa varmadan
Güzel cümleleri suskun bir mezar taşına yazmadan
Farkına varmalıyız.
Farkına varıp dosdoğru yaşamalıyız.
Hazal Karadağ Yurdagül