Daha önce de, def’atle ifade edildiği gibi, ma’bed’lerin, türbe ve medreselerin etrafındaki küçük ve bakımlı mezarlıklara “Hazîre,” denilmektedir. Bu ma’na’da, ilk Hazîre, Haz.İsmail tarafından kurulmuştur. Rivâyet’lere göre, Haz.İsmail aleyhisselâm, annesi Hâcer Vâlidemizi, vefatı üzerine bugün Ka’be-i Muazzama’nın kuzeybatı cephesinin önünde yer alan ve üç tarafı alçak bir duvarla çevrilmiş olan (Hatîm), yaklaşık yarım dâire şeklindeki kutsal mekân’a (Hicr) defnetmiş, daha sonra kendisi de aynı yere defnolunmuştur. 

Hacer Vâlidemiz, Haz.İbrahim’e, çocuğu olmayan eşi Sâre Vâlidemiz tarafından hediye edilmiş, zencî bir câriyedir. Haz.İbrahim aleyhisselâm kendisini ehil edinmiş ve bu Mübârek tezevvücden İsmail aleyhisselâm doğmuştur. 

Haz.İbrahim aleyhisselâm, İsmail aleyhisselâm henüz kucakta bir süt çocuğu iken, annesi Hâcer Vâlidemizle birlikte kendisini Mekke’de, Ka’be’nin yanıbaşında bırakıp Filistin topraklarına dönmüştü. 

“Ey Rabbimiz! Ey Sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem’i’nin (Ka’be’nin) yanında ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki, bu ni’metlere şükrederler.” (İbrahim 14/37) (Haz.İbrahim aleyhisselâm, Eşi, Hâcer Vâlidemizi ve oğlu İsmail aleyhisselâm’ı Mekke’ye bıraktığında, Mekke susuz, çorak ve kayalık bir yerdi. Tek bir yeşillik, hayat emâresi bulunmuyordu.) Haz.İbrahim, muhtemelen eşini ve oğlunu bugün artık, kapatılmış, görülemeyen, Merve Tepesi yakınlarındaki Zemzem Kuyusu’nun bulunduğu yere bırakmıştı. Giderken, Eşine ve Oğlu’na son bir kerre daha baktığında: 

- Eşi, Hâcer Vâlidemiz, “Ey İbrahim! Sen bizi buraya kendi iradenle mi bırakıyorsun? Yoksa Allah’ın emriyle mi?”

- İbrahim aleyhisselâm, “Elbette kendiliğimden değil, Allah’ın emriyle bırakıyorum,” dedi. 

- Hâcer Vâlidemiz “Öyleyse gidebilirsin,” diye cevap verdi. Hâcer Vâlidemizin tevekkülü ve derîn teslimiyyeti ile, oğulunun, babası tarafından kurban edilmeyi kabul etmesi ve tam bir teslimiyetle teslim olmasının mükâfatı olarak, tamamen, kayalık bir sahada ot bitmeyen ve hiç bir hayat belirtisi bulunmayan yerde Zemzem Suyu fışkırdı. 

Yine anne oğul’un bu tevekkülü’nün ve teslimiyyet’lerinin bir mükâfatı olarak, Peygamber eşi, Peygamber annesi Haz.Hâcer ile, Peygamber oğlu, Peygamber olan Haz.İsmail aleyhisselâm, dünya’nın en mukaddes yerine Harem-i Şeref’e ve Ka’benin yanıbaşına defnolundular. 

DÜNYA’NIN EN BÜYÜK HAZÎRE’Sİ: 

“Konstantiniyye elbette feth olunacaktır. Onu feth’eden kumandan ne güzeldir, onun askerleri de ne güzel askerlerdir, “Nebevî müjde’ye mazhar olabilmek için, Medine’den, Yezîd Ordusunun bir neferi olarak, İstanbul Sur’larının diplerine kadar gelip, burada, hastalanarak 90 yaşına yaklaştığı’nda, şehîd olan, Ebû Eyüp el-Ensârî, Halid bin Zeyd’in kabirleri, ya kuşatma sırasında fetih’ten hemen önce veya feth’in akabinde, Akşemseddin Hazretleri tarafından keşfen bulunmuştu. Fetih’ten hemen sonra, Osmanlı İstanbul’unda ilk inşa ettirilen Cami, Eyüp Cami’i, ilk külliye medreseleriyle imarethanesiyle Eyüp külliyesidir. 

Haz.Halid’in Kabrinin keşfinden sonra, aynı ordu içinde gelip Sur’ların dibinde şehid düşen diğer Ashabın kabirlerinin tesbiti hususunda da çok ciddî çalışmalar yapılmıştır. Husûsiyle, 2. Sultan Mahmud döneminde bütün sahabî mezarları tespit edilip yaptırılmış, daha önceden tesbit edilen mezarlar da ta’mir ettirilmiştir. 

Zaman içinde Eyüp Sultan Külliyesi’nin etrafı devlet ricâliyle halk kitle’lerinin Haz.Eyüp’ün ruhâniyyetinden istifade etmek ve şefatine nâil olmak üzere ebedî istirahgâh olarak seçmeye başlamaları üzerine gelişmiş ve semt’deki kutsî ve ma’nevî havayı daha da yoğunlaştırmıştır. Fetih’ten sonra, bugün birer tarihî belge ve sanat eseri vasfını taşıyan devlet erkânı türbelerinden başka, tepe’nin yamaçlarında da, yavaş yavaş, halka aid mezarlıklar oluşmaya başlamıştır. Bugün Eyüp İstanbul’un, Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra İslâm Âlemi’nin en büyük nekropolüdür. Mekke ve Medine’de, artık mezarlar üst üste konulduğu, bir önceki medfunun kaybolduğu dikkate alınırsa, mesaha olarak Eyüp Haziresi dünyanın en büyük Haziresidir. Günümüzde çok geniş bir sahaya yayılan Eyüp Mezarlıkları arasından, Camiikebir Haziresiyle İmaret Mezarlığına-Hazire’sine, ancak, Bakanlar Kurulu kararıyla, diğer kısımlara ise Belediye’nin izniyle definler yapılabilmektedir. 

Camiikebir Haziresinde, Osmanlı devlet ricâlinden, Dârussâde Ağası, Hacı Beşir Ağa, Vezir, küçük Said Paşa, Vezir, Ayas Paşa, Vezir, Semiz Ali Paşa Kıbrıs Fatih Lala Mustafa Paşa, Bulak Mustafa Paşa gibi pek çok meşhûrun açık ve kapalı türbe halinde mezarları vardır. Daha sonraları bunların yanına, Gâzî Edhem Paşa, Şâire Fıtnat Hanım gibi şahıslar da defnedilmiştir. 

Eyüp’ün en önemli mi’mârî abideleri, Eyüp Sultan Cami’i ve türbesi (ilk inşâ’ı, 1458, son 1798-1800) Her ikisi de, 18. Yüzyıl sonlarına aid olan Mihrişâh Vâlide Sultan ve Şah Sultan külliyeleridir. (1911-1912)’de Mimar Kemâleddin’in yaptığı ve sur dışındaki ilk Pâdişah Türbesi, Mehmed Reşâd Türbesi de Eyüp’tedir. Bu Türbe’nin haziresinde Sultan Reşad’ın şehzâdeleriyle sultanlar medfundur. Hazire’ye en son olarak Sultan Mehmed Reşad’ın torunu, Ömer Fevzi Osmanoğlu defnedilmişti. (1986). Bu defin sırasında bu satırların yazarı da hazır bulunmuştu.) 

Eyüp Sultan Cami’i’nin etrafında Camiikebir Haziresi merkez olmak üzere Vezîr türbelerinin yanı sıra bunların hazireleri, kütüphâne, dâru’l-Hadis, Sıbyan Mektebi gibi vakıf müesseseleri ve dergâh hazire’leriyle dolmuştur. Bu hazire’lerin önemlilerinden ba’zıları şunlardır: Sokullu Mehmed Paşa (136 kabir), Ferhad Paşa (Türbe dâhil 54 kabir), Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi (88 kabir), Mîrimîran Mehmed Paşa (109 kabir), Pertev Paşa (türbe dahil altı kabir), Kaptan Hasan Hüsnü Paşa (türbe dahilinde 12 kabir)- Devlet ricâli haricinde Ali Kuşcu, Fatih’in sakası Mustafa Ağa, Eyüp Türbedârı Yusuf Baba, Reisülhattâtîn, Muhsinzâde Abdullah Hamdi, Reisülküttâp Çelebi Mustafa Reşid Efendi gibi kimseler medfundur. Eyüp Mezarlığı’nın Gümüşsuyu Mezarlığı dahilinde, Küçük Hüseyin Efendi, Onun mürid’lerinde olduğu söylenen, Mareşâl Fevzi Çakmak ile Şeyh Mehmed Emîn Efendi’nin açık türbelerinin bulunduğu bölge’ye Nakşî Tarlası denilmektedir. Tepelikte, zirve noktası olan bu kısım, İdrisköşkü’ne doğru Kaşgârî Tekke’sinin hazîresiyle birleşir. Burada, İdris-i Bitlisî’nin, Ahmed Bîcah Paşa’nın, Kaşgarlı, Şeyh Abdullah Efendi’nin kabirleri vardır. 

Kaşgârî Tekkesinin mezarlık yolu ağızında, bestekâr Zekâî Dede’nin sofası da bulunmaktadır. 

Ayrıca, Gümüşsuyu Mezarlığında, Ahmed Hâşim, Cihan Pehlivanı, Kara Ahmed, Bulgaristan-Deliormanlı, İslâm Âlimi, Ahmed Davudoğlu, Hacı Osman Akfırat, Sultanu’ş-Şarâ, fikir ve da’va adamı, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Kâmil Akdik, Huzur hocalarından, Kalecikli Zühdü Efendi, Sadettin Heper, Neyzen Lutfi Turanbak gibi yakın dönem meşhurların mezarları bulunmaktadır. 

İmdî! Dünya’nın en büyük Haziresi olan ve içerisinde, ricâl-i Devlet, vüzerâ, Pâdişah, Şeyh’ler, şeyhülislâm’lar’ın medfûn bulunduğu, hepsinden de önemli olarak, Mihmendâr-ı Peygamberî, Ebâ Eyyûp el-Ensârî, Halid bin Zeyd Hazretlerinin medfûn bulunduğu bu yerin ortasına, Mübârek Merkad’den metreler yakınında, bir platform oluşturulmuş, burada, Devlet Radyo-Televizyonlarından bir kanal, sözümona iftar programı yapıyor. Şaklabanlığın bini bir para. Seviyesizlik diz boyu. Cami’in ibâdet sahasına dâhil, kalabalık olduğunda Cum’a ve Terâvih namazlarının kılındığı, imam’a uyulduğu bir yerde, edepsizce işret icra edilmektedir. Platform’da saz, avaz, çengi icra edilmektedir. Cami’in içinde saz ekibi, kanun var, kemençe var, ud var, ney var ve ritim sazları var. 

Haydi diyelim! Ellâ Mezhebiyye Mezhebi’nin mensubu olan sözde ilim adamları, isimlerinin önünde, Dr., Doç., Prof. olanlar için bir şey ifâde etmeyebilir. Fakat, ehl-i Sünnetten olduklarını bildiğimiz hoca efendilerin bu küstahlığa ses çıkarmamalarına hayret ediyorum. “Edep Yâhû!” Başka ne diyebilirim ki!?...