Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, 1960’lı yılların ortalarında başlayan siyâsî müdahaleler neticesinde tamı tamına elli yıl, Fırak-ı Dâlle’nin, selefî-Haricî, Ellâ Mezhebiyye’nin tasallutu ile geçmiştir. Bu dönem’de en mü’essir fırka, Fırak-ı Dâlle’nin en şerîri, âhirzaman Decâcile’sinden en şerir deccâl, F.E.T.Ö. Deccâlinin fırkası olmuştur. Bu dönemde öyle zamanlar olmuştur ki, F.E.T.Ö.’nün tasdîkinden geçmeyen hiç bir kimse il müftüsü olarak ta’yin edilmezdi. F.E.T.Ö.’nün teklifi ve tasdiki ile ta’yin edilen bu müftüler, bulundukları iller’de Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, ehl-i sünnet mezheb’lerinden birisinin bir mensubu olarak değil de, Avanjelist’lerin, Moon Tarikatı’nın birer misyoneri gibi çalışırdılar. 

2000 binli yıllarda kesîf bir şekilde, yapılan Dinlerarası Diyalog toplantılarının hangi illerde yapıldığı ve o dönem’de kimlerin bu illerde müftü olduklarına bir bakılsın... 

Ehliyeti ve liyâkatı olmadığı halde, İzmir gibi yurdumuzun önemli bir İl’ine vâiz olarak ta’yin edilen, bilâhare Bornova’ya gönderilen, -Bu gönderilişin, trajikomik bir hikayesi vardır. Bu hikaye’nin aktörlerinden birisi de bu satırların yazarıdır. İnşâ Allah! Müsâid bir zamanda bu hikaye’yi de anlatırım.- daha sonra da ehliyetsiz, liyâkatsız olduğu ve vaizliğe kanunlara, yönetmeliklere aykırı olarak ta’yin edildiği tespit edildiği için vâiz’lik vazifesine son verilen, F.E.TÖ. şerîri, devrin İzmir Müftüsü, Merhûm Ahmed Karakullukcu’nun İzmir’den Çanakkale’ye nakledilmesi üzerine, eski bir tanıdık olarak Çanakkale’ye ziyârete gider, müftü jest olsun diye teberrüken Çanakkale’de bir camii’de va’az etmesine müsaade eder. F.E.T.Ö.’ler bunu istismar ederek, hoca’larının vazifesine son verilmediğini, Bornova’dan Çanakkale’ye ter’fîen naklen ta’yin edildiğini yaydılar. 

Bundan sonra, F.E.T.Ö. Deccâli sanki Türkiye Baş vaiziymiş gibi, başta İstanbul’daki bütün Salâtîn Camii’ler olmak üzere, İzmir, Ankara ve yurdumuzun tüm büyük camii’lerinde va’az etmeye başladı. Taraftar-haşâşîlerin kesif propagandaları ile va’az’ları çok geniş halk kitle’leri tarafından ta’kib ediliyordu. Hiç kimsenin söylemediği-söyleyemediği yeni şeyler söylüyordu. Söylediklerinin şerî’atle, Ehl-i Sünnet Akidesiyle bağdaşıp-bağdaşmadığına kimse dikkat etmiyordu. Bir heyecana, bir dalgaya kapılmış gidiyorlardı. 

Va’az’larında, zaman zaman, camii’deki cemaati, hâşâ! Ashab-ı Kiram’dan bile faziletli gösteriyor, zaman zaman, Hâşâ! Allah-u Azîmüş’-Şan’ın Camii’deki kürsî’ye indiriyor, hâşâ! zaman zaman, Haz. Peygamber’e i’tiraz ediyor, “Siz, şöyle böyle buyurmuşsunuz, kusura bakmayınız ben bu zamanda bunlara uymayacağım,” diyordu. Hâsılı, bu va’az’larında söylediklerinin ba’zısını tam cinnet halinde olanlar bile söylemezlerdi. 

15 Temmuz 2016 Darbe, işgal ve isti’lâ teşebbüsünden sonra beklenilen, Din Şûrası, Din İşleri Yüksek Kurulu, Türkiye Diyânet Vakfı kuruluşlarından, İSAM’ın raporları istikâmetinde, Diyânet’in bütünüyle, F.E.T.Ö., F.E.T.Ö. haşâşî’lerinden ve diğer Fırak-ı Dâlle mensuplarından temizlenmesi, Devletimizin dolaysiyle de Diyânet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş felsefesine uygun olarak bütünüyle Ehl-i Sünnet ayarlarına döndürülmesiydi. 

Olmadı-yapılamadı, F.E.T.Ö.’nün, F.E.T.Ö.’cülerin tasfiyesi gerçekleştirilemedi. Diyânetten tasfiye ancak %2 seviyelerinde kaldı. Halbuki, bizim tahminlerimize göre Diyânette F.E.T.Ö.’cülerin nisbeti en az %60-70 seviyelerinde idi. Demek ki, kâhir ekseriyeti çok iyi becerdikleri “Gaybûbete” çekildi. 

Diyânette, “Yağmurdan kaçılırken doluya tutunuldu,” bir taraftan en şerir, âhirzaman Deccâli F.E.T.Ö. ve onun haşâşî’lerinden kurtulmaya çalışırken, bu kerre fırsattan bilistifade bir başka Fırak-ı Dâlle mensubu, şiî, vehhâbî-selefî, ahbesîn’den birisi Diyânete tasallut etti. 

Hani, hiç, ama hiç, lüzumu, faidesi yokken, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda Başkan yardımcılıklarından birisine bir hanımefendi Başkan yardımcısı olarak ta’yin edildi ya, diğer taraftan, sayıları az da olsa, ba’zı İl Müftü yardımcılıklarına kadınlar ta’yin edilmişti ya. Ehl-i Sünneti tahrip, Yüce İslâm Dini’ni za’afa uğratmak için sinsice çukurunda bekleyen, bu hâricî, mudîl ve mülhîd başını kaldırmış, Diyânetçilere hırlamış, “Diyânette, akl-ı Selîm, insaf adalet ve şuur sahiplerine sesleniyorum, bütün il müftü yardımcılıklarına hemen birer kadın ta’yin ediniz,” demiş. Maalesef, Diyânetteki Akl-ı Selim(!), insaf adalet(!) ve şuur(!) sahibi, Diyânetçiler de, “Ale’r-Re’si ve’layn,” (Başımız gözümüz üstüne) diyerek bu da’vete icabet etmişler, hâlen, mer’î mevzuatımıza göre, Başbakan adına Diyânet İşleri Başkanlığı’nı tedvir ile vazifeli, Başbakan yardımcısı, Bekir Bozdağ ve Diyânet İşleri Başkanı Prof.Dr. Ali Erbaş, hemen 55 İl’e daha kadın müftü yardımcısı ta’yin edileceğini duyurmuşlardır. 

Ey Bekir Bozdağ, Ey Ali Erbaş! (biraz Sayın Cumhurbaşkanı’nın hitabelerine benzedi ya,) Diyânet İşleri Başkan yardımcılıklarından birisine bir hanımefendiyi, 81 İl’in müftü yardımcılıklarından her birine birer hanımefendi’ye ta’yin ederek, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, en başta Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde hizmete alınacak liyâkat ve ehliyet sahibi kimselerin bulunmaması problemi olmak üzere devâsa problemlerinden hangi problemi halledeceksiniz? 

Diyânet İşleri Başkanlığı’na bağlı il ve ilçe müftüleri il’de valinin, ilçe’lerde Kaymakamların emrinde birer dâire âmiri, tahakkuk âmiri olmanın ötesinde ne iş yaparlar, fonksiyonları nedir ki, mûavine hanımlar ne yapacaklardır? Müftülük binalarında kendilerine bir oda, bir masa-koltuk tahsis edilecek mesâî saatleri içerisinde bu odalarında oturacaklardır. 

Doğrudur, nüfusumuzun neredeyse yarısı kadınlarımızdır. En az, Zarûrât-ı Diniye’lerini (asgarî dini bilgileri) onlara öğretebilecek Kur’ân Kursu muallimesi, “Din Nasihattir, din nasîhattir, din ancak nasihattir,” hadis-i Şerifi’ne göre, kadınlarımıza sohbet, va’az’u nasîhat etmek üzere vâize’ler ta’yin edilmesi son derece normal ve zarûrî’dir. Fakat daha ilerisi için lüzum da yok, herhangi bir faidesi olmayacaktır. 

Diyânet İşleri Başkanlığı’na, dışarıdan Fırak-ı Dâlle’nin müdahaleleri devam ederse, korkarım, kadınlarımız, Başban yardımcısı kadınlarımız, il müftü yardımcısı kadınlarımız, Kur’ân Kursu muallimesi, vâize, murakibe kadınlarımız var. Niçin imam-Hatip, müezzin-kayyım kadınlarımız niye olmasın, diye ortaya çıkacaklar. 

Nitekim, bir hanım kızımız, “Ben erkek arkadaşımla birlikte yan yana ve diğer erkeklerle birlikte aynı safta niçin namaz kılamıyorum?” demiştir. Daha önce de, ba’zı İlâhiyat Fakültesi talebesi kızlar, hedeflerinin, Süleymaniye ve Sultanahmed gibi İstanbul’daki Salâtîn Camii’lere imam olmak olduğunu söylemişlerdi... Birileri çıkıp bu hanım kızlarımıza, “Hanım kızım, istersen erkek arkadaşınla disko’ya, sinemaya, tiyatro’ya, kahveye, istediğin yere gidebilirsin. Hatta, zaman zaman, dört duvar arasında baş başa da kalabilirsin. Aranızda herhangi bir hal geçmemiş olsa bile bu durumda “Halvet-i Sahîha,” husule geldiği için zina hükmüne de muhatap olabilirsin. Fakat, Namazın, camii’n, cemaatin, fıkhî kâideleri, âdap ve usulleri vardır. Bırakınız, camii’de aynı safta yan yana namaz kılmayı, evde, camii’de ve herhangi bir mevki ve yerde namaz kılan kadın ve erkekler bir hizaya gelmeleri halinde her ikisinin de namazı bozulur. 

Kadın Başkan yardımcısı, kadın müftü muavine’leri, kadın vâize’ler, kadın Kur’ân Kursu muallime’leri, kadın murâkıbe’ler derken, bu zevzeklik, bu kadın-halk dalkavukluğu böyle devam ederse, korkarım, ba’zı kadınlarımız imam-hatip, müezzin-kayyıme’lik içinde Diyânetin kapısına dayanacaklardır. 

Mer’î Anayasa’mıza ve Anayasamızın atıf yaptığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, cinsiyet farkını-ayrımını yasaklamaktadır. Erkeklerin sorumluluk ve hakları her ne ise kadınlar da bu sorumluluk ve haklara sahiptirler. İmam-Hatip, müezzin-kayyime olmak için istenilen şartlara haize olan kadınlar kapıya dayanır, bizler de imam-hatip, müezzin-kayyime olmak istiyoruz,” derlerse, Diyânet de, “Hayır! Siz kadınsınız, kadınlar imam-Hatip, müezzin kayyime olamazlar” derse, “Diyânetin bu tavrı, temel insan haklarına, kadın-erkek eşitliğine Anayasa’ya ve Anayasa’nın atıf yaptığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına aykırıdır,” diye Anayasa Mahkemesi nezdinde da’va ikâme ederlerse ne olacaktır? 

Ellâ Mezhebiyye’ye, Fırak-ı Dâlleye bir kerre ta’viz verdiniz mi nerede duracağı belli olmaz. Fireni patlamış bir hafriyat Tır’ı yokuş aşağı yuvarlanırken nerede duracağı, kimselere ve nereye çarpacağı belli olmaz. 

Diyânet, Siyâsîlere, İlâhiyatçılara bırakılmayacak kadar ciddî bir müessesedir ve öyle kalmalıdır...