Diyânet İşleri Başkanlığı, 03 Mart 1340 (1924) tarihinde, 429 sayılı bir kanunla Şer’iyye ve Evkâf ve Erkan-ı Harbiyye-i Umûmiyye vekâletlerinin lağvedilmesine dâir kanun ile Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti kaldırılarak yerine, Başvekâlete bağlı Diyânet İşleri Reisliği ve Evkâf Umum Müdürlüğü kuruldu. Bu kanunla Evkâf Vekâleti’nin görevlerinden muâmelât ile ilgili dinî hükümlerin resmî uygulamadan kaldırılıp yasama ve yürütme yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve Meclisçe oluşturulan hükûmete ait olduğu tesbit edilmiş; İslâm Dini’nin Hukuk kuralları (Muamelât-ı Nâs) dışında kalan, iman ve ibâdetlerle ilgili hükümlerin yürütülmesiyle, ibâdet yerlerinin idaresi Diyânet İşleri Reisliği’ne, vakıfların yönetimi ise, Evkâf Umum Müdürlüğü’ne verilmiştir. 
Şer’iyye ve Evkâf Vekâletiyle ba’zı husûsî vakıflar tarafından yönetilen bütün mektep ve medreseler de aynı tarihte çıkarılan, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisât Kanunu ile Maarif Vekâleti’ne bağlanmıştır. 
Zamanın şartları içinde alelacele çıkarıldığı anlaşılan 429 sayılı kanun Diyânet İşleri Reisliği’nin teşkilat yapısını belirlemeyen, çok kısa bir kanunla kurulmuştur. 
Kanuna göre, Diyânet İşleri Reisi’nin Başvekil’in inhası üzerine Cumhurreisi tarafından ta’yin edileceğini, (Madde 3), kuruluşunun Başvekâlete bağlı olduğunu, teşkilat hakkında bin Nizâmnâme düzenleneceğini (Madde 4) (Kanun’da düzenleneceği ifade edilen Nizâmnâme hiç tanzim edilmemiştir.) ülke sınırları dahilindeki bütün cami, mescid, tekke ve zâviye’lerin idaresiyle, buralardaki görevlilerin ta’yin, nakil ve azillerine Diyânet İşleri Reisi’nin yetkili bulunduğunu, (Madde 5), il ve ilçe müftü’lerinin Diyânet Reisliği’ne bağlı olduğunu, (Madde 6) derpiş etmiştir. Ayrıca, Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti bünyesinde olup her birinin on birer azası bulunan Heyet-i İftâiyye (Fetva Hey’eti), Tetkikat ve Te’lifât-ı İslâmiyye Hey’eti (İnceleme ve İslâmî Te’lifler Hey’eti), Evkâf Şûra’sınca yapılmakta olan hizmetleri yürütmek üzere, 8 kişiden müteşekkil, Hey’et-i Müşâvere kurulmuş, Meşîhat bünyesinde 1889’da teşkil edilen, Tetkik-i Mesâhif Hey’eti de Diyânet İşleri Reisliği’ne bağlanmıştır. 
Diyânet İşleri Reisliği Teşkilat yapısında ilk değişiklikler: 
30 Kasım 1341 (1926) tarih ve 677 sayılı tekke ve zâviye’ler ile türbe’lerin seddine, Türbedarlıklar ile bir kısım unvanların men ve ılgasına dair, kanun gereğince, bütün tekke ve zâviye’lerin kapatılması üzerine, bu yerlerin yönetimi ve buralarda vazifeli, şeyh’ler ve diğer hizmetlilerle ilgili yetkiler ortadan kaldırıldığı gibi, 08 Haziran 1931 tarih ve 1827 Sayılı Evkâf Umum Müdürlüğü’nün, 1931 Mâli senesi bütçe kanunu ile (Madde 6) cami ve mescid’lerin idaresi ve imam, hatip, müezzin kayyim ve diğer hizmetlilerin, ta’yin, nakil, emeklilik ve azillerine dair, bütün yetkiler Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne devredildi. Diyânet İşleri Reisliği Vakıflar Umum Müdürlüğü ile koordineli olarak sadece cami hizmetlerinin dinî vechesini ta’kip ile yetkili kılındı. (Tuhaf bir durum, maaşını bir başka yerden alan, bütün özlük haklarıyla bir başka kuruluşa bağlı bulunan insanlar nasıl idare edilir ki!) Bu düzenleme ile Diyânet İşleri bünyesinde bulunan 4081 Hademe-i Hayrat ile, 26 Cum’a ve kürsü vâizi kadrolarıyla birlikte Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne devredilmiştir. 
Bu durum, 23 Mart 1950 tarih ve 5634 kanun mer’iyyete alınıncaya kadar devam etmiştir. 
Diyânet İşleri Reisliği, kuruluşundan tam onbir yıl sonra, 14 Haziran 1935 tarih ve 2800 Sayılı, Diyânet İşleri Reisliği Teşkilat ve Vazifeleri hakkında kanun ile ilk teşkilat kanununa kavuştu. Bu kanunda, teşkilatın yapısı, kadro durumu, merkez ve taşra görevlilerinin vasıfları, ta’yin, nakil ve azillerinin usûlleri gösterilmiş, görevler ise kanunun 2. maddesi gereğince tanzim edilen 11 kasım 1937 tarih ve 7647 Sayılı kararnâme ile mer’iyyete alınan, Diyânet İşleri Reisliği teşkilatının vazifelerini gösterir nizâmnâme ile belirlenmiştir. Buna göre, her il ve ilçe merkezinde, Reisliğe bağlı, bir müftü bulunması hükme bağlandı, merkez ve taşra teşkilatı kadroları derece, unvan ve sayı olarak yeniden tesbit edildi. Merkez teşkilatının yirmi dokuz, taşra teşkilatının 451 olmak üzere, toplam kadro sayısı 480 oldu. Müşâvere Hey’eti’nin üye sayısı, 8’den 5’ düşürüldü. 05 Temmuz 1939 tarih ve 3665 sayılı kanunla ilk def’a bir Reis Muâvinliği ihdas edildi.
Dikkat buyurulursa, 14 Haziran 1935 tarih ve 2800 Sayılı kanun bir Teşkilat Kanunu değildir; Kanun, sadece bir Reis Muâvinliği ihdasını öngörmekte, Reisliğe önemli miktarda kadro tahsis edilmektedir. Bu değişikliğe bir kadro tahsisi kanunu da denilebilir. 
Diyânet İşleri Reisliği, kuruluşundan 41 yıl sonra, 22 Haziran 1965 tarih ve 633 Sayılı, Diyânet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkında bir kanunla daha önce çıkarılan, kadro kanunları da dâhil, 13 kanunda dağınık haldeki hükümler mer’iyyeten kaldırılmış, Diyânet İşleri Başkanlığı ile ilgili mevzuat tek metinde toplanmış, yeni görevler ve yeni birimler ilâve edilerek teşkilat genişletilmiştir. 
Bu kanunla, teşkilatta vazife alacaklar için belli nitelik ve tahsil şartı getirilmiş, Müşâvere ve Dinî Eserleri İnceleme Kurulu yerine, Başkanlığın en yüksek karar ve danışma organı olarak, üyeleri seçimle belirlenip, Bakanlar Kurulu kararıyla ta’yin edilen, Din İşleri Yüksek Kurulu teşkil edilmiş, Teftiş Kurulu, Hukuk Müşâvirliği, Dinî Hizmetler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Dairesi kurulması, Donatım Müdürlüğü teşkili ve köy camileri için ihtiyaç karşılanıncaya kadar her yıl 2000 imam-hatip kadrosu verilmesi hükme bağlanmıştır. 
Bu kanunla, Merkez Teşkilatına 203, taşra teşkilatına 19.490 olmak üzere toplam 19.693 kadro tahsis edilmiş; bütçe kanunlarına ekli cetvellerde yer alan 12.283 kadro da ilâve edilince bu kanununun mer’iyete alındığı tarihte Başkanlığın toplam kadrosu 31.976’ya ulaşmıştı. 
Daha sonraki yıllarda, kanunla değil ama, Bakanlar Kurulu kararıyla, araştırma, plân, program, bütçe Başmüşâvirliği, Dinî Hizmetler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Dâiresi bünyesinde, Dış Hizmetler Müdürlüğü (1971), Hac İşleri Müdürlüğü (1976), 1978 yılında Plân ve Program Bütçe Başmüşâvirliği, Araştırma ve Plânlama Dâiresine dönüştürülmüş, Dinî Hizmetler ve Din Görevli’lerini Olgunlaştırma Dairesi, Din Hizmetleri Dâiresi ve Olgunlaştırma Dâiresi adıyla ikiye ayrılmış, ayrıca yeni birim olarak Koordinasyon ve Değerlendirme Dâiresiyle, Yurtdışı Din İşleri Müşâvirliği kadroları ihdas edilerek yurt dışı teşkilatı kurulmuştur. 
Diyânet İşleri Başkanlığı’nın ilk eğitim merkezi Bolu’da 1973 yılında açılmış sırasıyla Ankara, İstanbul (Haseki), Elazığ (Harput), Antalya, Kastamonu, Manisa, Konya, Bolu (Akçakoca). Bunlardan İstanbul ve Konya eğitim merkezlerinde lisans üstü eğitim verilmektedir. (Bu mevzu’a devam edeceğiz)... 
YORUMCULARA: 
Ertuğrul rümuzunu kullanan Değerli Kardeşim. Hurâfe ve Tasavvufî bid’atlar her kimden gelirse gelsin, mücadele etmek, bid’atlara karşı sünnet’lere temessük bizim birincil vazifemizdir. Doğrudur, Müceddid’in yolunda olup, tecdid hareketinin içinde olup, hurâfe ve bid’ata bulaşmak yaman bir çelişkidir. 
Pek Muhterem Hasan Güneş Beyefendi’ye: 
Teveccüh ve iltifatınıza can-ü gönülden teşekkürler. Mektubunuzu da aldım. Uzunca mektubunuzdaki tesbit, görüş ve temennîlere katılmamak mümkün değildir. Sizler gibi bizler de, aynı menba’dan su içtik, aynı sohbetleri dinledik, aynı merkez’den feyz aldık. İyi ki, almışız, iyi ki o sohbet’lerde bulunmuş, istifade etmişiz. Yoksa, Zifir-i Karanlık gibi üzerimize çöken bu âhirzaman fitnesinde, yolumuzu, Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat yolunu, Zikr-i Hafî’nin, “Biz, bidâyette, başkalarının nihâyette ulaştıkları yere ulaşırız,” diyenlerin yolunu, Tarikat-ı Nakşibendiyye-i Âliyye’yi, Silsile-i Saâdât ve Silsile-i Zeheb’in Müceddidî’ler Kolunun son halkası, Kutbu’l-Aktab, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Medâr Mürşid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri’nin yolunu bulamazdık. Mektubunuzu ayrıca değerlendireceğim. Alâkanızı dâim kılın, bizi ta’kip etmeye devam ediniz, Hâlisâne duygularımla selâm eder, derin hürmetlerimi sunarım, efendim... 
Değerli Kardeşim, Mustafa Güneş Beyefendi’ye: 
Silsile-i Saâdât ve Silsile-i Zeheb’in 28. Kutbu Abdullah-ı Dehyevî (K.S.) Efendi Hazretleri’nden i’tibâren zinciri kopartıp, Nisbet-i Sahîha’yı ortadan kaldıran bütün gruplar, aslında, Kâdirî Tarîkatine takılan, teveşvüşler içerisinde sürekli bir arayış içerisindeyken, Mekke’ye giden, tatmin olmayan, sırf Hint felsefelerini, (özellikle “Yoga”) incelemek üzere Hindistan’a gidip dönen, döndüğünde de, uzaktan-yakından hiçbir alakası bulunmadığı, kendisiyle görüşmediği halde, Abdullah-ı Dehlevî (K.S.) Hazretleri “Bana el verdi, beni Halife olarak seçti,” gibi sözleri etrafına söyleyince, “Şeyh uçmaz, ama onu müridleri uçurur,” fahvasınca, etrafındakiler, öncelikle, kendisine “Mevlânâ” (Bizim Efendimiz) unvanını verdiler, sonra da, Kuzey Irak’ta bir, memleketimizde beş olmak üzere, altı grup, Hâlid-i Bağdâdî’den i’tibâren, ayrı ayrı, Silsile-i yürüttüler. Elbette ki, bu gruplarca neşredilen kitap’larda, Abdullah-ı Dehlevî (K.S.) Hazretleri’nden sonra, Hâlid-i Bağdâdî, 29. Kutub olarak gösterilir de, ondan sonra her grup kendince bir silsile devam ettirir. Bu silsile’lerde, kutub olarak gösterilenler arasında, mason’lar, sebetaist’ler, İstanbul kadılığı tarafından şeyh’lik makamına oturtulanlar bile vardır. Bizim bunları kabul etmemiz mümkün değildir. 
Bu hususlar’da bizim yol haritamız, İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin Mektubatı Mürşidimiz, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Medâr Mürşid Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri’nin öğretisi, bize öğrettikleridir. Sözünü ettiğiniz yayınevinin neşrettiği kitabın, kim tarafından, hangi tarihte yazıldığını iyi tetkik etmek lâzım. Çünkü, Zikr-i Hafî yolunda, Tarîkat-ı Nakşiyye-i Âliye yolunda, halîfe’lik, Tasavvufî İcâzet usûlleri yoktur. Nasib-i Ezelîsiyle ve Tensib-i İlâhî ile bu makamlara takdîr ve tensip edilenler, zamanı geldiğinde, bir önceki mürşid’in bir işâretiyle veya doğrudan vazifelerine başlarlar ve devam ederler. 
Bu bakımdan, Halid-i Bağdâdî’nin Abdullah-ı Dehlevî’nin halifesi olması gibi bir durum sözkonusu edilemez. Bir önceki mürşid için “Selef” denilirse kendisinden sonra gelene “Halife” denilmez, denilse denilse, “Halef” denilebilir ki, bu takdirde dahî, Abdullah-ı Dehlevî’nin halefi, Halid-i Bağdâdî değil, Hafız Ebû Said Sahib (K.S.) Efendi Hazretleri’dir. 
(1997 İstanbul baskısı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı tarafından neşredilen, Prof.Dr. Ahmet Akgündüz tarafından hazırlanan, “Tabular Yıkılıyor 2”) adlı eserinde, Zikr-i Hafî’nin, Silsile-i Saâdât ve Silsile-i Zeheb’i, en doğru bir şekilde tesbit edilmiş ve herhangi bir i’tiraz’la karşılanmamıştır. Görüleceği üzere bu Silsile’de Hâlid-i Bağdâdî yoktur. 
Ba’zı şeylerin ba’zı kitaplarda zikredilmiş olması, mutlâka bunların doğru olması demek değildir. Elimizde bulunan, 400-500 yıllık ba’zı Arapça tefsirler de kimi “İsrâiliyyat’a” rastlanmaktadır. 
Zâhir-Sarîh âyet’lere mugâyir, bu hususları sırf ve tefsirler’de “yer alıyor,” diye kabul etmemiz mümkün müdür? 
Muhterem Kardeşim, M.Öztürk Beyefendiye: 
Daha önceki yazılarımda bahsettiğim, Nusret İzmit, İzmir’in en saygın ailelerinden, ticaretle meşgûl, İzmir Alsancak’ta konağı bulunan, İzmir’i teşriflerinde, Efendi Hazretleri’ni konağında misâfir etme şerefine mazhar, Ehıbbâ’dan birisiydi. Beypazarı ziyâretlerinde, Bahâ Bey’in evinde yanında bulunan Nusret Bey’in, muhtemelen, Kayseri, Bünyân Vâizi, Merhûm Nusret Ermihan olması lâzım. Benim tesbit edebildiğim kadarıyla, Nusret isimli bir zât İzmir, Balçova’da Kur’ân Kursu öğretmenliği yapmadı. Ayrıca Abdurrahman Arığ ile de alakalı olarak herhangi bir bilgiye sahip değilim...